Yazar Hakkında
Suleymaniye Vakfi
Nur Talebelerine Reenkarnasyon Cevabı
Reenkarnasyon, insanın öldükten sonra, ruhunun başka bir bedene girerek hayatını orada devam ettirmesi ve olgunlaştırması fikridir. Eski tabir ile “tenasüh”, yeni tabir ile “ruh göçü”, felsefi tabiri ile “reenkarnasyon”, bir mitolojidir. Yani her toplum ve milletin bazı kesimlerinin tarihi kökeninde farklı isimler altında inandığı ve yaşatmaya çalıştığı bir efsane ve Kur’an’ın ifadesi ile bir esatirdir.
Toplumlardaki bu gibi inançlar, ahirete inanmayanlar için, ölümle yokluk ve hiçliğe gitmekten kurtulmanın çırpınışları ve bir tatmin olma şeklidir. Zira her insanda ebedi yaşama duygusu vardır. Ahirete inanmayan bazı topluluklar, bu gibi inançlarla kendilerine bir türlü ebediyet kazandırmaya çalışıyorlar.
Dünya ve içindekilerden ayrılmak ve bir daha görememek düşüncesi kişiyi çaresiz kılıp, böyle hurafelere sevk ediyor. Reenkarnasyon düşüncesini hem akıl, hem de Kur’an açısından değerlendirecek olursak, ikisi de cevaz vermez.
İslam’a göre reenkarnasyon fikri küfürdür. Kur’an’ın üçte ikisi ölümden sonra ikinci yeni bir hayattan bahsediyor. Kur’an kesinlikle reenkarnasyon düşüncesini kabul etmiyor.
Bütün hayatı iman hakikatlerini izah ve ispat ile geçen ve ikinci diriliş olan ahiretin varlığını iki kere iki dört eder katiyetinde izah ve ispat etmemişsem, “gel iki parmağını gözüme sok” diyen Bediüzzaman, nasıl olur da reenkarnasyona inanabilir. İbni Sina gibi bir dahi “Haşir hakkında akıl yürütülemez, ancak nakli deliller ile inanılabilir.” demektedir. Bediüzzaman ise günümüz gençliğinin çok rahat anlayacağı bir üslup ve mantık pergeli ile yazdığı Haşir Risalesi ve benzeri eserleri ile milyonlarca insanın imanının kurtulmasına vesile olmuştur.
İnsan Allah’tan korkar. Altı bin sayfalık külliyatın nerede ise her sayfasında ahiret, haşir mevzusuna bir şekilde değinmesi bir yana, Onuncu Söz ve Yirmi Dokuzuncu Söz gibi iki tane haşir risalesi yazan, sürgün ve hapislerde geçen çileli hayatında ahiretin varlığı ile teselli bulan bir zatı, iki kere iki dört eder katiyetinde ispat ettiği ahirete inanmamakla ittiham etmek için ahiretteki hesaplaşmayı unutmak lazımdır.
Bütün Külliyatın içinde bir kelimeyi cımbızlayıp ve sonra o kelimeyi herkesin gözünün içine baka baka yanlış anlamlandırıp, oradan Bediüzzaman’a böyle çirkin bir iftira atana, ancak ve ancak ahiretin varlığını hatırlatmakla teselli buluyor ve oraya havale ediyoruz.
“İstinsah” kelimesi nerede, “tenasüh” nerede?.. En basit bir sözlüğe baksanız dahi bu iki kelimenin birbirinden ne kadar uzak anlamlar taşıdığını görürsünüz. İstinsah, “sahifeyi çoğaltmak, nüshasını yazmak, kopya etmek” gibi anlamlara gelirken; tenasüh ise bir kavram olarak, “ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl etmesi” şeklinde ortaya atılan batıl bir inanıştır. İddia sahibi, Bediüzzaman’ın eserinde geçen “istinsah” kelimesini, “Bediüzzaman tenasühe, yani reenkarnasyona inanıyor.” diye yorumlamasını ve buna da kesin bir delilmiş gibi sahiplenmesini anlamak mümkün değildir. Allah bizleri istikametten ayırmasın, kin ve garazdan muhafaza eylesin diye dua etmekle yetinmek istiyoruz.
Bu konuyu açıklarken özellikle önemli gördüğümüz bir kaç noktaya cevap vermek istiyoruz:
1. Bediüzzaman’ın tenasüh konusundaki görüşü:
Bu konuda fazla açıklamaya ihtiyaç duymayan bazı örnekleri, bizzat Bediüzzaman Hazrtetlerinden dinlemekte fayda vardır:
“İşte صَرْحًا kelimesiyle ve şu cüz’î hâdise ile, dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlıkı tanımadığından tabiat-perest olup rububiyet dava eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibka-yı nam eden, şöhret-perest olup dağ-misal meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasühe kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillü mezarlarda muhafaza eden Mısır firavunlarının an’anesinde hükümferma bir düstur-u acibi ifade eder. ”(1)
“َMesela, الْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ âyetiyle gark olan Firavun’a der: “Bugün gark olan cesedine necat vereceğim.” demesiyle, umum Firavunların tenasüh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla…” (2)
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı üzere, Bediüzzaman, tenasüh dediğimiz reenkarnasyon fikrine Firavunların inandığını ve bu yüzden de cesetlerini mumyaladığını dile getirmektedir.
Şimdi insaf ve izan sahibi olan bir kimse, Bediüzzaman Hazretleri gibi, bir allamenin Firavunların inancı olarak takdim ettiği tenasüh fikrine sahip olabileceği ihtimaline ihtimal verir mi?
Üstad’ın aşağıdaki ifadeleri de onun bedenin ölmesiyle, çürüyüp dağılmasıyla ruha bir zarar vermeyeceğini göstermektedir. Bunlar aynı zamanda reenkarnasyonun doğru olmadığını da dolaylı olarak ispat etmektedir:
“Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun? Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi her sene de bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun, haberin var mıdır? Belki her senede, her günde cisminden bir kısım şeyler ölür, yerine emsali gelir. Bunu hiç düşünemiyorsun. Çünkü kafan boştur. Eğer düşünebilseydin, her vakit âlemde binlerce nümuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkâr etmezdin. Doktora git, kafanı tedavi ettir.”(3)
“…kendimi üç büyük cenaze başında gördüm:
“Biri: Elli beş yaşıma kadar, elli beş ölmüş ve hayat-ı ömrümde defnedilmiş Saidlerin kabri üstünde, bir mezar taşı olarak kendimi gördüm.”
“İkinci cenaze: Zaman-ı Âdem’den (A.S.) beri, benim hemcinsim ve nev’im vefat edip mazi kabrinde defnedilmiş olan o büyük cenazenin başında mezar taşı hükmünde olan bu asrın yüzünde gezer, karınca gibi küçük bir zîhayat suretinde kendimi gördüm.”
“Üçüncü cenaze ise; insanlar gibi her sene dünya yüzünde seyyar bir dünyanın vefatıyla büyük dünya da bu âyetin sırrıyla vefat edeceği, hayalimin önünde tecessüm etti.”(4)
“… Öyle ise; madem cesed gelip geçicidir. Mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekasına tesir etmez ve mahiyetini de bozmaz. Yalnız müddet-i hayatta tedricî cesed libasını değiştiriyor. Mevtte ise birden soyunur. Gayet kat’î bir hads ile belki müşahede ile sabittir ki, cesed ruh ile kaimdir. Öyle ise ruh, onun ile kaim değildir. Belki ruh, binefsihi kaim ve hâkim olduğundan; cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklaliyetine halel vermez. Belki cesed, ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil. Belki ruhun libası bir derece sabit ve letafetçe ruha münasib bir gılaf-ı latifi ve bir beden-i misalîsi vardır. Öyle ise, mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misalîsini giyer.“(5)
2. Lemeat’ta yer alan ve Bediüzzaman’ın aşağıdaki manzum ifadesine yapılan itiraz:
“Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Said’den yetmiş dokuz emvat bâ-âsâm âlâma.
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş,
Beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâma.
Mezar taşımla pür-emvat enîndar o mezarımla
Revânım saha-i ukbâ-yı ferdâma…”(6)
İtirazcının burada yaptığı itiraz işin özüyle ilgili değildir. Aksine 79-80 gibi belli bir sayının nasıl olduğuyla alakalıdır. Burada Üstad’ın doğum tarihi 1873 olarak verilmiştir. Çünkü bu, -çok az kimsenin kabul ettiği bir tarih olmasına rağmen- itirazcının işine geldiği için tercih edilmiştir. Bu da konuya bakış açısının “üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek” olduğunu işaretidir. Halbuki, Tarihçe-i Hayat’ta olduğu gibi, Nur talebelerinin büyük çoğunluğuna göre, bu tarih, 1876-1877’dır.
Bir haşiyede Bu manzumenin telif tarihi olarak yer alan “hicri 1337” tarihi, miladi 1919 olarak verilmiştir. Doğrusu miladî, 1918’dir. Gerçi arada pek fazla bir fark yoktur. Şayet o tarih, 1918 kabul edilse, Bedüzzaman o vakit 41 yaşındadır. Şayet 1919 kabul edilse bu taktirde 42 yaşındadır. (1877+41=1918). Doğduğu yıl ile ifade ettiği sekseninci yıl sayılmazsa, bu sayı tam 40 yıl olur.
Kaldı ki, burada Bediüzzaman’ın maksadı, kendi doğum yılını, ay ve gününü nazara alarak bir tespitte bulunmak değildir. Maksat, ölümden sonra insanların ruhlarının baki kalacağını, kabirde bütün bedenin çürümüş olması, kişilerin asli kimliğinin değişmeyeceğini belirtmektir. Bunu da bugünkü müspet ilmin kabul ettiği ve kesin gözüyle baktığı “insanların hücrelerinin büyük çoğunluğunun altı ayda bir ölüp yerlerine başka hücrelerin geldiğini” şeklindeki ilmî gerçekler çerçevesinde yapmıştır. Bu gerçeği “Aşura” adlı makalesinde çok açık olarak ifade etmiştir. Burada da kendi şahsı üzerinden bir açıklama yaparak, bu konuyu manzum şekilde ifade etmiştir. Bunun iki yıl fazla veya eksik olması konuya ne zarar verir!.. Kaldı ki yazılan resmi tarih kayıtlarına rağmen Üstad’ın bu manzumeyi yazdığı sırada kendini 40 yaşında bilmesinin ne sakıncası vardır!.. Belki en doğrusu da budur…
3. “Aşura” Adlı Makale ve Reenkarnasyon İddiası:
“S- “Sen kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali, ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?”
“C- “Ben bu anda seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar, müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.”
“Şu Said, yetmiş dokuz meyyit… bir hayy-i natıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüfden birbirlerini tanımayacaklardır.”
“Ben onların üstünde yuvarlandım. Hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı yüklendi. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim.. öyle de; mevtimle gelecek menzillerde de ben yine benim. Lakin, her senede şu menzilhanelerde zerrat iki muhaceret-i umumi yaptığından (ENE) dahi libasını değiştirir. Yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyer.”(7)
Bu günkü Türkçe ile ifade edersek:
“Ben bu anda, seksen Said’den süzülmüş bir hülasa olarak ortaya çıkmışım. Onlar zincirleme/ardarda gelen şahsî kıyametler ve zincirleme istinsahlar (ardarda gelen nüshalar) ile çalkalanıp beni şu zamana fırlatmışlardır.“
“Şu Said yetmiş dokuz ölü ve bir konuşan canlının özetidir. Eğer zamanın suyu donup dursa ve ardarda gelen Saidler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların (o bedenlerin) üstünde yuvarlandım; iyilikler/güzellikler ve lezzetler dağıldı gitti. Sıkıntılar ve üzüntüler toplandı (şimdiki şahsıma) yüklendi kaldı. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben ben idim… Öyle de ölümümden sonra gelecek konaklarda da yine ben ben olacağım. Ancak her sene konak yerlerindeki zerreler (yani vücuttaki hücreler) yılda iki kere hicret ettikleri (vücuttan ayrıldıkları) için, “ENE” de elbisesini değiştirir; yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyer.”
Bu ifadelerin gerçek manasını anlamak için şu noktalara dikkat etmek gerekir:
a. Bu makalenin hedefi, ölümden sonra insanın kimliğinin aynen devam ettiğinin ispatıdır. Böyle bir makalenin reenkarnasyonla yakından uzaktan ilgisi yoktur ve olamaz da. Onun için bu makalede öyle bir muhteva asla söz konusu değildir.
b. Bu makalede, insanın asıl mahiyetini, özünü meydana getiren unsurun ruh olduğu, onun ölümden sonra da baki kalacağı, bedenin çürüyüp dağılması onun kimliğini etkilemeyeceği hususu işlenmiştir. Bu gerçeğin delili olarak da, her yıl iki defa (altı ayda bir) bedendeki hücrelerin büyük bölümünün ölüp, yerine başka hücrelerin gelmesine rağmen, insan kişilik ve kimliğinin aynen devam etmesi örneği gösterilmiştir. Çünkü, müspet ilimle kesin olarak ortaya konmuş bu hakikat, insanın asıl özü olan ruhun varlığını, birliğini ve devamlılığının göstergesidir.
c. Makalede yer alan “ENE” ben/benlik manasına gelir. Bu ise, insanın özünü yani ruhunu ifade etmek için kullanılmıştır. Risale-i Nur’da bu ifadeye çokça rastlamaktayız. Bu da konunun, ruhun bekası ekseninde cereyan ettiğini gösterir.
d. Makalenin hiç bir yerinde “tenasüh/reenkarnasyon” kelimesine yer verilmemiştir.
İlginçtir; itirazcı adam, makalenin gerek Arapça, gerek Türkçe versiyonunda kullanılan “İstinsah” kelimesini -sırf iftirasına dayanak olsun diye- “tenasüh” olarak tercüme etmiştir.
Halbuki az bir Arapça veya Türkçe bilen şunu çok iyi bilir ki, “istinsah” kelimesi, bir şeyin nüshalarını çoğaltmak, kopyasını almak, kayıt altına almak, kayıtlara geçirmek manasına gelir. Tenasüh ise, bir terim olarak kullanılır ve bununla reenkarnasyon kastedilir.
Nitekim, Kur’an’da “istinsah” kavramı (nestensihu), insanların amellerinin kaydı için kullanılmıştır.(Casiye, 45/29).
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, İkinci Şua.
(2) bk. Emirdağ Lahikası-II, s.128. (86. Mektup, HAŞİYE)
(3) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
(4) bk. Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem’a, On İkinci Rica.
(5) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Mebhas.
(6) bk. Sözler, Lemeât (Ed-Dâî)
(7) bk. Asara-ı Bediiye, İşarat, s.93-94.
Kaynak: http://www.sorularlarisale.com/makale/21516/bediuzzaman_ve_reenkarnasyon.html
İlgili Yazılar
-
Kutlu Doğum Haftası Etkinlikleri
23 Ocak, 2017 -
Risale-i Nur Hakkında Bir Yorum
12 Eylül, 2013 -
Risale-i Nur Tartışmaları
24 Ekim, 2012 -
Nur Talebelerine Reenkarnasyon Cevabı
10 Şubat, 2012 -
Reenkarnasyon Cevabına Cevabımız
10 Şubat, 2012 -
Reenkarnasyon Konusu Cevap – 2
27 Ocak, 2012 -
Reenkarnasyon
6 Ocak, 2012 -
Said Nursi ve Reenkarnasyon – 2
25 Ağustos, 2011 -
Abdulaziz Bey’e Cevap – Üstad ve Reenkarnasyon
25 Ağustos, 2011 -
Şeyhler Yalan mı Söylüyor?
7 Şubat, 2011