Kur’an’a Göre Sosyalizm ve İslam

Bu makalenin amacı, siyonist rejimin son dönemde Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım ve global alanda yapılan protestolar ışığında sosyalizm ile İslam’ı analiz etmek ve karşılaştırmaktır.

Toplumların politik, sosyal ya da dini herhangi bir ideolojiyi körü körüne takip ettiği sıklıkla görülen bir durumdur. Bu fikirlerin çoğu tarih boyunca ya filozoflar ya da kanun yapıcılar tarafından teori haline getirilmiştir. Hiç şüphe yok ki bu ideolojilerin çoğunun insanlığın yararına olduğu iddia edilmektedir. Örneğin sosyalizmin Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından kurulduğu kabul edilir. Toplumun işçi sınıfı ile kapitalizm arasındaki büyük mücadeleyi aşmak için 1847-1848 yıllarında komünist Manifestoyu yazan kişi Karl Marx’tır. Bu nedenle çoğu sosyalist, çabalarını Marx’a ve onun ideolojisine bağlamaktadır. Ancak eleştirel düşünme şapkamızı takar ve Marx’ın komünist-sosyalist ideolojisi üzerinde düşünürsek, sosyalizmin içindeki pek çok çelişkiyi tespit edebiliriz.

Stanford Ansiklopedisine göre, Sosyalistlerin benimsediği ilkelerden bazıları eşitlik, demokrasi, bireysel özgürlük, kendini gerçekleştirme ve adaletsizliğe karşı dayanışmadır. Eşitlik konusunda, herkesin “gelişen hayatla birlikte yaşamak için gerekli maddi ve sosyal araçlara genel olarak eşit erişime” sahip olması gerektiğini öngören fırsat eşitliği ilkesinin güçlü versiyonları önerilir. Ancak adaleti ve eşitliği sosyal anlamda tanımlamayı veya uygulamaya dökmeyi başaramadıkları da ortadadır. O halde size sorayım, bir bireyin ekonomik refahını diğer bir insandan daha iyi ve fazla çalışarak ve daha kaliteli iş çıkarmak suretiyle diğer insana oranla daha fazla artırması sosyalizme göre adaletsizlik olmuyor mu? İslam’a göre, bireysel özgürlük kavramı altında tüm insanlar ister fakir ister zengin olsun, ekonomik şartları neye elveriyorsa fakirlerin borcunu ödeyerek, yetimlere bakarak, yakın akraba ve ihtiyaç sahiplerine yardım ederek hem sosyal topluma katkıda bulunurlar hem de sahip oldukları varlıkları, zenginlikleri bu şekilde koruyup artırırlar. Bununla birlikte Marx’ın komünist-sosyalist ideolojisi tüm toplum bireylerinin birbirleriyle aynı ekonomik düzeyde kalmasını hedefleyip İslam’a bu açıdan ters düşmektedir.

Sovyet Rusya’da komünist sosyalizmin, insan yapımı bir başka ideoloji olan “demokrasi” karşısında başarısızlığa uğramasına ve çöküşüne hepimiz tanık olduk. Eğer komünist-sosyalizm devrim Marx’ın iddia ettiği gibi olsaydı, en baştan çökmemesi gerekirdi. Öte yandan sosyalizmin diğer bir prensibi olan halkların dayanışma ilkesinin, son Gazze soykırımında da kanıtlandığı gibi hâlâ güçlü olduğuna ve İslam’la uyumlu olduğuna şahit olduk. Gazze katliamının başlamasından bu yana dünya çapındaki halka açık gösterilerin çoğunun, kendilerinin sosyalist olduklarını ve dindar olmadıklarını hem fiilen hem de lafzen belirten insanlar tarafından ateşlendiğine şahit olduk. Niçin kendilerini Müslüman olarak tanımlayan ve dünya genelinde yaklaşık iki milyar gibi bir çoklukta olan sözde İslam dünyasından, siyonistleri durduracak güçte bir tepki gelmedi? Bence bu hiç de normal olmayan bir durumdur.

Sosyalist ideoloji, dinin uyuşturucu madde gibi etki yaparak toplumun zihninde uyuşukluk yarattığını iddia eder. Geleneksel dinin, toplumlarda uyuşukluk etkisi yaratan çağımızın uyuşturucusu olduğuna maalesef katılıyorum. Ancak öncelikle dini tanımlamamız gerekiyor. Din, bireylerin günlük hayatta farkında olmadan veya isteyerek teslim olduğu ve prensiplerini hayata tatbik ettiği bir yaşam biçimidir. Örneğin açlık hissimize rağmen yemek yememek, günlük ihtiyacımız olan suyu içmemek ve uyumamak için direnirsek o zaman vücut iflas edip bizi ölüme götürecektir. Bu tür günlük fiziksel ihtiyaçların aksatılmadan karşılanması gerekir, aksi takdirde Allah’ın koyduğu doğal kanunlara karşı gelmemiz sebebiyle kendi elimizle kendimizi mahvetmiş oluruz. Bu sebeple ister bilinçli ister bilinçsiz olsun Allah tarafından koyulmuş kanunlara itaat edip hayatımıza bunlara göre şekil vermek, esasında dinin kendisidir.

Dolayısıyla yeryüzünde dinden arınmış olan tek bir varlık yoktur. İster laik ister sosyalist, isterse putperest, Hristiyan, Yahudi, Hindu veya Müslüman olsun; her bir insan farkında olmasa dahi ister istemez Allah’ın dinine her saniye itaat etmektedir.

Yüce Rabbimiz şöyle diyor:

 Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır! Biz atalarımızdan ne görmüşsek ona uyarız!” derler. Ataları akıllarını bir şeye çalıştırmamış ve doğru yola girmemiş olsalar da mı (uyacaklar)? (Bakara 2/170)

Kur’an’daki İslam, başka ilahları Allah’a eş tutmayı, bizleri Allaha yaklaştırıyorlar diyerek onlara değer vermeyi yasaklar. Allah, kendi dini olan İslam’a alternatif olarak putperestliği ve şirki kabul etmez. İslam toplumunda, İslam’ın Allah’ın son nebisi elçi Muhammed tarafından kurulduğu ve namazların miraç gecesinde farz kılındığı şeklinde bir bilgi kirliliği vardır ve bu bilgi Kur’an’a göre kesinlikle doğru değildir:

Dediler ki: “Yahudi olun (ki doğru yolda olasınız)” veya “Hristiyan olun ki doğru yolda olasınız”. De ki: “Hayır, İbrahim’in dini dosdoğru yaşama biçimine uyun! O, hiç müşriklerden olmadı.” (Bakara 2/135)

Allah’ın diğer bazı ayetlerinde ise şöyle buyurulur:

Ey ehlikitap /kitaplarında uzman kişiler! İbrahim hakkında niye tartışıyorsunuz? Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Siz, bilginiz olan konuda tartışan kimselersiniz. Peki, bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıyorsunuz! Oysa Allah (her şeyi) bilir, siz bilmezsiniz. İbrahim ne Yahudiydi ne de Hristiyan! Ama o, hep doğruya yönelen biriydi, Müslümandı (Allah’a teslim olmuştu). O, hiç müşriklerden olmadı. (Âl-i İmran 3/65-67)

Kur’an’a göre Müslüman olmak son nebi Muhammed aleyhisselamla değil, ilk insan ve nebi olan Âdem aleyhisselamın yaratılışıyla başlamıştır. Allah’ın iradesine inanan ve teslim olan herkes Müslümandır ve dolayısıyla dini de İslam’dır.

Eğer doğru din olan İslam adaleti, özgürlüğü, eşitliği ve insana daha birçok faydalı şeyi emrediyorsa, neden insanlar deli danalar gibi hala onun alternatiflerini arıyor?
Bu sorunun cevabının iki yönü vardır:

Bunlardan ilki, Muhammed aleyhisselam devrinde de sonrasında da İslam toplumu içinde yaşayan bazı kimselerin, kendi arzu ve çıkarları uğruna Allah’ın kitabı Kuran’ı ikinci plana atmalarıdır. Böyle kimseler, Müslüman alimlere atfedilen kitaplarda Allah’ın son nebisi adına yalanlar uydurup bunları İslam’a mal ettiler. Bu tür uydurmalar, son nebi Muhammed aleyhisselamın sözleri gibi lanse edilerek Kur’an’a aykırı ögeler barındıran ayrı bir “İslam” literatürü oluşturuldu.

Din alimi olmak, artık geleneksel Müslüman toplumlarda ücretli bir meslek haline gelmiştir. Sözde alimler, Müslümanlara bazı şeyleri haram veya helal kılarak, Allah adına yeni kanunlar koyuyorlar. Örneğin Müslüman toplumundaki bazı mezhepler, Allah’ın Kur’an’da böyle bir emri olmamasına rağmen, midye ve karides gibi deniz ürünlerinden bazılarının yenmesinin haram olduğuna inanmaktadır. Halbuki kanun koyma yetkisi bir tek kendisinde bulunan yüce Allah Kur’an’da şöyle diyor:

“O halde siz, Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal ve temiz olanları yiyin! Yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız verdiği nimetler karşılığında şükredin /görevlerinizi yerine getirin. Allah size sadece kesilmeden ölmüş hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkasının adı anılarak kesilmiş olanı haram kılmıştır. Kim çaresiz kalır da birinin hakkına saldırmadan ve ihtiyaç sınırını da aşmadan bunlardan yerse (bilsin ki) Allah çok bağışlayan ve ikramı bol olandır. Dillerinizin tanımladığı yalanlar için “Bu helaldir, bu haramdır.” demeyin, çünkü o yalanı Allah’a mal etmiş olursunuz! Kendi yalanını Allah’a mal edenler umduklarına kavuşamazlar.” (Nahl 16/114-116)

Sözde hadisler yoluyla bu tür asılsız uydurmalar dünya çapında Müslümanların hayatlarında yozlaşmaya ve helake neden olmuştur. Bugün Müslümanların çoğu, Allah’ın kitabını değil Kur’an’a uygun olmayan çeşitli rivayetleri ve din alimlerinin beyanlarını okuyup ona tabi oluyorlar. Müslümanların son üç yüz seneden bu yana yoksulluğa, yolsuzluğa, sömürgeciliğe maruz kalmaları, kendi toplumlarında hırsızlık, cinayet, tecavüz gibi ağır suçların oranının artması ve Müslüman ülkelerin birbirleriyle sürekli çatışma halinde olmaları tesadüf değildir. Hal böyle olunca, kendilerini sosyalist olarak tanımlayan insanlar, geleneksel dinin takipçilerine bakarak ve İslam’ı geleneksel din çerçevesine oturtup dinin bu olduğunu varsayarak niçin dine girsinler ki? Ne yazık ki geleneksel din anlayışı, bırakın evrensel anlamda insanlığın sorunlarını çözmeyi, sosyal anlamda Müslümanların bile hiçbir sorununu çözemiyor, Gazze de buna dahil. 

Cevabın ikinci yönü, felsefi ideolojilerin etkisidir. Freud, Marx gibi sosyalist ve seküler felsefeciler kendi arzularını tatmin etmek için İslam’a alternatif ideolojiler ortaya attılar. Bunlar esas olarak, insanları zorunlu dini inançlardan kurtardığını ve onlara kim olduklarına karar verme seçeneği verdiğini ve insanları özgürleştirdiklerini iddia eden sapık inanç sistemleridir. Sekülerliğin özü, liberal ideolojinin çatısı altında ne olursa olsun kişinin kendi arzularını tatmin etmesidir.

Hal böyle olunca, geleneksel dini ideolojileri takip eden insanlar ve özellikle Müslümanlar, Kuran’dan uzaklaşmakta ve insanlığın koyu karanlıklar içinde kalmalarına bir nevi sebep olmaktadırlar. Rabbimizin gerçek dini İslam hem Kuran’da, Tevrat ve İncil gibi ilahi kitaplarda (onların orijinal hallerinde) hem de doğanın kendisinde mevcuttur.

Geleneksel dinin takipçiliğini yapan günümüz Müslümanlarının, Gazze’de yaşanan ve yürek parçalayan soykırımı bırakınız durdurmalarını, ona karşı elle tutulur bir çaba içerisine girmelerinin dahi mümkün olmadığı kanıtlandı. Hemen hemen tüm Müslüman milletler ve sözde liderler, Gazze’de süren vahşete geleneksel dinin elverdiği ölçüde kayıtsız kalmaya devam ediyorlar. Sayıları fazla olmasına rağmen birlik olamıyorlar ve siyonistlere karşı dayanışma gösteremiyorlar. Şu bir gerçek ki esas mesele sayı değil doğru dine yani yüce Allah’ın iradesine teslim olamamaktır. Bu durum, geleneksel din mensuplarının, kâfirlere karşı, onların yeryüzündeki zulümlerini durduracak hiçbir güç, statü ve dayanışmaya sahip olmadıklarını ispat etmektedir. Ancak Kur’an, Allah yolunda birliğin İslam’ın temel taşı olduğunu güçlü bir şekilde belirtmektedir. Bunun için müminlerin, tek Rableri olan Allah’ın emri altında toplanmaları gerekmektedir. Güçlü toplum dayanışmayı gerektirir.

Sosyalist ideolojinin üyeleri, Allah’ın emri olan bu benzersiz ve büyük değişiklikler yaratan ilkeyi gerçekte uygulama konusunda çok başarılı oldular. Bugün sosyalistlerin siyonist ideolojiye karşı birliktelikle hareket edip ayakta durmalarına ve olağanüstü dayanışma gayretlerine geleneksel dinin takipçileri dahil tüm dünya tanık oluyor. Haksızlığa karşı birlik olmak için bu temel prensibi uygulamak aslında farkında olmadan Allah’ın iradesine teslim olmaktır. Çoğu sosyalistin, bugün dünyadaki geleneksel dinin takipçileri olan Müslüman veya Hristiyanların acınacak hallerinden dolayı kendilerini dinden bağımsız tuttuklarına inanıyorum. Maalesef ister Hristiyan ister Müslüman olsun, geleneksel dinin takipçileri dünya genelinde bugün Kur’an’daki İslam’dan fersah fersah uzaktadır ve en önemlisi başımıza gelen tüm bu hadiselerin sebebinin de bu olduğunu anlayamamaktadırlar. 

Sosyalistlerin, Gazze dayanışmasının ardından Yüce Allah’ın orijinal kitabında yer alan gerçek İslam’a bir adım daha yaklaşmaları ve adaletsizliğin olduğu her yerde İslam’ın bayrağını dalgalandırarak İslam’ın önderliğini üstlenmeye hazır olmaları ihtimalini göz ardı edemiyorum. Zira adaletsizliğin olduğu yerde dayanışma içinde bulunarak adaletin tesis edilebileceğini geleneksel dinin takipçilerine gösterdikleri malumdur.

Kur’an’a ve Sosyalizme Göre Eşitlik ve Adalet

Allah’ın kitabı Kur’an, toplumda eşitlik ve adaletin önemini vurgular. Allah Kur’an’da şöyle buyurur:

Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve boylara ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, yanlış yapmaktan en çok sakınanınızdır. Allah daima bilen, her şeyin iç yüzünden haberdar olandır. (Hucûrat 49/13)

Bu ayet, sosyal statüleri, zenginlikleri, geçmişleri ve cinsiyetleri ne olursa olsun tüm insanların doğuştan gelen eşitliğinin tanınmasının önemini vurgulamaktadır. Bir bireyin cinsiyetini belirleyen yüce Allah’tır, ancak boşanma, evlilik ve diğer haklar söz konusu olduğunda her iki cinsiyete de eşit davranır. Örneğin, her iki cinsiyet de karşı cinse evlenme teklif edebilir veya boşanma talebinde bulunabilir. Kur’an’ın yanı sıra sosyalistler de toplumsal ilişkilerde her iki cinsiyete de eşit fırsatlar tanınması gerektiği anlamında eşitliğin önemini vurgularlar.

Paylaşma ve Dayanışma

Yüce Allah, inananların paylaşmalarını ve birbirleriyle dayanışmalarını teşvik eder ve bu konuda şöyle buyurur:

Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, kötü şeyleri ve hakka tecavüzü de yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (Nahl 16/90)

Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da yaptıkları iyiliği başa kakmayan ve incitmeyenler[1] var ya onlara Rableri katında ödül vardır. Onların üzerinde ne bir korku olur ne de üzülürler. (Bakara 2/262),

Bu ayetler, kişinin servetini bireysel kazanmasına rağmen, toplumsal ilişkilerde başkalarının yararına harcamasının önemini vurgulamaktadır. Dolayısıyla, Allah inananlara, düzenli olarak zekât ve sadaka verip topluma katkı yapmak suretiyle sosyal güvenliği artırarak sosyal ilişkileri güçlendirmelerini emretmektedir. Benzer şekilde sosyalizm de toplumun her üyesi için sosyal dayanışmanın ve mali güvenliğin önemini vurgular.

Sonuç:

Yüce Allah, kitabında açıkça sosyalizmden bahsetmemekle birlikte, sosyalist ideallerle ilişkilendirilebilecek temel ilke ve öğretileri ortaya koymaktadır. Eşitliğin, paylaşmanın, karşılıklı desteğin, kolektif sorumluluğun, zenginlik ve gücün paylaşılmasının önemi bunun bazı örneklerindendir. Bu ilkeler, sosyalist felsefenin önemli bir yönü olan daha adil ve eşitlikçi bir toplumun temeli olarak görülebilir. Dolayısıyla hem Allah’ın kitabında hem de herkesin uyum ve huzur içinde yaşadığı doğada toplumsal dayanışmayı ve güçlü toplumsal ilişkileri teşvik eden aslında İslam’dır.

Joseph Başaran

York Üniversitesi, Kanada

Haziran 2024

_________________________________

[1] Müddessir 74/6.