Batı’nın Gelişmesinin Paradigması
BATI’NIN GELİŞMESİNİN PARADİGMASI
Yazar: Prof. Dr. Şahlar ASGEROV
(Çeviren: Dr. Fagani BAYLAROV)
Dünyada olup bitenlerin temel aktörünün Batı, konusunun ise Doğu olduğu herkesçe bilinmektedir. XIX yüzyılın ikinci yarısından itibaren Azerbaycan aydınlarının önde gelen kısmı (Ahmet Bey Ağaoğlu, Ali Bey Hüseyinzâde, Mehmet Emin Resulzâde) dikkatini Doğu’nun Batı’ya oranla hayatın birçok alanında (politik, ekonomik ve kültürel) geride kalmasının nedenlerini anlamaya ve bunların giderilmesine yöneltmiştir.
Bizim bazı aydınlarımız bu geride kalmışlığın nedenini dinde görüyorlardı. Bazıları bunun kadınların sosyal durumlarından, bazıları da alfabenin karmaşık oluşundan kaynaklandığını düşünüyorlardı. Söz konusu gerilemeyi ortadan kaldırmanın yollarından biri olarak modernleşme ve Avrupal(ıl)aşmak düşüncesi tüm Doğu’ya yayılmıştır. Mübariz Süleymanlı, “Medeniyette Modernleşme Sorununa Tarihsel Bir Bakış” adlı makalesinde (Simurg Dergisi, sayı 2, 2010) şunu belirtmektedir:
“Avrupalılaşmak ve modernleşmek düşüncesi üzerine tartışmalar Azerbaycan ve Türkiye aydınlarını üç gruba ayırmıştır. Şöyle ki muhâfazakar aydınlar (Cemil Meriç, Türkiye) kültürel açıdan modernleşmenin dinin kaybedilmesiyle sonuçlanacağı kanaatindedirler. Ahmet Bey Ağaoğlu gibi aşırı batıcı konumda bulunan diğer grubun temsilcileri ise Batı kültürünü istisnasız bir şekilde kabul etme taraftarı olmuşlardır. Üçüncü gruba dâhil olan aydınlara gelince, onlar (Ali Bey Hüseyinzâde, Mehmet Emin Resulzâde) bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemeleri takip etmeyi ve kültürel yenilikleri almayı öngörmüşler. Onlara göre, ruhi-manevi değerleri korumak gerekmektedir.”
Görüldüğü gibi, Azerbaycan’ın en ileri görüşlü aydınları, teknolojiye dayalı Batı kültüründen geride kalma konusunda aynı fikirlere sahip değillerdir. Böylece onlar, sorunun çözüme kavuşturulması konusunda da farklı mevkilerde bulunmaktadırlar.
Doğu’nun geride kalmasının nedenlerini doğru bir şekilde belirleyebilmek için bu konuya diğer bir yönden bakmak ve soruyu: “Batı’nın kalkınmasının asıl nedeni nedir?” şeklinde sormak gerektiği kanaatindeyim. Başka bir ifadeyle, Doğu’nun geride kalmasının nedenlerini incelemekle değil, Batı’nın kalkınmasının nedenlerini anlamak suretiyle daha doğru bir bakış açısı yakalamak mümkündür. Böyle bir yaklaşımın avantajlı bir yönü de vardır: Bu, dâhili entelektüel potansiyeli parçalamamakta, aksine, tüm çabaları tek hedefe doğru yöneltmektedir.
Herhangi bir canlının, aynı zamanda insanın da asıl amacı fiziksel yaşamını sağlamaktır. İnsan toplumunun yaşayabilmesi için iki temel potansiyel mevcuttur: Toprak ve İnsan. Toprağın üstü insanların yaşamaları ve çalışmaları, altı ise ekonomiyi düzene sokmak içindir.
Tarihe göre, Doğu halkları verimli ve yer altı kaynaklar açısından zengin topraklara yerleşmişler. Batılıların yerleştikleri araziler ise verimlilik ve zenginlik açısından daha düşük bir orana sahiptir. Söz konusu fiziksel fark tarihin sonraki gidişatını önemli ölçüde etkilemiştir.
Doğu halklarının yerleştikleri toprağın potansiyeli, (yer altı kaynaklar ve arazi) üzerindeki insanların rahatça yaşayabilmeleri için yeterli olduğundan bu halklar kalkınma ve savaşa çok eğilimli değillerdir. Batı ülkelerinin bulunduğu bölgelerin topraklarının potansiyeli, üzerinde yaşayan insanları gerektiği gibi yaşatmaya yeterli olmadığı için bu halklar, son birkaç yüzyıl boyunca sürekli işgal ve sömürü politikası izlemiş ve yaşamayı kolaylaştırmak amacıyla çeşitli teknik araç ve gereçler icat etmeye de önem vermişlerdir. Böylece, Batı’da, âlim ve mûcitlerin sıradan bir vatandaştan (askerden) farkını, başka bir deyişle, akıl gücünün fiziksel güçten defalarca üstün konumda bulunduğunu zamanında değerlendirmiş ve insanın büyük potansiyele sahip olduğunu kavramışlardır. Demek ki Batı düşüncesine göre insanın yaşaması için toprak dışında gerekli olan diğer bir temel potansiyel, insanın kendisidir. O halde toprağın Doğu’da oynadığı rolü, Batı’da İnsan oynamaktadır. Her insan bireysel olarak, toplum ise bir bütün halinde büyük potansiyele sahiptir. Batılılar, kendini koruma içgüdüsünün etkisiyle sevkitabii olarak birbirlerinin değerini bilip millî birlik sergiliyorlar. Biri, diğerini kendine arka biliyor. Toplum bireyin yaşamı için, birey ise toplumun güçlü olması için çaba harcıyor. Bu nedenle de Batı toplumları her zaman kendilerinin “bugün” ve “yarın”ları hakkında düşünüyorlar. Fakir doğa Batılıları aynı zamanda mücadeleci kılmıştır. Şöyle ki Batı insanı sorunlardan korkmuyor, onların üstüne gidebiliyor ve siyâsî açıdan aktif oluyor. Batı’da millî kahraman statüsünde bulunan insanların çok olmasının nedeni de budur. Batı’da devlet inşasına yönelik çalışmalar, birkaç yüzyıldan beri hem toplum hem de insanın güçlü olmasını hedeflemektedir. Bu nedenle insan hak ve özgürlükleri giderek yükselen bir çizgi üzerinde geliştirilmektedir.
Batı’nın gelişmesinin paradigması, insanı varolmanın potansiyeli olarak görmesidir.
Batı için varolmanın potansiyeli şudur: İNSAN + Toprak
Doğu’da yaşamanın temel potansiyeli toprak ve onun altındaki servettir. İnsanların birbirlerine ihtiyaçları azdır. Yani, herkes birey olarak yaşayabildiği için birinin diğerinin yardımına ihtiyacı azdır. Doğu’da sorunun yanından geçmek (üzerinden atlamak) tercih edilir. Bu nedenle de Doğu’da ulaşılması arzu edilen kahramanlık (Enver Sedat’ın İsrail’le savaş sürdüğü halde Tel-Aviv’e gitmesi gibi) örnekleri azdır.
Doğu toplumları, “yarın”ları üzerine değil, daha çok “bugün”leri hakkında düşünürler ve bu yüzden siyâsî açıdan daha az aktiftirler. Onlar tarafından birey ve millî birliğin değeri daha düşük bir oranda anlaşılır. Doğu’da insan hak ve özgürlükleri öncelikli bir konu değildir. Çünkü insan varolmanın potansiyeli olarak görülmüyor. Onu kurşuna dizmek de mümkündür, darağacına çekmek de. Çünkü toplumun yaşaması insana değil, yeraltı kaynaklara bağlıdır. Bu nedenle de Doğu, gelişmiş insani değerlere lakayıttır. Acımasız ceza çeşitleri ve idam, daha çok Doğu ülkelerinde mevcuttur ve orada, birkaç insanın ölümünün toplumun yaşamını etkilemeyeceği görüşü hâkimdir. Batı’da ise bunun tersini düşünüyorlar.
Doğu için varolmanın potansiyeli şudur: TOPRAK + İnsan
Doğu’da toplumun çekirdeği ailedir ve bu kurum bir nevi koruma altındadır. Batı’da toplumun merkezinde aile değil, birey (insan) durmaktadır. Hem toplum hem de devlet insanın hem kişisel hem de profesyonel özelliklerine ilgi göstermektedir. Bu nedenle de insanlığın kalkınmasına neden olan son iki bilimsel-teknik insani devrim (motor ve bilgisayarın icadı) Batı’da ortaya çıkmıştır. Batı, ekonomik değerleri manevi değerlere tercih ederek zenginleşmektedir. Kişisel alanda insana verilen sonsuz özgürlük feci bir sonla sonuçlanmıştır. Batı, en iyi durumda, insanın yapabileceği tüm iğrenç işlere ilgisiz kalmaktadır. Bu tür işleri yapanlara bazen cinsel azınlık da demektedirler. Fakat önlem alınmazsa, söz konusu azınlığın giderek çoğunluğa dönüşme olasılığı büyüktür. İnsan özgürlük ve hakları sınır sever. Sınır olmadığında toplum çabuk çürür. Batı’da bu sınır yoktur.
NOT: Bu makale sitemize yazar tarafından gönderilmiş, kendi bilgisi dâhilinde Türkçe’ye tercüme ettirilmiş ve yayımlanmıştır.
İlgili Yazılar
-
Kur’an’a Göre Sosyalizm ve İslam
8 Haziran, 2024 -
Hikmetli Kur’an Çalışması
5 Ağustos, 2021 -
Düzenden Düzen Çıkar
26 Ekim, 2015 -
İbrahim Gökçe’nin Oruç Sevinci
9 Temmuz, 2015 -
Kur’ân’ın Tanımladığı Müslüman
20 Mart, 2015 -
Kur’an’ın Anlaşılmasıyla İlgili İki Problem
2 Şubat, 2015 -
Metafiziğe – Felsefeye Eleştirel Bakış
20 Ocak, 2015 -
“Tevrat, Zebur ve İncil’e Bakışımız”
2 Ocak, 2015 -
Namaz İbadeti ve Detayları
2 Ocak, 2015 -
Adet Döneminde Cinsel İlişki
14 Mart, 2014