Osmanlı’nın Çöküş Devrinde Din – 1

Sultan II. Abdulhamid’in Ulema İle İlgili Değerlendirmesi

Japon imparatorluk ailesine mensup bir Prens, kendisini ziyarete gelir. imparatorundan özel bir mektup getirir. Ondan İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini açıklayacak güçte bir dînî-ilmî heyet ister. Sultan, Japonya’da İslam’ın yayılması için maddi sahada mümkün olan her şeyi yapar ama İmparator’un istediği dinî-ilmî heyeti gönderemez. O, Sultan’ın içinde hicran olmuş bir hatıradır. Bunun sebebini şöyle ifade eder: ” Düşündüm ki, Japon imparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim Japonlardan evvel kendi milletimin ve halife olarak İslam âleminin istifadesini temin ederdim…” Sultan’a göre o alimlerin ilmî kudretleri kadar dünyayı algılama tarzları da İslam’ın geleceği üzerinde bu kadar büyük etki yapacak bir konuyu ele almaya ve sonuçlandırmaya müsait değildir. O, bunun sebebini şöyle açıklar: “Japon imparatorunun istediği Müslüman din alimlerini yetiştirecek feyyaz menbâlar artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu[1].”

İslam alemi Kuran’dan uzaklaşalı asırlar olmuştu. Şeyhler ve mezhep imamları kutsallaştırılmış, onların sözleri Kur’an ve sünnetin yerini almış ve Müslümanlar Kur’an ve sünnet ışığında yeni fikirler üretmeyi büyük günahlardan sayar hale gelmişlerdi. Bu sebeple inandıkları değerlere olan güvenleri azalmış, kendilerini hakir, kimi şahısları da olduğundan büyük görmeye ve onlar için hayali makamlar uydurmaya koyulmuşlardı. Sonra da bu şahısların kendilerine manevi yardım yapacağına inanmışlardı. Bu inanç, toplumu kanser gibi sarmış ve Birinci Dünya Savaşı’nda o koskoca gövdenin tarihe gömülme sebeplerinden olmuştu. Geride kalanlar, o yanlış inancın bağlıları olmaya devam etmektedirler. Ayette şöyle buyurulur: “Bir millet kendinde olanı bozmadıkça Allah onlarda olanı bozmaz. Allah bir millete ceza vermek istedi mi artık onun önüne geçilemez. Zaten onların ondan başka bir koruyucuları da yoktur.” (Ra’d 13/11)

Müslümanları Batıran Şirk

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi ile ilgili resmi belgelerde, savaşı kazanmak için Allah’ın yanında Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin yardımının da beklendiği görülmektedir. Sanki o, Allah’ın elçisi değildir de hâşâ, Allah’ın yanında ikinci bir tanrıdır. Sanki o, ölmemiştir de diridir. Sanki o, kendine yapılan çağrıları işitme, olayın geçtiği yeri görme ve istediğine istediği yardımı yapma yetkisine sahiptir[2]. Allah Teâlâ bu şekilde yardım bekleyenleri sapık sayıyor. “Allah’ın berisinden kıyâmete kadar kendisine cevap veremeyecek olanı çağırandan daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler. (Ahqâf 5) Şimdi belgelerdeki ifadelere bakalım:

a- Sultan Reşad’ın savaş ilanı ile ilgili beyannâmesinin son bölümünde yer alan ifadeler: “…Hak ve adl bizde zulüm ve udvan düşmanlarımızda olduğundan düşmanlarımızı kahretmek içün Cenab-ı âdil-i mutlakın inâyet-i samadâniyesi ve Peygamber-i zîşânımızın imdâd-ı maneviyesinin bize yâr u yaver olacağında şüphe yoktur..,[3]” Bu ifadeyi şöyle sadeleştirebiliriz: ” Biz haklı ve dürüst, düşmanlarımız ise zalim ve saldırgan olduğundan düşmanlarımızı yere sermek için adaleti şaşmaz olan Allah’ın yüce desteğinin ve şanlı Peygamberimizin manevi yardımının bize yar ve yardımcı olacağında şüphe yoktur…”

b-Başkumandan vekili[4] Enver Paşa’nın beyannamesi şu ifadelerle başlamaktadır: “Allah’ın inayeti, Peygamberimizin imdâd-ı ruhâniyesi ve mübarek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı kahredecekdir.” Beyannâme’nin orta kısmında şu ifadeler vardır: “…Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda peygamberimizin ve sahabe-i güzîn efendilerimizin ruhları uçuyor…[5]” Bu ifadeler şöyle sadeleştirilebilir: “Allah’ın desteği, Peygamberimizin ruhânî yardımı ve mübarek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı yere serecektir.” “…Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda Peygamberimizin ve onun seçkin arkadaşlarının ruhları uçuyor..”

c- İslam ülkelerini cihada davet beyannamesi: Bu beyanname Meclis-i Ali-i ilmî (Yüksek ilim Kurulu) tarafından hazırlanmış ve halife sıfatıyla Sultan Reşad tarafından imzalanmıştır. Beyannamenin altında en üst seviyeden toplam 34 alimin imzası da vardır. Bunların arasında üçü eski, birisi görevde olmak üzere dört şeyhülislam ve Fetva Emini Ali Haydar Efendi de vardır. Beyannamenin dördüncü paragrafı şu ifadelerle bitmektedir: “… Dîn-i mübîn-i ilâhîsi namına cihada şitâbân olan müslimîni her bir hususta mazhar-ı fevz ve nusret buyuracağı inâyet ve eltâf-ı celîle-i samâdânîden mev’ûd ve şeriat-ı garrây-ı Ahmediyenin i’lây-ı şânı içün fedây-ı cân ve mal eyleyen ümmet-i nâciyesine zahîr ve destgîr olmak içün ruhâniyet-i mukaddese-i nebeviyye hazır ve mevcuddur.” Beyannâme’nin son paragrafı da şöyledir: ” Ey mücâhidîn-i İslâm Cenab-ı Hakk’ın nusret ve inâyeti ve Nebiyy-i muhteremimizin meded-i ruhâniyetiyle a’dây-ı dîni kahr ve tedmîr ve kulûb-i müslimîni sermedî seâdetlerle tesrîr eylemeniz va’d-ı celîl-i ilâhî ile müeyyed ve mübeşşerdir[6].”

Bu ifadeleri şu şekilde sadeleştirebiliriz: “Allah’ın açık dini adına hızla savaşa çıkan Müslümanları her konuda başarılı kılıp yardım edeceğine onun yüce lütuflarıyla söz verilmiştir. Hz. Ahmed’in[7] aydınlık şeriatını yüceltmek için canını ve malını feda eden ümmet-i nâciyesine[8] arka çıkıp elinden tutmak için Hz. Peygamberin muhakaddes ruhu hazır ve mevcuttur…” “… Ey islam mücahitleri! Allah Teâlâ’nın yardımı ve desteği, muhterem Peygamberimizin ruhaniyetinin yardımı ile din düşmanlarını yere serip yok etmeniz ve Müslümanların kalplerini sonsuz mutluluklarla sevindirmeniz Yüce Allah’ın verdiği söz ile teyit edilmiş ve müjdelenmiştir.” Soru-Müslümanlar kafirlere karşı cihada çıkıyorlar. Bu, Hz. Peygamberi memnun edecek bir davranıştır. Elbette o, ruhaniyetiyle Müslümanlara yardım edecektir. Onun seçkin sahabelerinin ruhlarının Müslümanların başları ucunda uçması da yadırganamaz. Çünkü bu savaşta sahabeler de yer almak isterler.

Cevap- Eğer Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve onun seçkin arkadaşları hayatta olsaydı elbette bundan çok memnun olur ve Müslümanların başarısı için ellerinden gelen her şeyi yaparlardı. Ama artık onlar ölmüşlerdir. Bizim yapmamız gereken, kendi hayallerimize göre davranmayı bırakıp Hz. Muhammed’in getirdiği Kur’an-ı Kerim’e uymaktır. Allah Teâlâ kendinden başkasının yardıma çağrılmasını Kur’an’da şirk saymış ve kesinkes yasaklamıştır. işte böyle. Kuşkusuz Allah haktır ve O’ndan başkasını çağırmanız ise batıldır.(Hac 22/62) Zaten Allah’tan başka yardıma çağrılan kim olursa olsun onun hiçbir şeye gücü yetmez. işte Rabbiniz olan Allah, hakimiyet onundur. Ondan başka çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak koşmanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyi bilen Allah gibi, haber vermez. (Fatır 35/13-14) Allah’tan başkasını olağan dışı yollarla yardıma çağırmak şirktir. Allah böylelerine yardım etmez. “inananlar ve imanlarını şirkle[9] bulandırmayanlar var ya işte güven onların hakkıdır; doğru yolu tutturanlar da onlardır.” (En’am 6/82)

Birinci Dünya Savaşi’nda Müslümanlarla savaşan ingiliz, Fransiz, italyan ve Yunanlilar da zafer için Allah’a dua etmiyorlar miydi sanki. Ama onlar, Hristiyan olduklari için Allah’in yaninda Hz. isa’yi da yardima çagiriyorlardi. Öyleyse Müslümanlarla onlarin ne farki kaldi? Üstelik onlarin elindeki kitap bozulmuş, Müslümanlarin Kur’an’i hiç bozulmamiştir. Hem Kur’an’a göre Allah’tan başkasini yardima çagirmak, dogru yola girmişken geriye çevrilmek ve açik arazide şaşkina dönmektir. De ki: Allah’in berisinden bize ne bir fayda ne de zarar verecek olani çagiralim da Allah bizi dogru yola sokmuşken ökçelerimiz üzerine geri çevirilmiş mi olalim? Tipki şeytanlarin açik araziye çektikleri şaşkin kimse gibi mi? Hem onu, “Bize gel.” diye dogru yola çagiran arkadaşlari da olmuş olsun. Onlara de ki, “Dogru yol ancak Allah’in yoludur. Bize verilmiş emir alemlerin Rabbine teslim olmamiz içindir.(En’am 6/71)

Soru- Müslümanlar tarih boyunca çok yenilgiler almişlardir. Bu Allah’in onlari bir imtihanidir. Nitekim Hz. Muhammed’in ordusu da Uhud Savaşi’nda yenilmişti. Ama onun gayretleriyle daha sonra durum lehlerine çevrilmişti. 

Cevap- Burada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir komutan olarak büyük gayret göstermiş ve durumu lehine çevirmeyi başarmiştir. Fakat ” Ben Allah’in elçisiyim. Benim duam ve manevi destegimle bu savaş kazanilir.” dememiştir. Bütün savaşlarinda, bir komutan olarak yapilabilecek her şeyi yapmiştir. Yenilgi dedik ya, cephede yenilmek o kadar önemli degildir. Toparlanir, düşmana daha büyük bir darbe vurabilirsiniz. Asil yenilgi içten yenilgidir. işte o zaman yapacaginiz bir şey olmaz. Müslümanlar içten yenilmişlerdir. Onlar kendi siyasi, sosyal, iktisâdî askerî düzenlerine olan güvenlerini çoktan yitirmişlerdir. Bunlarin yerine Batili sistemleri ikame etme çabalari hep bu güvensizligin sonucudur. Bunu daha iyi anlamak isteyenler, Müslümanlarin hararetle destekledigi okullarda hangi sistemin ögretildigine baksinlar. Büyük maddi imkanlarla desteklenip Avrupa’ya ve Amerika’ya gönderilen ögrenciler, hangi sistemi ögrenmeye gidiyorlar? Kendi sistemimizi ögretmek için harcadigimiz çabayi bununla kiyaslarsak korkunç bir fark ortaya çikar. işte bunlar bati karşisinda kafamizi dik tutmamizi engellemektedir.

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

_____________________________________________________


[1]- Fethi OKYAR, Üç Devirde Bir Adam, istanbul 1980, s.101-103.

[2]- Bu konu ile ilgili geniş bilgi, sitemizin Tarikatçilik bölümünde yer alan “Olagan Disi Yollarla Yardim” basligi altinda verilmistir.

[3]- 22 Zilhicce, 1332 tarihli Beyannâme-i Hümâyûn, Cerîde-i ilmiyye, Muharrem 1333 tarihli nüsha, Sayi 7, s. 436.

[4]- Başkumandan padişah oldugu için Enver Pasa padişahtan sonra en yetkili askerdir.

[5]- Başkumandanlik Vekaletinin Beyannamesi, Cerîde-i ilmiyye, Muharrem 1333 tarihli nüsha, Sayi 7, s. 436 ve 437.

[6]- 4 Muharrem 1333 (23 Kasim 1914) tarihli Beyannâme, Cerîde-i ilmiyye, Muharrem 1333 tarihli nüsha, Sayi 7, s. 456 ve 457.

[7]- Ahmed, Hz. Muhammed’in isimlerinden biridir. [8]- Ümmet-i nâciye, Kur’an’ın istediği inanç ve davranıs içinde bulunan ümmet anlamınadır. [9]- Ayette sirk diye tercüme edilen kelime “zulüm” dür. Bu anlam hem bir önceki ayetten, hem de Lokman suresinin 13. ayetindeki “Sirk gerçekten büyük bir zulümdür.” ifadesinden anlasilmaktadir.