Mektuplar – Cengiz Guseynov (4. ve 5. Mektuplar)

Dördüncü Mektup

Sevgili Rasim, size uzun süre yazamadım, nedeni, ünlü Moskovski Dom’da  –Politeknik Müzesi böyle anılmaktadır– vermekle yükümlü olduğum halka açık bir seminere hazırlanıyor olmamdı, konusu “İncil’in Konteksinde Kuran: Hazreti İsa’nın İmgesi” olarak formüle edilmişti.

Bilindiği üzere dünyadaki mevcut tek tanrılı dinler –özellikle de Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Musevilik– arasındaki temel ayrılık tek bir anahtar soruna kadar iner. Bu sorun, Hazreti İsa’nın imgesinin yorumlanmasıyla ilgilidir. Anlaşmazlıkların, tartışmaların, birbirini kabul edemeyen bakış açılarının kaynağı ve engel buradadır.

Ortodoks Museviler Hazreti İsa’yı yalnızca yadsımızlar, hatta geleneksel incelemelerinin uç tezahürü olarak Tanrı’nın elçisini düzmece peygamberlerin sınıfına dahil ederler, dahası onu maceraperest addederler.

Müslümanlar, Hazreti İsa’yı saygıyla Allah’ın peygamberleri sınıfına koyarken, onunla ilgili Hıristiyanlarda yerleşmiş olan şu tasavvuru da reddederler: Söz konusu tasavvur, aynı aşırılıkla kendi Ortodokslarının da bazen Hıristiyanlıktaki genel kabul gören Üç Birlik anlayışını gelişi güzel yorumlayarak ve söz konusu yorumla Hıristiyanların çok tanrıcılıkla suçlanmasına sebep oluşturarak Hazreti İsa’yı tanrılardan birisi olarak addetmeleridir. Ancak, Üç Birlik sorunu, ilk bakışta göründüğü kadar basit değildir. Bunu alımlamak son derece zordur. Bun içindir ki, bu sorun derin bir bilimsel açıklama yapmayı gerektirir ve teslis prensibine uygun olarak, Üç Birlik’in Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve (tanrı’yı doğuran olması dolayısıyla) Ana Tanrı’dan oluşan bir tür “kutsal aile” varlığını öngörüyormuş veya o anlama geliyormuş şeklindeki tek yönlü açıklamaya kesinlikle inhisar etmemelidir.

Görüldüğü üzere, bu sorun, bu sorunu en üst dini payeye sahip kişilerin ve en mütebahhir araştırmacıların sorunu olarak kabul eden ve Kuran’ı, sanki, tamamen okunup bellenmiş; içindeki tüm düğümler çözülmüş, tüm çetrefilli, bu arada da gizemli düşünceler halledilmiş,  her soruya titiz ve açık cevaplar verilebilmiş sayan kişiyi dolambaçlı ve ciddi bir hataya sürükler. Bu, derinden inanıyorum ki, en büyük hatadır!

Bu bağlamda, işaret etmek isterim ki,  benim için Kuran,  yeryüzü gibi, muazzam büyüklükteki sürülmüş bir tarla gibidir ki, bu tarlada, hepsi aynı anda büyümeyen bereketli tohumlar Yüceler Yücesi tarafından bolca saçılmıştır; söz konusu süreç, bir dereceye kadar ebedi ve sonsuzdur, tıpkı bizzat dünyanın Yaratıcısını idrak etmek gibi. Ancak, zaman zaman insanlar şu ya da bu surede, şu ya da bu ayette sürekli olarak Kuran’ın inceliklerini kavrıyorlar ve onda, birden –sanki açıkça görünüyormuş gibi– daha düne kadar hiç kimsenin varlığından haberdar olmadığı yeni düşünceler keşfediyorlar. Bu, bütünüyle Hazreti İsa’nın Kuran’daki imgesiyle ilgili manadır –oradaki pek çok şey bilinmektedir, ancak daha tam olarak anlaşılmayan, gizemli çok şey vardır. Kısaca, Yüceler Yücesi’nin elçisi İsa’nın doğasıyla ilgili olanlar da dahil olmak üzere, çıkarımlar yapmak için acele etmeye gerek yoktur: Yüceler Yücesi’nin üç dini arasında üçlü diyalog, ya da bilimsel tartışmalar olacaktır ve de olmaya devam etmelidir,  ve bu, büyük ihtimalle, öyle veya böyle oluşacaktır, ayrıca vereceğim seminerde de etkili olacaktır…

Bu konuda, düşüncelerim hakkında, bana yöneltilen sorularla ve o soruların cevaplarıyla ilgili olarak, inşallah, gelecek mektubumda bahsedeceğim.

Şanlı Süleymaniye Vakfına selamlar!
Saygılarımla.

Beşinci Mektup

İmdi, ünlü Moskovski Dom’da  – Politeknik Müzesinde – bilim insanlarının karşısında sunduğum “İncil’in kontekstinde Kuran: Hazreti İsa’nın İmgesi” konulu bildirimle ilgili olanlar. Yani İsa’nın Kuran’da nasıl göründüğü ve bunun İncil’in yorumuyla nasıl bir ilişkisi olduğu, özellikle de, daha önce işaret etiğim üzere, tek tanrılı mevcut üç din arasındaki temel farklılığın anahtar niteliğindeki bu soruna kadar indiği; temel ayrılığın, tartışmaların, polemiklerin kaynağının da bunda olduğuyla ilgili olan bildirim.

Sizin siteniz Kuranika’da İsa’nın Kuran’daki imgesi üzerine aydınlatıcı bir makale var ki bu beni tekrarlardan kısmen kurtarıyor.

Ben mütalaalarımda Kuran ayetlerine istinat ediyorum (evvelden beri de niyetim bu olmuştur) ki o ayetler, sıklıkla alışkanlıktan ya da ataletten dolayı dikkatlerden kaçıyor ama özellikle de onlar, bana öyle geliyor ki, İncil’in Hıristiyanlıkla ilgili bölümünde Kuran ve İncil’i yakınlaştırmaya yardım ediyor, onları birbirine yaklaştırıyor.

Öncelikle söylemek isterim ki, Kuran’da  “Mesih” (İbranice “Maşiah”ın Arapça versiyonu) yalnızca İsa için sıkça kullanılan bir sıfattır. Ve o, Yahudilerin anlayışına göre henüz Dünya’ya inmemişti. Hıristiyanların “Messiya”sı  İsa da Dünya’ya indikten sonra bunu bu şekilde kabul etmiştir ve bunu, aşikardır ki, Müslümanlar da inkar etmiyorlar, o nedenledir ki İsa’yı “Mesih” olarak adlandırıyorlar.

Pekiyi ama Maşiah/Messiya/Mesih kavramı neleri kapsıyor?

Ne çare ki, Kuran’da bu ulvi sözünün neden yalnızca İsa için kullanıldığı sorusunun açık bir cevabı yok: Yahudiler kendi yaptıkları, tahmin edilebilen Messiya yorumuna (ki bu özel bir incelemeyi gerektiriyor) dört elle sarılmış durumdalar. Hıristiyanlar için İsa’nın şahsındaki Messiya artık gelmiştir. Müslümanlar ise, İsa’yı Mesih olarak adlandırırken, bunu gönderilen ilahi metinlerin bütünlüğü ve ilkesel benzerliğiyle ilgili tasavvura ilave etmiyorlar.

Ayrıca, kaydetmek etmek gerekir ki İslam alimleri, “Antichrist”in, yani “Mesihe karşı olanın” ruhundaki “Deccal”ı yorumlarken, sıklıkla onların arasındaki eşitliğe işaret ediyorlar. Hazreti Muhammed de hadislerinden birinde Deccal’ı ne Hz.İbrahim, ne  de Hz.Musa’nın yenemeyeceğini, onun yalnızca Hz.İsa’nın kudretiyle yok edileceğini vurgulamaktadır.

İkinci olarak söylemek istediğim, Kuran’da İsa’nın doğumunun sıra dışı olduğu kabul edilir, üstelik Kuran’ın konteksti içinde onu doğurmuş olan Meryem’in adı –İsa Bin Meryem veya babasına gönderme yapılmaksızın Meryem’in oğlu İsa olarak defalarca anılmaktadır: Yani kadın adı genel kabul gören erkek adı yerine baba adı gibi kullanılıyor ki bu, Doğunun – ve de genel olarak tüm diğer medeniyetlerin– geleneğine göre açıkça mantıksız ve tuhaftır, şayet, elbette ki, bunda bizim için, biz ölümlüler için kutsal bir alt metin ya da gizem söz konusu değilse. Mevcut yorumlar, ya da “neden baba adı yerine kadın adı kullanıldı?” sorusuna verilen cevaplar o kadar naif ki, konuşmaya bile değmez: İslam’da kadına duyulan saygı o kadar büyükmüş ki, kadın adı baba adı olarak ön plana çıkıyormuş.

Bu kontekst içinde şu ayete dikkat çekmek isterim: “Gerçekte Allah katında İsa, külden yarattığı Adem’le akrabadır, Allah “Ol!” dedi, o da oldu” (3/59). Bunu İsa’nın ilahi doğasıyla ilgili Hıristiyan dogmasının kesin tekzibi şeklinde yorumluyorlar: sadece “Ol!” emriyle babasız ve annesiz doğan Adem gibi, ancak bu kez babasız olarak İsa vücuda gelmiştir.

Lakin, öyle anlaşılıyor ki Kuran’da Adem’e benzerlik, Allah’ın elçisi olarak adlandırılanlardan bir başkasında değil, özellikle İsa’da vardır. Tahmin edilebilir ve aşikardır ki, yalnızca onun ikisinin diğer tüm insanlardan farklı bir doğumu vardır  – “Birinci Adem”in içine Onun ruhu üflenmiştir, “İkinci Adem” ise Onun ruhu aracılığıyla doğmuştur, üstelik, Kuran’da defalarca işaret edildiği gibi, o Mesih, ya da Messia’dır: “Meryem’in oğlu İsa Mesih, Allah’ın elçisidir, Onun Sözüdür, Onun Ruhudur, O, Meryem’i onunla ödüllendirmiştir…(4/171) Allah’ın bize daha önce gönderdiği, ve içinde İsa’nın “İkinci Adem” olarak adlandırıldığı (kitap) Yeni Ahit değil midir ki?”

Dikkat çeken üçüncü şey şudur ki, Müslümanlar, İsa’yı saygıyla Allah’ın elçilerinden addederken, onunla ilgili olarak Hıristiyanların bazı kesimlerinde yaygın olan tasavvurları da reddederler, ki (Hıristiyanların) kendi ortodokslarına ait olan bu aşırılıkçı tasavvurlar,  bazen Hıristiyanlıktaki genel kabul gören Üç Birlik anlayışını gelişi güzel yorumlayarak, ve böylece, onların çok tanrıcılıkla suçlanmasına sebep oluşturarak İsa’yı üç Tanrı’dan birisi olarak addetmektedir.

Kuran’da Hıristiyanlığın Üç Birlik öğretisi kastedilerek: “Allaha ve Onun elçilerine inanınız, ama “Üçtür!” demeyiniz! (4/171)” Yani, mantıksal olarak düşünmek gerekirse, “Tanrı Üçtür” demeyiniz. Bununla ilgili olarak şöyle bir soru doğuyor: burada bizzat Üç Birlik anlayışı mı yadsıyor? Evet, yadsıyor, eğer gelişigüzel, genel kabul gören, mutat “aile” yorumunu izlersek, ki o yorumda Tanrı baba olarak, + İsa oğul olarak, + Meryem eş olarak vardır. Hayır, yadsımıyor,  eğer Üç Birlik putperestliğin konteksti içinde anlaşılıyorsa (Yeri gelmişken, bu ayetlerde Hazreti Muhammed’e, putların çocukları ve eşleriyle aralarındaki aile ilişkisinin, çok tanrıcılığın yadsınması bildirilmiştir… Kuran’da defalarca Tanrı’nın çocuklarının olamayacağının ve kızların zikrediliyor olması bir tesadüf değildir), metaforik olarak ise, Üç hipostazdaki Tanrı’nın Birliği söz konusudur, ki bu hipostaza göre İsa hiç de Putperestlik anlayışındaki “oğul” değildir, Söz ise, Allah Onu, sonraları, Allah’ın Sözünü bize kadar getiren Muhammed’i seçen Kendisiyle ilgili olarak söylüyor.

Kati olarak, Üç Birlik’in mutlaka Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve (Tanrı’yı doğuran olması dolayısıyla) Ana Tanrı’dan oluşan bir tür “kutsal aile” varlığını öngördüğü şeklinde inhisar etmemelidir.

Kuran’daki Üç Birlik sorunu, zannedildiği kadar basit değildir, bugün Hıristiyanlar arasında da devam eden tartışmaların konusudur, derin bir bilimsel çıkarım yapmayı gerektirir ve düz mantıkla açıklanamaz. Bu durumda, ben yalnızca yorumcuların ilahi metni tefsir ederken, sıklıkla yaptıkları gibi, Onun Büyük gizem düşüncelerini yıkarak Allah’ın adına konuştukları zaman, kesin yargıları reddetme çağırısında bulunuyorum.

Şanlı Süleymaniye Vakfına selamlar!
Saygılarımla.