Yazar Hakkında
Abdulaziz Bayındır
Sayın Cumhurbaşkanım, Allah’ı İkinci Sıraya Koyanlardan Olmayın
20 Aralık 2017 günü yaptığınız bir konuşmada Fahrettin Paşa’nın Nebîmizin kabri başında söylediği iddia edilen aşağıdaki sözü “Peygamberimize o güzel yakarış” diyerek üstüne basa basa tekrarladınız:
“Ya Resulallah! Senin için savaşanlarla sana karşı çıkanları görüyorsun. Allah’ın yardımını bize ulaştır!”
Nebîmiz ölmüştür. Ölülerden yardım istenmesi ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“De ki ‘Allah ile aranıza koyarak yardıma çağırdıklarınızın ne olduklarına baksanıza! Gösterin bana, yeryüzünde neyi yaratmışlar? Yoksa göklerde bir payları mı var? Doğru söylüyorsanız bu konuda bana, daha önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kırıntısı getirin.’
Allah ile arasına koyarak, kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek kimseleri yardıma çağırandan daha sapık kimdir? Onlar, bunların çağrısının farkında bile olamazlar.
İnsanların bir araya getirildikleri gün bunlar (kendilerinden yardım istenenler) onlara düşman olacaklar ve yaptıkları kulluğu kabul etmeyeceklerdir.”(Ahkaf 46/4-6)
Hristiyanlara göre “Mesih İsa, insanlarla Allah arasında tek aracıdır[1]. O, Baba’nın yanında onların avukatlığını yapar. Lehlerine aracılık etmek için hep canlıdır[2].
Bu inanç, asıl nüshası kaybolmuş Matta İncili’ne[3] eklenen ve İsa aleyhisselamın vefatından üç gün sonra kabrinden çıkarak 11 havarisine söylediği iddia edilen şu sözlere dayandırılır:
«Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin. Size buyurduğum her şeye uymayı onlara öğretin. İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim.»(Matta 28/16–20)
İsa aleyhisselamın şu ifadesi, bu gibi sapıklıkların, daha o hayatta iken başladığını gösterir:
“Kendi geleneğinizi sürdürmek için Tanrı buyruğunu bir kenara itmeyi ne de güzel beceriyorsunuz!” (Markos İncil’i 7. Bölüm 9. cümle)
İsa aleyhisselamın Ahirette, bu konuda neler söyleyeceğini, şu âyetlerden öğrenelim:
“Bir gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Bu insanlara: “Beni ve anamı Allah ile aranıza iki tanrı olarak koyun!” sözünü sen mi söyledin?’ İsa diyecek ki “Ben sana içten boyun eğerim. Benim doğru olmayanı söylemem olacak şey değildir. Eğer söylediysem, zaten bilirsin. Sen, benim içimi bilirsin ama ben Senin içini bilmem. Bütün gaybı (kalpleri) bilen sadece Sensin!”
Bana ne emrettiysen ben onlara onu söyledim. ‘Benim Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!’ dedim. Aralarında bulunduğum sürece onlara şahittim. Beni vefat ettirdikten sonra onlar, sadece senin gözlemin altındaydılar. Her şeye şahit olan Sensin. Eğer azap edersen onlar senin kullarındır. Ama bağışlarsan, üstün olan ve bütün kararları doğru olan Sensin.”
Allah diyecek ki “Bugün doğruların, doğruluklarından yararlanacakları gündür. İçinden ırmaklar akan cennetler onlar içindir. Orada ölümsüz olarak sonsuza dek kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razı olacaklardır. En büyük kurtuluş işte budur.”(Mâide 5/116-119)
İsa aleyhisselamı sakıntıya sokanlar Yahudi bilginleridir. Şu âyetler, Yahudi bilginlerinin Nebîmiz hayatta iken, Müslüman kılığına girerek Müslümanları da sıkıntıya soktuklarının delilidir:
“Şimdi siz bunların (bu Yahudilerin) size inanıp güvenmelerini mi bekliyorsunuz? İçlerinden birtakımı Allah’ın sözünü dinler, akıllarına da yatar, sonra onu başka tarafa çekerler. Bunu bile bile yaparlar.
Allah’ın Kitabına güvenenlerle karşılaşınca “Biz ona güveniriz!” derler. Birbirleriyle baş başa kalınca da şöyle derler: “Allah’ın size gösterdiği şeyi (Kur’an’ın doğruluğunu) ne diye onlara söylüyorsunuz? Sahibinizin (Rabbinizin) katında size karşı delil getirsinler diye mi? Hiç aklınızı çalıştırmaz mısınız?”
Bilmezler mi? Allah onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da!
Onların bir kısmı ümmîdir; Kitab’ı değil, onunla ilgili kurguları bilir ve sadece tahmin yürütürler. Fakat elleriyle kitap yazan, sonra onunla geçici bir çıkar sağlamak için “Bu Allah katındandır!” diyenlerin çekeceği var. Hem yazdıklarından dolayı çekecekleri var hem de kazandıklarından dolayı çekecekleri var!”(Bakara 2/75-79)
Kur’an’da geçen “من دون الله = Allah’ın dûnundan” ifadelerinin anlamını değiştirenler de bu Yahudiler olmalıdır. “Dûn” sözlükte; üstün zıddı, en üst mertebeden aşağıca, başka ve en yakın anlamlarına gelir[4].” Allah’ın dûnu, Allah’tan aşağı, insanlardan yukarı seviyede, Allah ile kulu arasında bir yeri ifade için kullanılır. İnsana sinir uçlarından ve şah damarından da yakın olan Allah’ı uzakta sayarak araya aracılar koyanları gösteren bu kelimenin geçtiği âyetlerin anlamları kaydırıldığı için şirki doğru tarif eden bir kitap bulmak çok zordur. Arapçayı bilen biri, yukarıda geçen Ahkaf 4-6. âyetlere nasıl meal verildiğine baksa çarpıtmanın boyutlarını kolayca görür.
Kimse birden fazla Allah’ın var olduğunu iddia etmez. Müşriğin yaptığı, araya koyduğu varlığa, Allah’a ait özellikler yakıştırmaktır. Bu sebeple onu ölümsüz, olağanüstü duyma, görme, anlama ve yardım etme özelliklerine sahip sayar ve üstelik bu özellikleri ona, Allah’ın verdiğine inanır.
Allah’ı ikinci sıraya koyma işi İblis ile başlamıştır. Âdem’e secde etmesi için verilen emre uymayınca Allah:“Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen ne oldu?” diye sorar. İblis de: “Ben ondan iyiyim. Beni ateşten yarattın ama onu balçıktan yarattın.” diye cevap verir.
Allah ona der ki “Yıkıl oradan! Orada büyüklük taslamaya hakkın yoktur. Defol! Sen kendi değerini düşürenlerdensin.”(Araf 7/12-13)
İblis, laf cambazlığı ile secde emrini Allah değil de sanki Âdem vermiş gibi göstererek kendini ilk sıraya, Allah’ın emrini ikinci sıraya almıştır. Bulunduğu yerden kovulmasının sebebi budur.
İsrail eski Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e: “Kur’an, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” denince “Kur’ân’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin! Düşünürüz.” diye cevap verir[5]. Bu, onların Kur’an’a karşı savaşlarının kesintisiz devam ettiğinin bir işaretidir.
Sayın Cumhurbaşkanım! Fethullah kendini kâinât imamı sayıp çevresindekilerin onu ilk sıraya, Allah’ı ikinci sıraya koymalarını sağladı ve Allah onu bulunduğu yerden kovdu. Artık tevbe edip yaptığı yanlışları insanlara açıklamadan kimse onu eski konumuna getiremez. Eğer siz bu yolu terk etmezseniz FETÖ ile mücadeleniz sadece bir iktidar mücadelesine dönüşür ve sizi büyük sıkıntılara sokar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ayetleri görmezlikte direnenlere önce süre verir sonra yakalarım. Hak edilen cezayı vermem nasıl olurmuş, anlayın!”(Ra’d 13/32)
“Kural böyledir; Kur’an’ı Arapça hükümler olarak indirdik. Bu bilgi sana geldikten sonra onların arzularına uyarsan, Allah’a karşı senin ne bir dostun ne de koruyucun olur.”(Ra’d 13/37)
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır
[1]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, İstanbul 2000, paragraf 480,. (Papa 14. Lui’nin (Episkopos II. Jean Paul) emriyle 1986’da Kardinal Joseph Ratzinger başkanlığında kurulan 12 kişilik bir heyetin altı yıllık çalışmasıyla meydana getirilmiştir. Dominik PAMİR Türkçe’ye çevirmiş, Türkiye Episkoposlar Konferansı adına neşredilmiştir.
[2]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519.
[3]Hikmet Tanyu, AHD-i CEDÎD, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi cilt: 1; sayfa: 501
[4] Mütercim Asım Efendi, Kâmusu’l-Muhît Tercümesi, c. VI, s. 5355, Yazma Eserler Kurumu Bşk. Yay. İstanbul 2014.
[5]Ergun Göze, Tercüman Gazetesi, 1986.
İlgili Yazılar
-
Kuramer Kuramer’e Karşı
27 Aralık, 2018 -
Nasr Suresinin Başına Gelenler
6 Şubat, 2018 -
Nuh Tufanı İle İlgili Değerlendirmemiz
8 Ocak, 2018 -
Sayın Cumhurbaşkanım, Allah’ı İkinci Sıraya Koyanlardan Olmayın
23 Aralık, 2017 -
İdlib Katliamı
5 Nisan, 2017 -
Paralel Dinin Kâinat İmamı
27 Temmuz, 2016 -
Kuşların Günlük İbadet Vakitleri
6 Temmuz, 2015 -
Diyanet İşleri Başkanlığına ve Destekçilerine Açık Mektup
30 Haziran, 2015 -
Nebîyi ve Ulemâyı Tanrılaştırma
22 Mayıs, 2015 -
Halifelik Makamı ve Teokrasi
22 Mayıs, 2015