Bayındır Doğru mu Söylüyor?
Abdulaziz Bayındır, Hilal tv’den yaptığı bir açıklamada[1] Efendimiz’in Kuran-ı Kerim’i beyan/açıklama görevinin olmadığını savunuyor. Nahl suresinde geçen “biz sana Zikr’i/Kuran’ı indirdik ki onu insanlara beyan edesin” (Nahl, 44) ayetinde yer alan li tübeyyine kelimesini âlimlerin yanlış anladığını ileri sürüyor. Aslında beyanın açıklamak, tafsilata dökmek anlamına gelmediğini, bilakis “gizlememek” anlamına geldiğini belirtiyor. Bu durumda Hz. Peygamber’in görevi Kuran-ı Kerim’i açıklamak değil, onu insanlara iletmek, gizlememektir. Bu sadette Kuran-ı Kerim’den bir başka ayete atıf yaparak görüşünü teyid etmeye çalışıyor Bayındır. Atıf yaptığı ayeti kerime de “kendisine kitap verilenlerden onu insanlara beyan etmeleri konusunda biz söz aldık.” (Al-i İmran, 187) ayeti.
Bayındır bu ayetteki beyan ile Efendimiz’in görevi olan beyan arasında bir fark olmadığını savunuyor. Böylece diyor ki, kendilerine kitap verilenler olarak bizler, ilkokul eğitimi almamış olanlarımız da dahil, Kuran-ı Kerim’i beyanla mükellef olduğumuz gibi Hz. Peygamber efendimiz de aynı beyanla mükelleftir. Bu beyan, ulemanın anladığı gibi tefsir ve şerh etmek değil, gizlememektir. Sıradan bir Müslüman da Kuran-ı Kerim ayetlerini gizlemeyecek, peygamber de gizlemeyecek… Özetle Bayındır’ın iddiası bu.
Bu iddiaya kısa bir cevap sadedinde birkaç hususu aydınlığa kavuşturmam gerekiyor. Birincisi, ilgili ayette geçen “tebyin” kelimesinin manasıyla alakalı. Mezkur kelime tef’il babından mastardır. Kelimenin mücerred halinin mastarı/kökü “beyan” dır. Bu da vâzıh olmak manasındadır. Türkçede ayan beyan deriz, açık ve net anlamına gelir. Keza vuzûha kavuşturmak tabirini de kullanırız. Ayrıca izah, tavzih gibi kelimeler de dilimize vuzûh kökünden geçmiştir. Hepsi açıklık, netlik kök anlamında ortaktır.
Tebyin ise iki anlama gelir: İlki tavzih, diğeri vuzûh… Bu açıklamalar Arap lügatının en muteber sözlüklerinin belli başlılarından olan Lisanü’l-Arab’a aittir. Diğer Arap dili kamuslarındaki açıklamalar da bu yöndedir.
Birinci anlamına göre fiil müteaddî/geçişkendir. Bir tavzih edilen mef’ul/nesne gerektirir. İkincisi lazım/geçişsiz fiildir. Bir şeyi vuzuha kavuşturmayı değil, bir şeyin kendisinin vazıh/açık-net olduğunu ifade eder.
İlgili ayette geçen tübeyyinü fiili mef’ul almıştır, geçişlidir. Dolayısıyla kelime tavzih etmek manasına gelir ki Hz. Peygamber Efendimiz’in insanlara indirilen vahyi tebyin, tavzih görevine dikkat çeker.
Tavzih etmek de, vâzıh kılmak, vuzûha kavuşturmak, açık ve net kılmak demektir. Şimdi Kuran-ı Kerim’in Arapça bir beyan olduğunu göz önünde bulundurarak Arap dilinin verilerine istinaden ayeti şöyle anlamak durumundayız: Allah (azze ve celle) Hz. Peygamberimiz’den ayetleri açık-net, vazıh biçimde insanlara iletmesini istemektir.
Şu halde sorulması gereken soru şudur: Bayındır’ın tebyin kelimesine yüklediği anlam kelimenin doğru anlamı mıdır? Tebyin gizlememek mi demektir? Ayetlerin gizlenmemesi onların açık-net, vazıh biçimde iletilmesi anlamına gelir mi?
Şüphesiz bu sorulara müspet cevap vermek mümkün değil. Vâzıh kılmak ya da açık net ifade etmekle gizlememek arasında fark olduğu aşikârdır. Gizlememek vazıh kılmanın ilk şartıdır. Sözü gizleyen kimse onun muhataplara açık ve net biçimde ulaşmasına mani olmuştur. Ama bir sözü şu veya bu şekilde muhataplara ileten, gizlemeyen kimse onu açık net kılmış demek de değildir. Haddi zatında farklı anlamalara açık olan kapalı ifadeleri olduğu gibi muhataplara aktaran kimse -her ne kadar sözü gizlememiş olsa da- onu açık net kılmış, ayan beyan hale getirmiş değildir. Çünkü sözden maksat birinci derecede ifade ettiği mana ve onun üzerinden muhatabın zihin dünyasına iletilmek istenen mesajdır. Mana ve mesajı anlaşılamayan bir cümleyi gizlememek, titizce muhataplara iletmek onu beyan etmek demek olmadığı gibi nübüvvetin amacı da değildir.
Bu demek oluyor ki ilgili ayetten “vahyi gizlememek” gibi bir mana çıkarmanın Arap dilinde mesnedi yoktur. Bu mesnetsiz iddiayı mesnet kabul edip buradan Hz. Peygamber efendimize rol biçmenin, görev alanını sınırlamaya kalkmanın izahı var mıdır, bilen beri gelsin.
Tebyin kelimesinin manasına dair bu tahlilden sonra şunu sormak durumundayız: Allah Resulü’nün, Kuran-ı Kerim’de açıkça yer almayan -gerek sözlü gerek fiilî- açıklamaları olmadan Kuran-ı Kerim’in açık ve net biçimde muhataplara iletilmiş olması mümkün müdür? Bunu şöyle de sorabiliriz; sünnet olmadan Kuran-ı Kerim’in açık ve net biçimde insanlara iletilmiş olduğunu söyleyebilir miyiz? Sözgelimi namaz, oruç, zekat vb. Kur’ân emirlerinin Hz. Peygamber’in açıklamaları olmadan açık ve net olduğu iddia edilebilir mi? “ve ekîmû’s-salah” (salatı ikame edin) ayetini duyan insanların zihninde salâta dair uygulanabilir açık-net bir karşılık oluşmuş mudur?
Soruları uzatmaya gerek yok, böyle bir karşılığın oluşmadığı ve oluşmayacağı açıktır. Çünkü salâtın, –Bayındır’ınki de dahil- bugün uyguladığımız haliyle karşılığı ancak Hz. Peygamber efendimizin sünnetinde vucut bulmuştur. Ve biz yüzyıllardır kesintisiz biçimde salât ibadetini sünnetten öğrendik ve yine sünnete istinaden uygulamak suretiyle bugünlere taşıdık.
Allah Resulü’nün Kur’ân-ı Kerim’i açıklamak yahut onu insanlara açık net biçimde iletmek gibi bir görevi olmadığını, aksine bu meyanda munhasıran onu gizlememek gibi bir görevi olduğunu iddia eden Bayındır, salâtın sadece yüzlerce örnekten birini teşkil ettiği bu gibi nebevi açıklamaları, talimleri Hz. Peygamber’in üzerine vazife olmayan bir işi yapması nevinden mi değerlendirmektedir? Hz. Peygamber’in görev alanına girmeyen ve vakıa açık net biçimde iletilmiş olabilmesi için açıklamaya şiddetle ihtiyaç duyulan bu gibi Kur’ân emirlerini insanlara açık net biçimde iletmek kimin görevidir? Yoksa insanlara, Kur’ân apaçık bir kitaptır. Bunları açıklamak diye bir şey sözkonusu olmadığı gibi açıklamak mevzu bahis olsa bile bunları açıklamak kimsenin görevi değildir. Dolayısıyla namazın nasıl kılınacağını peygambere sormak ve ondan cevap istemek gibi bir hakkınız yoktur. Gidin Kur’ân-ı Kerim’i alın elinize ve oradan kendi namazınızı kendiniz öğrenin mi denmiştir? En azından Bayındır böyle mi öğrenmiştir?
Son söz, Kur’ân-ı Kerim’in beyanı onun uygulanabilir, hayata taşınabilir biçimde açık ve net surette ortaya konması, insanlara sunulması demektir. Bu, ayetlerin kelime kelime insanlara iletilmesi yanında mana ve mesajının da zihinlerde şüpheye mahal kalmayacak biçimde ulaştırılması anlamına gelir. Şu halde Hz. Peygamber efendimizin ayetleri tebyin etmiş olabilmesi insanlara Kur’ân-ı Kerim’in lafzını tebliğin yanında mana ve mesajını da tebliğ/tebyin etmiş olmasına bağlıdır. Bu itibarla Kur’ân-ı Kerim’i, hiçbir kelimesini gizlemeden ayet ayet insanlara tebliğ etmek Hz. Peygamber efendimizin görevi olduğu kadar mana ve mesajını –kavlî, fiilî, takrirî sünnetiyle- insanlara açıklamak da görevidir…
Talha Hakan Alp
http://www.darulhikme.org.tr/?sf=haber&haberid=928
[1] bkz., http://www.facebook.com/video/video.php?v=206060986119017&oid=219668224746796&comments
İlgili Yazılar
-
Ekip Çalışması Konusunda Bir İtiraza Cevap
6 Ekim, 2017 -
Kurban
15 Eylül, 2014 -
Şefaat
14 Kasım, 2012 -
Din ve Deyn
8 Ekim, 2012 -
Faizsiz Sukuk!
22 Eylül, 2012 -
Mümin Kimdir?
10 Eylül, 2012 -
Tanrıtanımazlar – Ateistler
3 Eylül, 2012 -
Vasiyet Ayetine Verdiğimiz Meal ile İlgili Tenkit
22 Ağustos, 2012 -
Fitre ve Bayram Namazı
17 Ağustos, 2012 -
Hocalar Ne İş Yapar
14 Ağustos, 2012