Yazar Hakkında
Abdulaziz Bayındır
İslam’da Müzik
Müzik konusu tarih boyu hemen bütün medeniyetlerin konusu ve problemi olmuş bir konudur. İnsanlar tarihin her döneminde müziğin gizemli dünyasından istifade etmeye çalıştıkları gibi, müzik sebebiyle meydana gelen bir takım olumsuzluklardan da şikayetçi olmuş ve bunun önünü almaya çalışmışlardır.
İslâm tarihinde de tarih tekerrür etmiş, insanlar müziğin gizemli dünyasından kendilerini alamamışlar, bununla beraber çeşitli sebeplerden dolayı olumsuz sonuçlarından da kaçınamamışlardır. Bu da müziğin meşruluğunu tartışma konusu yapmıştır. Yaptığımız araştırmada konu ile ilgili vardığımız sonuçları şu şekilde özetleyebiliriz:
I- Kur’ân-ı Kerim’de ses sanatı olarak “müzik” kavramını ifade eden özel bir kelime ve kavram bulunmamaktadır. Ancak müziğin muhtevası, icrası ve sonuçlarını ilgilendiren ve bu hususlarda temel ölçü sayılacak kurallardan söz eden bir çok ayet-i kerime yer almaktadır. Bu kuralları şu şekilde özetleyebiliriz:
1- Müziğin, insanları Allah yolundan alıkoymaması.
2- Din ve dince mukaddes kabul edilen şeyleri alay konusu etmemesi.
3- Dini sorumluluk ve görevleri ihmal edecek seviyede olmaması.
4- Dini değerlere aykırı konularda propoganda özelliği taşımaması.
5- Söz veya icrâsında yalan, iftira, zinaya teşvik gibi dince yasaklanan hususların yer almaması.
6- İbadet gibi telakki edilmemesi.
7- Kur’ân okuma ve dinleme kültürünün önüne geçmemesi.
8- İnsanları nefsânî arzularına esir edecek bir icra, muhteva ve seviyede olmaması.
9- insanları dini ya da dünyevî faydalardan tamamen uzak bir şekilde faydasız şeylerle meşgul etmemesi.
10-Maddi ya da manevi her hangi bir zarar unsuru taşımaması.
II- Hadis kaynaklarında Rasulullah (s.a.s)’den çeşitli yorum ve uygulamalar nakledilmektedir. Bunların bir kısmı sahih, bir kısmı zayıf diğer bir kısmı da uydurmadır. Sahih rivâyetlerde Rasulullah (s.a.s.)’in müziği Kur’ân-ı Kerim’de belirtilen ölçüler ışığında değerlendirdiği, dini açıdan sakıncalı gördüğü müzik icralarını yasakladığı, dini açıdan her hangi bir sakınca görmediği müzik icralarına da müsade ettiği, hatta bizzat kendisinin de bu gibi müzikleri dinleyip ashabını teşvik ettiği ifade edilmektedir.
III-Eserlerinde müzik konusuna yer veren alimler bu hususta farklı görüşler belirtmişlerdir. Bu mayanda kimi İslâm alimleri müziği bütünüyle haram sayma yoluna gitmiş, kimisi mekruh demiş kimisi de müziğin bütünüyle mübah olduğunu savunmuştur. Bütün bunların yanında müziği çeşitli yönleriyle tahlil ederek olumlu/mübah olanını, olumsuz/haram olanından ayıklamaya çalışarak, gerek muhteva gerekse icrasında dinin temel kurallarına aykırılık bulunmayan ve insanlarda olumlu sonuçlar doğuran müziğe cevaz verip, bu özellikleri taşımayan müziği haram sayanlar da olmuştur. Esasen kaynaklar dikkatli incelendiği zaman müziği haram, mekruh ya da mübah sayan alimlerin hemen bütününün konuyu bu açıdan ele alıp inceledikleri görülecektir. Bu da alimlerin müziği içinde yaşadıkları toplumların sosyo-kültürel yapısına göre değerlendiklerini göstermektedir.
KONUNUN DETAYI
İslam açısından müziğin hükmü, “müzik” denilince ne anlaşıldığına bağlıdır. Tarih boyu İslam kaynaklarında müzik çeşitli isimler altında anılmış, her kavram kendi içinde başka şeyleri de ifade etmiş ve müziği dini açıdan yorumlayanlar da bu kavramlar ve içeriklerine göre müziği yorumlamışlardır. Günümüzde müziğin dini yönü ile ilgili tartışmalarda da bu husus geçerliliğini korumaktadır. Bundan dolayı burada müziğin İslam açısından tahliline geçmeden önce İslam kaynaklarında müzik kavramını ifade sadedinde kullanılan terimleri kısa da olsa tanımlamaya çalışacağız.
Kavramları kısaca tanımladıktan sonra İslam alimlerinin müzikle ilgili yorumlarını delilleriyle birlikte özet olarak sunmaya çalışacağız.
BİRİNCİ BÖLÜM
MÜZİĞİN TANIMI
I- Kelime Manası
Kelime olarak müziğin kökeni hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bunlarda bazıları şöyledir:
1- Müzik, kelime olarak Yunancadaki “Musaların Sanatı” anlamına gelen “mousike” sözcüğünden gelmektedir[1]. Arap dilindeki (mûsîkî / mûsîkâ) kelimesi de aynı köktendir[2]. “Mûsî”, “nağmeler”; “kî” ise “ölçülü ve zevkli” anlamına gelmektedir[3].
2- İnsanla yaşıt olan nağme sanatının adı Yunancadan alınmıştır ve dünyanın hemen bütün dillerinde aynı asıldan çıktığı belli olan benzer şekillerde kullanılır. Yunancada, o dilin alfabesine göre m-o-u-s-a harfleriyle yazılan ve “mûsa” diye okunan “peri” anlamında bir kelime vardır. Yunancanın kurallarına göre, bir kelimenin sonuna gelen -ike veya -ika takısı, o kelimeye “konuşulan dil” anlamını kazandırır. Mûsa’ya eklenen -ike takısı, peri kelimesine de “perilerin konuştuğu dil” anlamını verir. (Yunancası “ta mûsike’). Mûsiki ve şiire daha sonraları -İslâmî terimle- “meleklerin dili” denmiş olmasından da anlaşılacağı gibi, müzik kelimesinin kökündeki bu “perice” anlamı, bu sanatın sonradan yapılan bütün tariflerinin en kısası değil ve en güzelidir[4].
3- Müzik kelimesi, Yunan mitolojisinde bilim ve sanat tanrıçası “Müz” isminden kaynaklanmaktadır[5].
Türkçe’de şehir çevresinde saray ve konak müziklerine Kâr[6], Kârçe[7] ve Beste[8]; şehir ve çevresindeki küçük kasaba müziklerine Şarkı[9] ve Türkü[10]; cami müziğine Ezan, Dua, Tehlil[11],Tesbih[12], Salât[13], Tekbir[14] ve Temcid[15]; tekke müziğine Semâ[16], Deme[17], Tevşih[18], Şugl,[19] Durak[20], ilâhî[21], Nefes[22], Münâcaât[23], N’at[24] ve Âyin[25]; kışlalardaki askeri müziğe Mehter[26]; sınırboylarında kahramanlık ve savaş türkülerine Marş[27] adı verilmektedir.[28] Bunların yanında Mani[29], Koşma[30], Divân[31], Karşılaşma, Bozlak[32], Uzunhava[33], Destan[34] gibi daha birçok çeşit müzik türleri de bulunmaktadır.
Peygamber (s.as.) dönemi musiki terimleri ve aletleri ile ilgili olarak Tarih, Edebiyat, Hadis, Tefsir vb. kaynaklarda farklı tespitler bulunmaktadır. Bu tespitlerin ve rivâyetlerin mukayesesi, konunun netleşmesi bakımından önem arzetmektedir. Ancak çalışmanın hacmini aşmaması bakımından biz burada başta hadis kaynakları olmak üzere, tefsir, fıkıh ve tasavvuf kaynaklarında geçen terimleri nakletmekle yetineceğiz.
Peygamber (s.a.s.)’in hadisleri ve diğer İslâm kaynaklarında tespit edebildiğimiz başlıca mûsikî terimleri şunlardır: “el-Gınâ”, “el-inşâd”, “el-Hudâ”, “en-Nasb”, “en-Niyâhe”, “el-Gazel”, “Zühdiyyât”, “Kaside”, “Tağyîr”, “Semâ”, “Mûsikî”, “el-Elhân”, “el-Edvâr”, “Meâzif”, “Mezâmîr” ve “Melâhî”.
II-TERİM MANASI
Terim olarak müziğin çeşitli tanımları bulunmaktadır. Biz burada Fârâbî (870-950)’nin yaptığı tanımı esas alacağız. O’na göre müzik: “Genel olarak nağmeler ve nağmeleri daha güzel hale getiren her türlü çalışmayı kapsayan bir sanattır[35]“. Fârâbî bu tanımında müziği yalnızca bir ses sanatı olarak ele almış ve sesle ilgili her türlü icrayı “müzik” değerlendirmiştir. Dolayısıyla bu tanım müzik esnasında icra edilen klipler, eğlenceler, raks, deveran vb. icraatların müziğin dışında, müzikle bağlantılı ayrı bir konu olarak değerlendirilmesini gerektirmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’de doğrudan müziği ifade eden her hangi bir terime rastlayamadık. Bunun dışında diğer İslam kaynaklarında müzik genelde bu muhteva içerisinde değerlendirilmekle birlikte bazı kaynaklarda farklı içerikli müzik icraalarının da “müzik” başlığı altında değerlendirilerek buna göre yorumlandığı görülmektedir. Başta hadisler olmak üzere fıkıh ve tasavvuf kaynaklarında müzik ilgili terimlerin başlıcaları şöyledir:
A- el-Gınâ
Hz. Peygamberin hadislerinde ve İslam kaynaklarında en fazla kullanılan terim budur. Kelime olarak “yetinmek” manasına gelmektedir[36]. Sesle ilgili bir terim olarak ise “sesin yükseltilip, peşpeşe yapılması” demektir[37]. Bir sese bu kelimeyi kullanabilmek için o sesin coşturucu olması esastır[38]. Makamlı ve coşturucu her çeşit söz bu kavram içerisinde değerlendirilir[39].
Ehad Arpad’a göre “Gına”, her hangi bir şiirin, mevzi, ifade, mana ve veznine ehemmiyet verilmekle beraber, tegannî edilmeden okunuşudur. Musikideki ton, interval ve melodi mefhumlarından uzakça, fakat alelâde bir okuyuştan da tamamen farklı olan bir şiir okuma tarzıdır. Ekseriya bir şiir, her hangi bir münâsebetle, bir toplantıda, bir eğlencede veyahut kederli veya neşeli bir ruh haleti içinde tekrar edildiği zaman, “gınâ” yapılmış olur. Böyle bir şey bazan irticâlen de yapılır[40].
Ebu’l-Bekâ (ö. 1094/1683)’ya göre bir şeyin “Gınâ” ve “Teğannî” olabilmesi için, sözlerinin şiir kalıbında olması, alkışla beraber söylenmesi ve bu alkışın çalgıyla uyum içinde olması şarttır[41].
Arapça’da “Gınâ” kelimesi, sadece sesi yükseltme manasına geldiği gibi, Arapların “Nasb” (gurbet türküleri) dedikleri terennümlerle “Hidâ” (yolculuk türküleri) manasına da kullanılır. Ancak bunları yapanlara “Muğanniye” denilmiyor. “Muğanniye” kelimesi, çekişli, kırışlı, coşturucu ve kötülüklere teşvik edici şeyler söyleyenlere kullanılır[42].
Hanefî fakihlerinden Kuhistânî’ (ö. 962/1554)’ye göre ise “gınâ” şiir sözlerinin makam ve makama uygun el çırpmasıyla söylenmesidir. Bu üç şart -ses, makam ve el çırpma- olmasa “gınâ” meydana gelmez.[43]“
İlk zamanlarda aşk şiirlerinden övgü veya hicivlere kadar makamlı söylenen her türlü şarkı çeşidine “gınâ” ve “tegannî” terimi kullanılırken[44] sonraki dönemlerde bu terimler çalgı aletlerini de kapsayan daha genel bir kavram olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim Ebu’l-Ferec el-isfehânî (ö. 356/967)’nin bir çeşit müzik tarihi olan hacimli eserinin adı “Kitâbü’l-Eğânî”dir.
Türkçe’de “Gınâ”, “ezgi, ağız, şarkı ve türkü söyleme” olarak terceme edilmişse de[45] bunların hiç biri, bünye ve karakter itibariyle uzun hava kadar “Gınâ” tabirini karşılamamaktadır[46]. Bu çalışmada, gerek hadis gerekse fıkıh kaynaklarında geçen “Gınâ/Teğannî” kelimeleri “Şarkı”; “Mugannî/ Muğannîye” kelimeleri de “Şarkıcı” olarak tercüme edilecektir.
B- el-İnşâd
Bazı kaynaklarda müzikle ilgili olarak “el-inşâd” terimine de yer verilmiştir. “el-inşâd” kelimesi esasen “yüksek sesle şiir okuma[47]” manasına gelmektedir. Ancak bazı Arap edebiyatı tarihçileri bu kelimenin, sıradan bir şiir okuma sanatı olmayıp, daha çok musiki özelliği taşıyan bir şiir okuma tarzı olduğunu ifade etmişlerdir. Bu konuda Prof.Dr.M.Nihad Çetin şunları söylemektedir:
“Eski şairlerin şiir okumalarını ifade ederken “Anşada” fiilinin kullanılması da şiirin yüksek sesle alakası olduğunu gösterir. Nitekim sonraları şiir söylemeye, okumaya delalet eden bu fiilin kökünde, sair manaların yanında, eski ve asli manası olduğu intibaını veren “sesi yükseltme” vardır. Mevcut rivayetlere göre şiir, hususi bir tarzda yeknesak fakat -her halde vezni belirten- bir ahenk ile okunurdu. Eski şairin vezin bilgisi, sistemli ve kitabi bir kaynağa bağlandığına göre, inşâd’daki hususi makamın, manzûmelerin nazmedilişinde ameli bir hizmetinin bulunması da kuvvetle muhtemeldir.[48]“
Halk arasında üç tip “gınâ”ya rastlanır. Solo, koro ve nevbetleşe teganni. Şarkı vezinli yahut vezinsiz olabilir. Birincisine “Naşid (inşâd, unşude, enşede) ve ikincisine de “Tertil” denilir[49].
Ancak, belirtildiği üzere şiirde musiki, şiirin vezninden kaynaklanan ve vezne bağlı olan bir bestedir. Gınâ’da ise şiirin vezinlerini de aşabilme özelliği taşıyan bir beste anlayışı vardır. Günümüzde de şiir, özel bir tarz ile okunur, ancak musikinin dışında ayrı bir sanat dalı olarak telakki edilir. Ayrıca nakledilen hadislerde, Peygamberimizin “şiir” ve “inşâd”ı konu edinen açıklamaları ile “gına” hakkındaki açıklamaları muhteva ve yaklaşım bakımından birbirinden farklıdır. İslam kaynaklarında da şiir ile musiki (el-gına) genel olarak, ayrı ayrı başlıklar altında ele alındığından dolayı biz bu çalışmada “inşâd” ve “şiir” ile ilgili ayet, hadis ve fıkhi tartışmalara yer vermedik.
C- el-Hudâ
Kelime olarak “deve sürme”manasına gelmektedir[50]. Deve çobanlarının develerini güderken veya arap gençleri çölde dolaşırken söyledikleri bir teğannî çeşididir[51]. Ancak bu yalnız devecilere mahsus değildi. Ağır işlerde çalışırken yahut herhangi bir faaliyete refakat için şarkılar söylenmesine de yer yer rastlanır. Saka, kayıkcı, dokumacı, tarlada başak döküntülerini toplayanlar ve kezâ çadırda veya evde çalıştırılan kadınlar, bugün de olduğu gibi şarkı söylerlerdi[52]. Hidâ’nın Arap mûsikîsinin ilk örneği olduğu kabul edilmektedir[53].
D- en-Nasb
Bir çeşit yolculuk türküsüdür. Hidâ ile aynı mahiyette olmakla beraber ondan daha etkileyici bir özelliğe sahiptir[54]. Nasb, aynı zamanda bir çeşit gurbet türküsüydü. Mekke’den Medine’ye hicret eden müslümanlar, Mekke’ye duydukları özlemi türküleriyle (nasb) dile getirirlerdi[55].
E- en-Niyâhe
Kelime olarak “ağlamak ve başkasını ağlatmak[56]” manasına gelen Niyâhe her dönemde olduğu gibi Peygamberimiz devrinde de halk arasında yaygındı. Cahiliye devrinde ölülerin arkasından ücretle elbiselerini yırtıp, saç-baş yolarak feryat eden bir takım kadınlar vardı. Nâiha veya Mürinne[57] de denilen bu kadınlar ölünün arkasından iyiliklerini ve kahramanlıklarını anlatan ezgiler okur, ses ve hareketleriyle çevredekileri elem ve ızdıraba boğar, hazin bir matem havası meydana getirirlerdi. Bu şekilde bazan kabile ihtilafları ve kan davaları körüklenir, böylece ölüm olayı ve cenaze kaldırma meselesi bir güç gösterisi ve bir intikam yemin merisimi haline getirilirdi[58].
F- el-Meâzif
Çalgı aletleri konusunda ise, hadis-i şeriflerde yaygın olarak kullanılan iki kelime bulunmaktadır: Meâzif ve Mezâmîr.
“Meâzif”, “Mi’zef”in çoğuludur. “A-Z-F” kökünden gelir. “A’zf”, “Cin sesi” demektir. Geceleyin çöllerde zil sesi gibi duyulur. Gök gürlemesine de “A’zf” denilir. “Meâzif” ise Ud ve Tanbur gibi eğlence aletleri manasına gelmektedir. Müzisyenler ve çalgı aletleri eşliğinde oynayana da “Âzif” denilmektedir[59]. “Mi’zef” özellikle Yemenlilerin kullandığı vurmalı çalgı aletlerinden bir çeşidine kullanılır. Ud’a da “Mi’zef” denilmiştir[60]. Bir görüşe göre de kelime tekil olarak (Mi’zef) kullanıldığı zaman Yemenlilerin kullandıkları bir çeşit vurmalı çalgı aleti; çoğul olarak kullanıldığı zaman ise eğlence maksadıyla kullanılan, bütün vurmalı çalgılarını ifade eder[61]. ilk zamanlarda Ud ve Tanbur gibi parmak veya mızrapla çalınan çalgı aletlerine kullanılmasına karşın, sonraki dönemlerde bütün telli ve nefesli aletleri ifade eden bir terim olmuştur[62].
G- el-Mezâmîr
“Mezâmîr” kelimesi de “Mizmâr”ın çoğuludur. Kelime olarak “Nefes ile çalınan kamış düdük” demektir. Cins ismi olarak, nefesli çalgı âletler zümresine dahil bütün çalgı aletlerini ifade etmektedir. Özel olarak; İbn Sinâ (ö.466/1073)’ya göre bir nevi kavala delalet eder. İbn Sinâ mizmâr (ney)’i “ucundan üflenerek çalınan bir çalgı” gibi tarif etmetke ve onu “bir delikten üflenerek çalınan” yara’dan (flüt) ayırmaktadır. Mefâtîhu’l-Ulûm’da “mizmar, ney’dir” denilmektedir. Mezâmîr sınıfından olan çalgı isimleri Arapçada çoktur[63]. Aynı kökten gelen “Zemmâre” ise “zinakâr kadın” demektir[64]. Bu kadınlar aynı zamanda müzisyenlik yaptıklarından dolayı bu ismi almışlardır.[65]
“Mizmâr” kelimesinin, “Gınâ” gibi ses ile okunan şeylere de kullanıldığı görülmektedir. Nitekim, Hz. Ebubekir (r.a.), bir bayram günü Peygamber (s.a.s.)’in evinde Def eşliğinde söylenen şarkıyı “Mezâmiru’ş-Şeytan” (Şeytan düdükleri)[66] şeklinde nitelendirmiştir. “Câriyeteyn” hadisi olarak bilinen bu hadiste, câriyelerin yanında deften başka bir âletin varlığından söz edilmemiştir. Buna göre burada geçen “el-Mizmâr” ve “el-Mezâmîr” hep ses ile okunan şeyler manasına gelmektedir.[67] Aynı şekilde Rasulullah (s.a.v.)’in, güzel sesi ile Kur’ân okuyan Ebu Musa el-Eşa’rî’ye iltifat için söylediği sözde[68] geçen “el-Mizmâr” kelimesi de bu manadadır. Çünkü Ebu Musâ el-Eş’ârî Kur’ân okumaktaydı ve yanında herhangi bir çalgı âleti de yoktu.
Çalgı aletleri telli, üflemeli ve vurmalı olmak üzere üç kısımdır. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, hadis-i şeriflerde Hz. Peygamber döneminde telli aletleri ifade için “el-Meâzif”; üflemeli aletleri ifade için de “el-Mezâmîr” terimlerinin kullanılmasına karşın, vurmalı aletler için genel bir terim kullanılmamıştır.
H- el-Melâhî
Sonraki İslâm kaynaklarında çalgı aletlerinin genelini ifade için “el-Melâhî”[69] tabiri daha yaygınlaşmıştır. Örneğin İbn Ebiddünya (ö. 281/894) ağırlıklı olarak çalgı aletlerine yer verdiği eserine “Zemmü’l-Melâhî”; Acurrî (ö. 360/970) aynı özelliği taşıyan eserine “Tahrîmü’n-Nerd ve’ş-Şatranc ve’l-Melâhî”; Mufaddal b. Seleme (ö. 390/999) de “Kitâbu’l-Melâhî ve Esmâihâ” adını vermiş; İbn Kudâme (ö. 744/1343) de “el-Muğnî” adlı eserinde çalgı aletleri konusunu “el-Melâhî” başlığı altında incelemiştir. İbn Ebiddünya’nın, eserinde şarkı ile ilgili hadislere de yer vermesi, “el-Melâhî” teriminin bu dönemde müziğin genelini ifade sadedinde de kullanıldığını göstermektedir.
Ancak, bugüne kadar kullanılagelen el-Gınâ, es-Semâ, el-Mûsikî, el-Elhân, el-Meâzif, el-Mezâmîr, el-Melâhî vb. terimlerin bugünkü kapsamıyla müziği ifade etmekte yetersiz kaldığı iddia ederek, bilinen bu eski terimlerin yerine “hendesetü’s-savt” (ses sanatları) teriminin kullanılmasını daha uygun görenler de olmuştur[70].
I- Zühdiyyât, Kaside, Tağyîr ve Semâ
Abbâsiler döneminde “Zühd Kasideleri”nin ortaya çıkması yeni bir müzik türünün doğmasına sebep olmuştur. İmam Şâfii (ö.204/820)’nin ifadesinde “Tağyîr”[71] diye geçen[72] bu tür müziklere “Kaside”[73] ve “Zühdiyyât”[74] adı da verilmiş, yer yer “Semâ” terimi de kullanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde “Semâ” terimi diğerlerinden daha yaygın kullanılır olmuştur.
Bu tabirlerden Zühdiyyât ve Kaside mûsikîden çok şiirin konularındandır. Tağyîr ve Semâ ise mûsikînin konularındandır.
1- et-Tağyîr
Tağyîr, kelime olarak “Ğ-Y-R” kökünden gelen “Tef’îl” vezninde bir kelimedir. “Değiştirmek” demektir[75]. Terim olarak çeşitli tanımları yapılmıştır.
Zeccâc (v.316/928-929)’a göre, “insanları fani olan dünyadan, ebedi olan ahirete yönlendirmektir”. Ebu Mansur el-Ezherî (ö. 370/980) de şu tanımı yapmıştır: “Muğayyire, “dua ve yakarışla Allah’ı anarak insanları değiştiren topluluk” demektir. Allah’ı anarken söyledikleri ilahilere, coşturucu olduğundan dolayı “Tağyîr” adını vermişlerdir. Bu şiirlerin makamlarla okunması halinde coşup ve raks etmelerinden dolayı kendilerine de “Muğayyire” demişlerdir[76].
2- es-Semâ’
Sema, kök olarak “S-M-A” kökünden gelmektedir. “işitmek, duymak[77], hoş makamlar, tatlı nağmelerle şiir okuyup dinlemek”[78] demektir. Müzik terimi olarak, sûfilerin cezbe haliyle ayakta zikretmelerine kullanıldığı gibi, Türkçe’de özellikle Mevlevîler arasında yaygın olan dini rakslara kullanılmıştır. Mevleviler, bunu yapana “Semâzen”, bunları idare edenlere de “Semâzenbaşı” adını vermektedirler[79].
Semâ’ın çıkış noktasının Kur’ân tilâveti olduğu söylenebilir. Bilhassa Kur’ân tilâvetinden sonra okunan mensûr ve manzûm parçalar semâ’ın başlangıcını oluşturur. Hicrî III. asırdan itibaren tasavvuf muhitlerinde semâ’ ve mûsikîden söz edildiği; ilk semâ’ meclisinin Serî es-Sakatî (ö. 256/870) tarafından kurulduğu ve yeğeni Cüneyd el-Bağdâdî (ö. 298/910) ile Zünnûn el-Mısrî (ö. 254/868)’nin de semâ’ı belli şekillerde ifade ettiği bilinmektedir[80].
İmam Kuşeyrî (ö. 465/1072) Risâle’sinde; Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî de (ö.597/1144) Telbîs-ü İblis adlı eserinde tasavvuf mûsikîsini “Sema” başlığı altında incelemişlerdir. İmam Gazali (ö. 505/1111), Ebu’l-Futûh el-Gazzâlî (ö.520/1126), İbn Hacer el-Heytemî (ö. 974/1567), Aliyyü’l-Kârî (ö. 1014/1605), Abdülgani en-Nablusî (ö. 1143/1731), Şevkânî (ö. 1250/1834) ve daha birçok müellif müzikle ilgili eserlerini bu isim altında telif etmişlerdir. Bunlardan Abdulgani Nablusî, “Semâ” kelimesinin müziğin bütününü ifade eden bir terim olduğunu özellikle belirtmiştir[81].
J- el-Mûsîkî
Müzik nazariyelerinin oluşmaya başladığı dönemden sonra teorik müziğe Yunanca bir kelime olan “Mûsîkî/Mûsîkâ” terimi; müzik icrasına da “ilmü’l-Gınâ” terimi kullanılmaya başlanmıştır[82]. Nitekim Fârâbî (ö.339/950) müzikle ilgili olarak telif ettiği eserine “Kitâbü’l-Mûsîkâ” adını vermiştir. Fârâbî “Mûsikî” terimini “Elhân” diye tanımlamış; “Lahn”ı da “Belirli bir sisteme göre düzenlenmiş olan çeşitli sesler topluluğu” olarak tarif etmiştir[83]. Aynı yaklaşım ihvân-ı Safâ’da da görülmektedir[84].
K- el-Elhân
“el-Elhân”, “Lahn” kelimesinin çoğuludur. “Lahn” ise “kaideli ve besteli ses”[85]; “ezgi, ırlama, nağme ve âhenk” demektir[86]. Coşturucu okuyuşlara da “Lahn” denilir[87].
H. IV. asırdan sonra “Gınâ” ve “Mûsikî” tabiri yerine müziği ifade etmek için “Elhân” tabirinin kullanımının yaygınlaştığı görülmektedir. Bu konuda eser telif eden Abdülkadir Merâğî (ö. 838/1453) eserine “Câmiü’l-Elhân”; Ladikli Mehmet Çelebi (ö. yaklaşık 906/1500) de “Zeynü’l-Elhân” adını vermişlerdir.
L- el-Edvâr
Arapçada müzikle ilgili diğer bir terim de “Edvâr” tabiridir. Bu terim özellikle X-XV. yy.lar arasındaki müslüman müzikologların, müzik teorisi ve kuralları ile ilgili yazdıkları eserlere verdikleri bir isimdir. Bu kitaplarda makamlar, perdeler ve usuller belirtilir[88].
İKİNCİ BÖLÜM
İSLAM ALİMLERİNİN MÜZİĞİN DİNİ YÖNÜ İLE İLGİLİ YORUMLARI
İslam alimleri genel olarak müziği önce Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler açısından ele almış sonra da bunun icra biçimi yanında faydaları ve zararları üzerinde de durarak yorumlar yapmışlardır. Bu yorum ve tutumları dört kısımda değerlendirmek mümkündür:
1-Genel olarak haram sayanlar, 2-Genel olarak helal sayanlar, 3-Genel olarak mekruh sayanlar, 4-Her müzik çeşidini özel olarak değerlendirip yorumlarını bunların icra şekli, muhtevası ve sonuçlarına göre yapanlar.
I-MÜZİĞİ GENEL OLARAK HARAM SAYANLAR
Bazı alimler türü ve muhtevası ne olursa olsun “müzik” kavramına giren her türlü ses sanatını haram saymışlardır. Bu husustaki bazı görüşler ve delilleri şöyledir:
A-Kur’an-ı Kerim
1- “insanlardan öyleleri vardır ki, halkı farkettirmeden ve hiçbir bilgiye dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve dini alaya almak için boş söz ve eğlendirici sözler (lehve’l-hadîs) satın alırlar. işte onlar için hor ve hakir edici bir azap vardır.[89]
Tirmizî’nin Ebu Ümâme el-Bâhilî’den naklettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şarkıcı kadınların alım ve satımı, onlar üzerinden para kazanmak ve onların karşılığında alınan ücretler helal değildir. Allah Teâlâ’nın şu sözü onlar hakkında nazil olmuştur: “insanlardan öyleleri vardır ki…”[90]
Sahabeden İbni Mes’ud, İbni Abbas, Ebu Ümâme ve Cabir b. Abdullah; Tabiinden Mücahid, İbn Cüreyc, ikrime, Hasan-i Basrî ve Mekhûl burada geçen “lehve’l-hadîs”den maksadın şarkı olduğunu söylemişlerdir.[91] Bir rivâyette Mücâhid bunu “Davul” (Tabl) şeklinde tefsir etmiştir.[92]
İmam Kurtubi (ö. 671/1273), müfessirlerin bu konudaki görüşlerini nakletikten sonra: “Bu konuda en doğru görüş, “Lehve’l-Hadis”ten maksadın şarkı olduğunu ifade eden görüştür. Peygamber (s.a.v.) ve ashab-ı kirâmdan nakledilen görüşler de bunu gerektirir” demektedir.[93]
İbn Arabî (ö. 543/1148) “Lehve’l-Hadis”in yorumunda “şarkı ve çalgı aletleri”, “batıl olan herşey” ve “darbuka” şeklinde üç ayrı görüş olduğunu söyledikten sonra, en doğru görüşün “Lehve’l-Hadis”ten maksadın “batıl olan herşey” olduğunu savunan ikinci görüş olduğunu ifade etmiştir[94].
Şafii fakihlerinden İbn Hacer Heytemî (ö. 974/1567)[95] ile bazı Hanbeli fakihleri[96] bu âyete dayanarak şarkının haram olacağını; Hanefî fakihlerinden İbn Âbidîn de bu âyete dayanarak mübah şekliyle bile olsa şarkının mekruh olduğunu ifade etmiştir[97].
Muhamed Hamdi Yazır (ö. 1361/1942) ise konuyu şöyle özetlemektedir: “Tefsir alimlerinin bir çoğu “Lehve’l-Hadis”i şarkı ile tefsir etmişlerse de araştırmacıların tercihi ayetin zahiri gereği genel bir mana ifade etmesidir. Bununla beraber burada asıl azarlamanın hikmeti şununla anlatılmıştır: “Bilmiyerek Allah yolundan saptırmak ve onu alaya almak”. Yani saptırdığını hissettirmeden, yaptığı işin akibetini sezdirmeden dini ve ahlakı bozmak ve Allah yolu ve onun hak diniyle eğlenmek için.[98]
Ayetin müziğin haramlılığına delil olarak ileri sürülmesine karşı çıkan İmam Gazzâlî bu konudaki görüşünü şöyle ifade etmektedir: “Din karşılığında, Allah yolundan saptırmak için “Lehve’l-Hadis” satın almak haramdır. Bu konuda tartışma yoktur. Her çalgı, dinin karşılığında satın alınmıştır ve Allah yolundan saptırıcıdır da denilemez. Ayetten maksat da budur. Bir kişi Kur’an-ı Kerim’i dahi Allah yolundan saptırmak için okusa haram işlemiş olur.[99]
2- “Bu söze mi şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz… Ağlamıyorsunuz… Habersiz oyalanmaktasınız (sâmidûn).” [100]
Ayette geçen “Sâmidûn” kelimesi İbn Abbas (ö. 68/687) ve ikrime (ö. 105/723)’ye göre şarkı manasındadır. Çünkü Yemen ve Hımyer lugatında “Sümûd” şarkı (gınâ) manasına gelmektedir.[101] Mekkeliler Kur’ân dinledikleri zaman ona kulak vermemek için şarkı söyler, eğlenirlermiş.[102]
İbn Kayyım el-Cevziyye ayette geçen “Sâmidûn” kelimesini şarkı olarak yorumlamasından hareketle müziğin haram olduğunu ifade etmiş ve “Sâmidûn” kelimesinin diğer manalarının da müziğin birer fonksiyonu olması münasebetiyle hangi noktadan ele alınırsa alınsın bu ayet-i kerimenin müziğin haramlılığını ifade ettiğini iddia etmiştir. [103]
İmam Gazzâlî ayet-i kerime’nin bu şekilde değerlendirilmesini şöyle tenkit etmiştir: “Sâmidûn” kelimesinin manasının şarkı olduğu kabülüne binaen eğer ayetteki sitem haramlılık ifade ederse, bundan önceki âyetlerde zikredilen gülmenin ve ağlamamanın da haram olması gerekirdi.[104]
3- “Onlar yalan yere şahitlik (zûr) etmezler, faydasız birşeye rastladıkları zaman yüz çevirip vakarla geçerler”. [105]
Mücâhid (ö. 104/722) bu ayette geçen “ez-Zûr” kelimesini şarkı (gınâ)[106]; İbn Hanefiyye (ö. ) de şarkı (gınâ) ve eğlence (lehv) şeklinde tefsir etmişlerdir[107].
İbn Kayyım el-Cevziyye ve bazı Hanbeli fukahası, Muhammed b. el-Hanefiyye’nin ayette geçen “ez-Zûr” kelimesini “şarkı” (ginâ) şeklinde açıklaması ile ayette geçen “Lağv” kelimesinin, “terkedilmesi gereken her türlü batıl ve yanlış şey” manasına gelmesinden hareketle müziği batıllar arasında sayarak haramlığını ifade etmişlerdir. [108]
4- “Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. “Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Size selam olsun. Cahillerle ilgilenmeyiz derler” [109].
İbn Kayyım’a göre bu ayet-i Kerime her ne kadar özel bir sebeb üzerine inmişse de ifade ettiği mana umumidir. Her türlü gereksiz ve faydasız şeyi (Lağviyyat) kapsar. Müzik de gereksiz ve faydasız olduğuna göre o da bu ayetin hükmüne dahildir. [110]
5- “De ki, Hak geldi batıl zail oldu. Zaten batıl ortadan kalkmaya mahkumdur.” [111]
İbni Vehb’in naklettiğine göre, Ubeydullah, Muhammed b. Kasım’a:
– “Şarkı hakkında ne dersiniz?” diye sorar.
– Kasım: “O batıldır” der. Ubeydullah:
– “O’nun batıl olduğunu ben de biliyorum. O’nun hakkında ne düşündüğünüzü sordum.” der. Kasım:
– “Batıl’ı bilirmisin. O nerededir?” diye sorar. Ubeydullah:
– “O ateştedir” diye cevap verir. Bunun üzerine Kasım:
– “işte o, odur” karşılığını verir.
Birisi, İbni Abbas’a: “Şarkı hakkında ne dersiniz? Helal mıdır, Haram mı? “diye sorduğunda İbni Abbas (r.a.) “Ben ancak Allah’ın kitabında haram dediğine haram derim” cevabını vermiştir.
Adam: “O helal mıdır?” diye sorduğunda İbni Abbas: “Öyle birşey diyemem. Sen hak ile batılı bilir misin? Kıyamet günü geldiğinde şarkının yeri neresi olur?” diye sormuş.
Adam: “O batıl ile beraber olur” diye cevaplayınca, İbni Abbas: “Şimdi git, sen kendi fetvanı verdin” demiştir.
İbni Kayyım el-Cevziyye bu görüşlerden hareketle şarkının haram olduğunu ifade etmiştir.[112]
6- “Ama kim Rabbinin azametinden korkup ta kendini hevadan (kötülükten) alıkoymuşsa, varacağı yer şüphesiz cennettir.” [113]
İbn Kayyım’a göre müzik nefsin hevasından olduğuna göre ayetin ifade ettiği mefhum gereği sakınılması gerekir.[114]
7- “Kabedeki tapınmaları sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka birşey değildir.” [115]
Kurtubî, “Bu âyyette rakseden, el çırpan ve bağıran cahil sufilerin bu davranışlarına reddiye vardır”[116] derken; İbni Kayyım el-Cevziyye, toplu zikir halakalarında el çırparak ilahi, kaside ve zikir çekenlerin bu halini Mekke’li müşriklerin hallerine benzeterek tasavvuf mûsikîsinin haram olacağını ifade etmiştir. [117]
8- “Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun.” [118]
İbn Abbas ve Mücâhid bu ayette geçen sesi, “şarkı”, “çalgı aletleri” ve “eğlence” olarak tefsir etmiştir.[119] Dahhâk’a göre ise “çalgı aletlerinin sesi” (savtü’l-mezâmîr)’dir.[120]
İbn Kayyım el-Cevziyye, İbni Ebi Hatem’in bu ayeti “günaha çağıran herşey” olarak tefsir etmesi; Mücahid’in şeytanın sesinin “şarkı”, “batıl” ve “çalgı aletler”i (mizmarlar) olduğu” ifadesi ile Hasan-ı Basrî (ö.110/728)’nin şeytanın sesinin “Def” olduğu şeklindeki tefsirinden hareketle müziğin haram olduğunu söylemiştir.[121]
İbn Hacer Heytemî, bu âyete dayanarak çalgı aletlerinin haram olacağını ifade etmiştir.[122]
9- “Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitabı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir.” [123]
“Sözlerin en güzeli Kur’an olduğuna göre dinlenilmesi gereken şey de Kur’an olmalıdır. Nitekim bu aynı zaman da bütün peygamberlerin sünnetidir” diyen İbn-i Teymiyye (ö. 728/1328), Kur’an-ı Kerim’deki dinlemek ve okumakla ilgili ayetlerle, mü’minlerin Kur’an dinlerken duydukları coşkuyu anlatan ayetleri de zikrederek “okunması, dinlenilmesi ve coşulması gereken tek şey varsa o da Kur’an’dır. Dolayısıyla aynı fonksiyonları icra etmek maksadıyla şarkı gibi başka şeylerin kullanılması caiz değildir” görüşünü ileri sürmüştür. [124]
Sonuç olarak türü ve muhtevası ne olursa olsun her çeşit müziğin haramlılığı konusunda delil olarak sürülen bu ayetlerin bu iddiaya doğrudan delil teşkil etmesi mümkün gözükmemektedir.
Şöyleki bu hususta en fazla baş vurulan ayet olarak Lukman suresi 6. âyeti, İmam Gazzâlî ve Muhammed Hamdi Yazır’ın da ifade ettiği gibi, Allah yolundan saptıran şeyleri yasaklanmaktadır. Bu ise sadece müziğe mahsus bir özellik değildir. Üstelik müziğin her çeşidinin insanı Allah yolundan saptırdığı da idda edilemez. Ayrıca eğer eğlenceyi (Lehv) sırf eğlence olduğu için yasaklamak gerekirse dünyada olan herşeyin de yasaklanması gerekir. Çünkü Allah Teâlâ “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir…”[125] buyurmaktadır.
Necm Suresi (53) 61. âyetinde geçen “Sümûd” kelimesi her ne kadar Himyer lugatında “müzik” manasına geliyorsa da, başta Kureyş lehçesi olmak üzere diğer lehçelerde eğlence (levh) manasına gelmektedir.[126] Bu da âyet-i kerimenin, müzikle ilgili özel bir ayet olmayıp, dinden ve dini görevlerden engelleyen bütün eğlence ve meşguliyet çeşitleri için geçerli olduğunu göstermektedir.
Özellikle İbn Kayyım el-Cevziyye tarafından ileri sürülen Furkan (25) 72, Kasas (28) 55, isrâ (17) 81, Nâziât (79) 40-41 âyet-i kerimelerinde geçen “Bâtıl”, “Lağv”, “Hevâ” “Zûr” vb. tabirler müzikle ilgili özel tabirler olmayıp, müzikle beraber bu özellikleri taşıyan daha birçok konuyu ihtivâ etmektedirler. Ayrıca bu kavramlarla yasaklanan hususların müziğin bazı çeşitleri için geçerli olsa bile bütünü için geçerli saymak mümkün değildir.
Enfâl (8) 35. âyetinde geçen “Mükâ” (ıslık çalma) ve “Tasdiyeh) (el çırpma) müziğin bir çeşididir. Bu âyet müziğin bu çeşidinin haram olduğunu ifade etse bile bütününü kapsamamaktadır. Ayrıca bunların bir ibâdet çeşidi oldukları ifade edilmiştir. Dolayısıyla bu âyet daha çok ibâdetlerle ilgili müzikler için bir ölçü teşkil edebilir ki İbn Kayyım da âyeti bu şekilde yorumlamıştır.
İsrâ (17) 64. âyetinde insanı azdıran sesin “müzik” olduğu kanaatinden hareketle müziğin haram olacağı ifade edilmiştir. Halbuki müzik insanı azdırabildiği gibi insanda güzel duygular da uyandırabilir. Nitekim müziğin bir kısmı insanları isyan ettirirken diğer bir kısmı insanları hakka davet edebilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’in güzel sesle okunmasına teşvik edilmesi bunun açık bir örneğidir.
Zümer (39) 23. âyetinde, Kur’ân-ı Kerim’in okunup dinlenilmesi ile ilgili ifadeler yer almaktadır. Kur’ân’ın en güzel olması, Kur’ân’a aykırı olmayan şeylerin güzelliğine engel değildir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Mekke müşriklerine karşı Kur’ân’la cihad ettiği gibi[127] şiir vb. şeylerle de mücâdele etmiş bu hususda, Hasân b. Sâbit’i özel olarak teşvik ederek başarılı olması için dua etmiştir.[128] Ayrıca Yolculuk, düğün, bayram vb. durumlarda müzik dinlemiş ve dinlenilmesine de müsade etmiştir ki bunlar, Kur’ân-a aykırı olmayan şeylerin dinlenmesinde bir sakınca olmadığını göstermektedir.
Görüldüğü gibi, zikredilen âyetler müzik konusuna doğrudan ve açık olarak değil, dolaylı ve ihtimalli olarak delalet etmektedirler. Bu yorumlarda üzerinde durulan gerekçeler, özel tabirler olmaktan çok genel kural mahiyetindedirler. Müzik konusuna delalet ettikleri gibi başka şeyleri de kapsamaktadırlar. Buna göre ilgili âyetleri, müziğin helal ya da haram olması yönünden şu şekilde özetlemek mümkündür:
1- Müziğin, insanları Allah yolundan alıkoymaması.
2- Din ve dince mukaddes kabul edilen şeyleri alay konusu etmemesi.
3- Dini sorumluluk ve görevleri ihmal edecek seviyede olmaması.
4- Dini değerlere aykırı konularda propoganda özelliği taşımaması.
5- Söz veya icrâsında yalan, iftira, zinaya teşvik gibi dince yasaklanan hususların yer almaması.
6- Müziğin ibadet gibi telakki edilmemesi.
7- Kur’ân okuma ve dinleme zevk kültürünün önüne geçmemesi.
8- insanları nefsânî arzularına esir edecek bir şekil, muhteva ve seviyede olmaması.
9- insanları dini ya da dünyevî faydalardan tamamen uzak bir şekilde faydasız şeylerle meşgul etmemesi.
Bu prensipleri en kapsamlı bir şekilde A’râf (7) 33. âyet-i kerimesinde bulmak mümkündür:
“De ki: Benim rabbim ancak, açık ya da gizli yüz kızartıcı çirkin işleri (fuhş), günahı (ism), haksız yere başkalarının hakkına tecavüzü (bağy), Allah’a hiçbir delil indirmediği şeyi ortak koşmanızı (şirk) ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi yasaklar.”
Daha önce de ifade edildiği üzere âyet-i kerimede yer alan “Fuhuş”, açık ya da gizli her türlü çirkin işler ile başkalarının namus ve haysiyetine tecavüzü; “ism”, genel manada günah, akıl ve mantığa aykırı her türlü davranış ve bilerek Allah’ın yasaklarını çiğnemeği; “Bağy”, haksız yere başkalarının can, mal, namus ve kişilik haklarına tecavüzü ifade etmektedir.[129]
B-Hadis-i Şerifler
Her tür ve çeşidiyle müziğin haramlılığını savunanlar bu hususta bir çok hadis ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bir kısmı sahih, bir kısmı zayıf diğer bir kısmı da uydurmadır. Zayıf ve uydurma hadisler fıkhi konulara temel teşkil edemiyeceklerinden burada bunlardan sahih olanların başlıcaları üzerinde durulacaktır.
1- Hâkimin bir rivâyeti şöyledir: “Bu ümmetten bir topluluk sabahlara kadar yiyip, içip ve eğlenecekler, sabaha ise domuz olarak çıkacaklardır.. Orada bir takım kabile ve yerleşim yerleri sabaha kadar darmadağın edilecek ve sonra da “bu gece falancalar, falancaların evleri tarumar edilmiş” denilecektir. Onların üzerine, Lut kavminin üzerine gönderildiği gibi taş yağdırılacak ve köklerini kesen rüzgar gönderilecektir. içki içmeleri, faiz yemeleri, ipek giymeleri, dansöz-şarkıcı kadınlar edinmeleri ve akraba ile ilişkileri kesmelerinden ötürü bu rüzgar, öncekileri köklerinden söküp attığı gibi onları da köklerinden söküp atacaktır”[130].
Hâkim bu hadis hakkında, “Müslim şartına göre sahihtir” demiş, Zehebî de aynı kanaatte olduğunu belirtmiştir. Cüdey’, Hâkim ve Zehebî’nin, hadisin sahih olduğu yönündeki değerlendirmelerini geniş olarak yorumlayıp tenkit etmiş ve sonuç olarak, râvîlerden Ferkad (?)’ın zayıf râvî olması ve senette çelişki “Izdırap” bulunması sebebiyle hadisin “Zayıf” olması gerektiğini belirtmiştir[131].
Zeylaî bu hadis-i şerifi şarkının haramlılığına delil olarak ileri sürmüşlerdir.[132]
2- Ebu Hureyre (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) köpek ticaretini ve şarkıcı kadının (Zemmâre) kazancını yasaklamıştır.”[133]
Hadisin isnadı sahihtir.[134]
“Zemmâre” zina eden kadın demektir. Ancak Ezherî’ye göre bundan maksat şarkıcı kadınlar da olabilir. Çünkü Arapça’da “Gınâ-u zemîr” (güzel şarkı) tabiri bulunmaktadır. Aynı zamanda zinakâr kadınlar da şarkı söylerlerdi. [135]
3- Ebu Amir veya Ebu Malik el-Eş’arî’nin peygamberimizden şunu işittiği rivyet edilmiştir: “Ümmetimden öyle topluluklar çıkacak ki, zinayı, ipeği, içkiyi, ve çalgı aletlerini helal sayacaklar. Yine bazı topluluklar, büyük bir koyun sürüsüyle dağın başında konaklaycak, onlara bir fakir ihtiyacı için geldiğinde “yarın gel “diyecekler. Allah-u Teâlâ da onları bir gece ansızın helak edecek, dağı başlarına yıkacak. Diğer bir kısmını da domuz ve maymun sûretine çevirecektir. Bu uygulama kıyamete kadar sürecektir”[136].
Hanefî fakihlerinden Fahreddin Zeylaî bu hadisi şarkının haramlılığına delil olarak zikretmiştir.[137]
4- Nâfi’den rivâyet edilmiştir: “İbn Ömer bir gün zurna sesi işitti. Parmaklarıyla kulaklarını tıkayarak yoldan çekildi ve “Ey Nâfi’ bir şey işitiyormusun?” dedi. Ben “Hayır” dedim. Bunun üzerine parmaklarını kulaklarından kaldırdı ve “Ben Peygamber (s.a.s.) ile beraberdim. Bunun gibi birşey işitti ve aynen böyle yaptı”dedi[138].
Ebû Dâvud bu hadisin “Münker” olduğunu söylemiş ancak Sehârenfûrî bunu şu şekilde reddetmiştir: “Ebu Davud bu hadisin münker olduğunu söylemektedir. Ancak bunun münker yönüne rastlamadım. Bunun ravileri güvenilir kişilerdir. Hadis de bunlardan daha güvenilir kişilerin hadislerine aykırı değildir. Muhammed b. Tahir, ravilerden Süleyman b. Musa ile bazı tenkitler ileri sürmüşse de birçok hadisçi onu güvenilir kabul etmiştir.”[139]
Hanefi fakihlerinden İbn Abidîn[140] ile Hanbelî fakihlerinden İbn Kudâme[141] bu hadisleri çalgı aletlerinin haram olduğuna delil olarak zikretmiş; bir kısım ulema ise, iki sebepten dolayı bu hadislerin bu yönde değerlendirilmesini yanlış bulmuşlardır. Birincisi hadisi nakleden Ebu Dâvûd’un, hadisin senediyle ilgili olarak “Bu hadis Münker’dir” demesi; ikincisi de Peygamber (s.a.s.)’in kendisinin kulaklarını kapamasına karşın İbn Ömer’in kulaklarını kapamaması. Çünkü böyle bir sesi dinlemek haram olsaydı Rasulullah (s.a.s.) İbn Ömer’in, İbn Ömer de Nâfi’in dinlemesine müsade etmezdi. İbn Kudâme ve onun paralelinde olanlar ise bu tenkitleri şu şekilde cevaplandırmışlardır:
– Hallâl bu hadisi iki senetle nakletmiştir. Ebu Dâvûd bu senetlerden ancak birine vakıf olabilmiş ve onu nakletmiş olabilir. Dolayısıyla O’nun “Münker” ifadesi, kendi rivayetinde yer alan râvîlerle ilgilidir.
– Peygamber (s.a.s.) kendi kulaklarını kapayıp, İbn Ömer’e kapattırmamıştır. Çünkü haram olan kulak kesilerek dinlemektir. Yoksa bir şeyi istemeyerek dinlemek haram değildir. Ayrıca bu olay hicretten önceki dönemde gerçekleşmiş olabilir. Bu dönemde ise insanları kötülüklerden engellemek (Nehy-i ani’l-Münker) vacip değildi.[142] İbn Ömer’in kulaklarını tıkaması ise, bu sesin haram olmasından değil, sadece Pegyamber (s.a.s.)’i taklit içindir. Ayrıca bu olay olduğunda Nafi henüz büluğ çağına ermemiş olabilir ki çocuklar için haram sözkonusu olmaz. [143]
5- İbn Abbas (r.a.)’dan nakledilmiştir: “Abdülkays heyeti Rasulullah (s.a.s.)’e gelerek “Yâ Rasulallah! Hangi kaplardan içelim?” diye sordular. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: Ziftlenmiş kaplar, toprak kaplar ve su kabağından yapılan kaplardan su içmeyin, ancak su kaplarına şira saklayın”. Sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah bana (veya ümmetime) içkiyi, kumarı, davulu yasaklamıştır. Her sarhoş eden de haramdır”[144].
Yusuf b. Cüdey’ bu hadisin isnadının “Sahih ve “Muttasıl”, ravilerinin de güvenilir kişiler olduğunu ifade etmektedir. [145]
6- İbn Abbas (r.a.) Peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: “Şüphesiz Yüce ve Ulu Rabbim, size içki, kumar ve davulu yasaklamaktadır.”[146]
Hadisin isnadı sahihtir.[147]
7- Başka bir rivâyet de şöyledir: “Şüphesiz Allah ve rasulü, içki, kumar, davul ve tambur’u yasaklamışlardır.”[148]
Hadisin isnadı sahih, ravileri güvenilir kişilerdir.[149]
8- Kuteybe (r. a) peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Zil şeytanın müzik aletidir.”[150]
Zil’in yasaklanmasının sebeplerinden birisi de sesidir. Çünkü bu hadiste onun sesi şeytan düdüğüne benzetilmiştir. Şafii mezhebine göre mekruhtur. Mâliki ve diğer mezheplere göre ise tenzihen mekruhtur”[151]
9- Ebu Hureyre (r.a.) peygamber (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Beraberinde köpek veya zil bulunan bir kafileye melekler refakat etmez.”[152]
10- Ümmü Habibe (r.a.) peygamber (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Beraberinde zil bulunan kafileye melekler yoldaşlık etmez”[153].
Heysemî, hadisin râvîlerinin gövenilir kişiler olduğunu belirtmiştir.[154]
11- Müslim, Saîd b. Cübeyr, İbn Abbas tarikiyle rivâyet edildiğine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ size içki, kumar, davul, ud ve yahudilerin kutlama günlerini size yasakladı”[155].
Hadisin râvîlerinin güvenilir kişiler olduğu belirtilmiştir.[156]
12- Abdurrahman b. Avf (r.a.) peygamber (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “iki günahkar ve ahmak sesi yasakladım: Musibet anındaki ses, yüz-göz tırmalama, yaka-paça yırtma ve şeytan sesi.”[157]
Tirmizi hadisin “Hasen” olduğunu söylemiştir.[158]
13- Ebu Hureyre (r.a.)’den, Peygamber (s.a.s.)’in şöyle dediğini işittiği rivâyet edilmiştir: “Allah Teâlâ, kıyâmet günü, tevbe etmeden ölen ağıtçılara ateşten bir gömlek giydirir ve onları bütün insanlara teşhir eder.”[159]
Heysemî hadisin senedinin “Hasen” olduğunu söylemiştir.[160]
14- Ümmü Atıyye’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) bizden ağıt yapmamak üzere söz aldı.”[161]
15- Ebu Mâlik el-Eş’arî (r.a.)’den peygamber (s.a.s.)in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Ümmetimde dört şey vardır ki, bunlar cahiliyet adetidir ve bunu terkedemezler: Soy ve şerefle övünmek, neseplere ta’n etmek, yıldızlarla yağmur dilemek ve ağıt yapmak.”[162]
16- Ebu Hureyre (r.a.)’den peygamber (s.a.s.)in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “iki şey vardır ki, insanlar onunla küfre düşer: Neseplere ta’n ve ölülere ağıt yapmak.”[163]
Müziğin haramlılığı konusunda kaynaklarda pek çok hadis zikredilmiştir. Ancak bunların hemen büyük bölümü zayıf bir kısmının da mevzu (uydurma) olduğu görülmektedir. Bu hadislerin içerisinde sahih olanların başlıcaları bu hadislerdir.
Hadislerin içerdiği konular dikkate alındığında müziğin genelini haram sayma konusunda delil kabul edilen bu hadislerin ana konusunu çalgı aletleri, şarkıcı kadınlar (kayne) ve ağıtın oluşturduğu görülecektir. Zeylai gibi kimi alimler bu hadisleri müziğin genelini yasaklayıcı mahiyette yorumlamışlarsa da, İmam Gazzâlî, Kemâlüddin İbn Hümâm (ö. 861/1457), Abdülganî Nablusî (ö. 1143/1731), İbn Âbidîn (ö. 1252/1836), Takiyyüddin Sübkî, Remlî, İbn Hazm ve Şevkânî gibi diğer bir kısım alimler bu gibi hadisleri yorumlamışlardır. Yapılan yorumlar özetle şöyledir: Hadislerin ana konuları içkili, kadınlı, içinde birçok haramın işlendiği meyhâne eğlencelerinden (lehv) oluşmaktadır. Bu da gerek çalgı aletleri gerekse diğer müzik çeşitlerinin haram olması, aletlerin ve müziğin kendileri ile ilgili bir husus olmayıp, bunlarla haram işlenmesi ya da haram işlenen ortamlarda çalınmalarından dolayıdır. Dolayısıyla bu âletler helal ve mübah eğlencelerde, içine başka bir haram karıştırılmadan kullanılırsa caizdir. Beraberinde başka haramlar işleniyorsa, “harama sebep olan şeyin kendisinin de haram olur”[164] kuralı gereği caiz olmazlar.[165]
Ağıt konusunda ise hemen bütün alimler Rasulullah (s.a.s.)’den nakledilen bütün hadislerde saç-baş yolma, yüz göz tırmalama şeklinde icra edilen ve kadere isyan manası taşıyan ağıtların yasaklandığını ifade etmişlerdir.
C- Mezhep İmamlarından Nakledilenler
Fıkıh kaynakları genelde ait olduğu mezhep İmamının görüşünü, fıkhi tartışmalarda delil kabul ederek üzerine hüküm bina etmektedirler. Müzik konusunda da aynı tutum sergilenmiş ve Hanefi kaynakları İmam Azam, İmam Muhammed ve İmam Ebu Yusuf’un, Şafii kaynakları İmam Şafii’nin, Maliki kaynakları İmam Malik ve Hanbeli kaynakları da İmam Ahmed b. Hanbel’in görüşlerine başvurmuşlardır. Bu hususta tespit edebildiğimiz yorumlar şöyledir:
Hanefi kaynaklarının hemen bütününde İmam Ebu Hanife’in şu sözü nakledilir: “Bununla (şarkılı bir davetle) bir defa mübtelâ oldum, sabrettim.” Hanefî kaynaklarının hemen hepsi bu ifadeyi naklettiken sonra: “Bu mesele, velev ki ud (kadîb) çalma şeklinde de olsa her türlü çalgı aletinin (melâhî) haram olduğunu göstermektedir. Ebu Hanife’nin sözü de bu hükmü ifade etmektedir. Çünkü “ibtilâ” (imtihan olunmak) ancak haram olan şeylerle olur.”[166] şeklinde yorum yapmışlardır. Ancak İbn Kemâl (ö. 875/1470) bu yorumu doğru bulmamıştır. O, hanefi kaynaklarındaki bu yorumu naklettikten sonra şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Bu yorum tarışmalıdır. Çünkü “ibtilâ”, mübah bile olsa sonucu sakıncalı olan şeylere de kullanılır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) kadılık görevi ile ilgili olarak “Kim yargı görevi ile mübtelâ olursa…” şeklindeki hadisinde “ibtilâ” kelimesini kullanmıştır. (Yargı görevi ise haram bir iş değildir). Sonra, davete icabet etmiş olmak için harama sabretmek caiz değildir. Çünkü, haram işleme durumu sözkonusu olduğu yerde, harama düşmemek için sünnet terkedilir. Buna göre, İmam Ebu Hanife, orada müziğe kulak vermeksizin oturmuştur. Böyle olunca da eğlenceye oturmuş sayılmayacağından haram ile mübtela olmuş olmaz.[167]
İmam Muhammed’den de “Bir kişi, müzisyen kadın ve erkeklere vasiyyet gibi, İslâmda ve ehl-i kitapta haram olan birşeyi vasiyyet etse…” şeklinde bir görüş nakledilmiş[168] ve bu görüşler O’nun müziğe cevaz vermediği ifade edilmiştir.
Maliki mezhebi kaynaklarında müziğin haramlılığı konusunda İmam Malik’in şu görüşlerine yer verilmiştir:
Mus’ab ez-Zübeyrî’den rivâyet edilmiştir: “Malik b. Enes’in meclisinde bulundum. Ebu Mus’ab ona müzikten (sem’â) sordu. O “bilmiyorum, bizim diyarın insanları onu kötü görmezler. Olduğu yerden kalkıp gitmezler. Müziği ancak, geri zekalı cahiller veya katı tabiatlı Iraklı âbidler kötü görürler şeklinde cevap verdi”[169].
Sahnun İbn Kasım’a sorar: “İmam Malik, şarkıyı hoş karşılamaz mıydı?
İbn Kasım: “İmam Malik, Kur’ân-ı Kerim’in makamlı (elhân ile) okunmasını hoş karşılamadığına göre, şarkıyı nasıl hoş karşılar. Aynı zamanda İmam Malik, bir cariyenin alım-satımında şarkıcılığın şart koşulmasını hoş karşılamaz. Bu da onun şarkıyı hoş karşılamadığını gösterir” cevabını verir.
Sahnun: “Peki, düğünlerde def çalınması hususunda İmam ne der? Cevaz verir mi vermez mi?”
İbn Kasım: “İmam Malik düğünlerde def dahil hiçbir çalgı âletini hoş karşılamazdı”[170] der.
İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200) Ahmed b. Hanbel’den o da ishak b. îsa et-Tabba’dan şunu nakletmektedir: “Malik b. Enes’e Medine ehlinin şarkıya ruhsat vermelerinden sordum”. O: “Onu bizde fasıklar yapıyor” diye cevap verdi.[171]
İmam Malik, çalgıyı yasaklamış ve bir kişinin bir cariye satın alıp şarkıcı çıktığında onu (şarkıcı olduğu için) geri reddedebileceğini söylemiştir[172]. Bu aynı zamanda ibrahim b. Sa’d müstesna bütün Medine ehlinin mezhebidir.[173]
Şafii kaynaklarında İmam Şafii’ye nisbet edilerek üzerine hüküm bina edilen bazı görüşler şöyledir:
“Müziği sanat edinerek, onunla meşhur olup onunla anılan ve müzik konusunda insanların kendisini aradığı kişilerin şâhitlikleri kabul edilmez. Çünkü bu mekruh olan bir eğlencedir ve batıla benzemektedir.[174] Müzikle bu seviyede meşgul olanlar sefih oldukları gibi şahsiyetsiz insanlardan sayılırlar. Kendisi için buna razı olanlar da açıkça haram işlemiş olmasa da şahsiyetlerini kaybetmiş olurlar.
Kişinin müzisyenliği meslek edinmeyip, gözde müzisyen olmayıp, müzik konserleri vermediği gibi böyle bir şeyden de hoşlanmayarak kendi halinde müzikle meşgul olması, aşırı olmadığı müddetçe şâhitliğinin kabul edilmesini engellemez.
Müzisyen câriye ve köle edinerek insanlarla müzik ve eğlence âlemleri tertipleyenler sefihtirler[175] ve şâhitlikleri kabul edilmez. Özellikle cariyelerin bu şekilde kullanılması sefihlikten de öte deyyüslüktür[176]. Köle ve câriyelerine, başkalarını toplamaksızın sadece kendisi için müzik icra ettirmesi ise kişinin şâhitliğini düşürmese de hoş birşey değildir.
Şarkı söylenen yerlerde geceleyen, bunu âdet hâline getiren ve bu yönüyle meşhur olan kişiler sefih oldukları için şâhitlikleri kabul edilmez. Bunu âdet haline getirmeyerek arasıra buralara uğrayanların şâhitlikleri kabul edilir. Çünkü bu husus açık bir nasla yasaklanmamıştır.”
Yolculuk türküleri (Hidâ) ve bedevî şiirleri (neşîdel-a’râbî) ister az ister çok olsun caizdir.
Amr b. Şerîd babasından naklediyor: “Birgün peygamber (s.a.v.) beni bineğinin arkasına bindirdi ve bana “Ümeyye b. Ebi’s-Salt’in şiirlerinden bir şey biliyormusun?” dedi. Ben de “Evet” dedim. “Öylesye söyle” dedi. Bir beyt okudum “devam” dedi taki yüz beyt kadar kendisine okudum.”
Ayrıca Hz. Peygamber yolculuklarında Abdullah b. Revâha’ya da yolculuk türküsü (hidâ) söyletmiştir.[177]
Özellikle tasavvuf mûsikisi konusunda İmam Şâfii’den, “Iraklı zındıklar “tağyîr”[178] denilen bir müzik icat etmişler, onunla insanları Allah’tan alıkoyuyarlar” şeklinde bir görüş nakledilmiş ve insanları dini görevlerden engelleyen ya da içerisinde dince mahzurlu unsurlar bulunan tasavvuf musikisinin haramlılığı ifade edilmiştir.[179]
Hanbelî mezhebinde de İbn Kudâme “Bir kişi ölse, arkasında bir çocuk ve bir şarkıcı cariye bıraksa, çocuğun o şarkıcı kızı satması gerekse, onu sade bir cariye olarak satar. Kendisine “ancak cariyenin, şarkıcı olarak fiyatı otuzbin, sade cariye olarak ise yirmi bin dinar ediyor” denilince o yine “cariye ancak sade cariye olarak satılır” şeklinde karşılık verdi.[180] sözünü naklederek bu görüşün müziğin haram olduğunu gösterdiğini ifade etmiştir.[181]
Yine İbn Kudâme ve İbn Cevzî Ahmed b. Hanbel’den nakledilen şu görüşü müziğin haramlılığına delil kabul etmişlerdir. “Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah, babasına şarkıdan sordu. Babası “Şarkı, insanları iki yüzlü yapar. Benim hoşuma gitmez.[182]“
İbnü’l-Cevzî Tasavvuf mûsikîsi konusundaki görüşünü belirtirken Ahmed b. Hanbel’den nakledilen şu rivâyeti de dikkate almış ve yorumlamıştır: İbn Cevzi Ahmed b. Hanbel’den şu görüşü nakletmiştir. Ebu Hâmid el-Halfânî Ahmed b. Hanbel’e “Cennet ve Cehennem’in anıldığı yanık kasideler hakkında ne dersiniz? diye sordu. O “ne gibi mesela?” dedi. Kendisine ” diyorlar ki :
“Rabbim bana derse ki, Benden utanmadınmı ki bana isyan ettin,
Günahlarını kullarımdan gizledin, bana ise isyanlarınla geliyorsun?”
girip kapıyı kapattı. Bir de baktım ki evde bu beyitleri kendi kendine tekrar ediyordu.[183]
İbnü’l-Cevzî Ahmed b. Hanbel’in bu görüş ve tutumlarındaki farklılıkları şöyle değerlendirmektedir: “Ahmed b. Hanbel zamanında şarkı zühde dair kasideleri makamsız, sade şiir şeklinde okumalarından ibaretti. Daha sonra bu şiirler makamlı olarak okunmaya başlayınca Ahmed b. Hanbel’den rivayetler farklılaşmıştır. Ancak bütün rivayetler Ahmed b. Hanbel’in şarkıyı hoş karşılamadığını göstermektedir.[184]
Ebu Bekr Abdülaziz’e göre ise Ahmed b. Hanbel’in şarkıyı mekruh sayması, şarkı sözleriyle ilgili olmayıp, şarkıyla birlikte icrâ edilen eylemlerle ilgilidir.[185]
Hanbelî mezhebinin önde gelen alimlerinden İbn Kayyım el-Cevziyye müziğin haramlılığını ispat sadedinde Muhammed b. Kasım’ın görüşünü de delil kabul etmiştir. O’dan gelen nakil şöyledir: Vehb, Ubeydullah’ın, Muhammed b. Kasım’a “Şarkı hakkında ne düşünüyorsun?” diye sormuş. İbn Kasım ” o batıldır” şeklinde cevap vermiş. Ubeydullah “onun batıl olduğunu ben de biliyorum. Onun hakkında ne düşündüğünü sordum” demiş. İbn Kasım “Batılı bilir misin? O nerededir?” diye bir soru ile karşılık verince Ubeydullah ” o ateştedir” demiş. Bunun üzerine İbn Kasım “işte bu odur” demiş.[186]
II-MÜZİĞİ GENEL OLARAK MÜBAH SAYANLAR
Bazı alimler müziğin genel manada helal olacağı görüşünü ileri sürerek çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir. Bu alimlerin başında Zahiriye mezhebi alimlerinden İbn Hazm el-Endülüsî ile İbn Tahir el-Kayserânî gelmektedir.
Bu hususta ileri sürülen delilleri ve yorumlarını şöyle özetleyebiliriz:
A-Kur’ân-ı Kerim
Müziğin genel manada mübah olduğunu ifade ettiği söylenen ayetlerin başlıcaları şunlardır:
1- Kur’ân-ı Kerim’de müziğin bir cennet nimeti olduğu ifade edilmiş ve mü’minler buna özendirilmişlerdir. Dolayısıyla genel olarak müzik helaldır. Rûm (30) 15′de şöyle buyurulmaktadır:
“iman edip salih amel işleyenler, bir bahçede nimetlenir ve neşelenirler (yuhberûn).” [187]
Yahya b. Kesîr, Evzâî ve Vek’î, âyette geçen kelimesini “zevk ve şarkı” olarak tefsir etmişlerdir.[188]
Bazı alimler ayetin bu şekildeki yorumunu esas alarak müziğin genel manada mübah olacağını ifade etmişlerdir.
Benzer bir yaklaşım Yasin 55′de yer alan “Doğrusu bugün, cennetlikler eğlenceyle meşguldürler” mealindeki ayet-i kerimenin yorumunda sergilenmiştir. Ebu’l-Berekât en-Nesefî (ö. 710/1310) bu ayet-i kerimenin yorumunda kıyâmet günü mü’minlerin, meşgul olacakları nimetlerden birinin de müzik dinlemek olacağından sözetmiştir.[189]
2-”O Allah yeryüzündeki herşeyi sizin için yaratmıştır.”[190]
“Allah size haram kıldığı herşeyi açılamıştır.”[191] mealindeki ayet-i kerimeler.
İbn Hazm bu ayetlerde yeryüzünde var olan bütün varlıkların insanın faydasına yaratıldığı ve hakkında özel bir yasaklayıcı nas bulunmadığı müddetçe de bunların helal olacağını; haklarında özel yasak bulundan şeyler arasında müzik diğe bir maddenin bulunmadığını ifade etmiştir.[192] Daha sonra İbn Hazm konuyu doğrudan ya da dolaylı ilgilendiren diğer nasları da dikkate alarak şu yorumu yapmıştır: “Bununla beraber, ameller niyetlere göredir. Kim müziği Allah’a isyan etmek için dinlerse o fasıktır. Bu kural müzikten başka şeyler için de geçerlidir. ibâdetini daha rahat edâ edebilmek ve hayır işlerinde daha faal olabilmek için dinlenme maksadıyla müziği dinleyen kişi ise bununla Allah’a ihsan üzere itaat etmiş sayılır. Bu gibi kişilerin müzik dinlemesi ise haktır doğru bir iştir. Kim de ne ibâdet ne de günah maksadı olmaksızın müzik dinlerse o da fayda ya da zararı olmayan bir işle (lağv) meşgul olduğundan Allah tarafından bağışlanır. Bu çeşit müzik dinleme, dinlenmek için bahçeye çıkma veya kapısının önüne oturma, elbiseleri çeşitli renklere boyama gibi bir şeydir.”[193]
Daha sonra müzik ve çalgı aletlerinin haramlılığı ile ilgili ileri sürülen delilleri senet ve metin yönüyle tenkit eden İbn Hazm, bu görüşünü isbata çalışmış, sonun da da “dolayısıyla müzik mübahtır, hiçbir kerâhet yoktur. Bunu inkâr eden şüphesiz hata etmiştir” şeklinde görüşünü tekrarlamıştır.[194] Bundan sonra da müziğin mübahlığı ile ilgili delillere yer vermiştir.[195]
B-Hadis-i Şerifler
1- Aişe (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Birgün Ebu Bekir (r.a.) yanıma geldi. Ensardan iki kız benim yanımda Buas günü ensarın söylediği mersiyelerden söylüyorlardı. Fakat bunlar meslekten şarkıcı değildi. Ebu Bekir (r.a.) “Peygamber evinde şeytan düdükleri mi?” diye çıkıştı. O gün bayram günüydü. Peygamber (s.a.s.):”Ey Ebu Bekir! Her milletin bir bayramı vardır. Bu gün de bizim bayramımızdır” buyurdu.
Diğer rivayetleriyle hadis şöyledir:
Peygamber (s.a.s.) bizim yanımıza gelmişti.
1-Benim yanımda (Kurban bayram günlerinden bir gün “eyyam-ı mina” [196]) (kurban ya da Ramazan bayramı[197])
2-(Ensar’ın cariyelerinden[198]) iki cariye[199] (iki kayne[200])
3-Buas günü (Ensar’ın karşılıklı söyledikleri –tekavelet-[201]) (atışdıkları –tekazefet-[202]) (söylenen şarkılardan –tuganniyani bi ginai- )söylüyorlardı.[203] (şarkı söylüyor, def çalıyor ve vuruyorlardı[204]), (Def eşliğinde oynuyorlardı[205]), (şarkı söylüyor ve vuruyorlardı[206]), (def çalıyor ve şarkı söylüyorlardı[207]), (uğultulu seslerle şarkılar söylüyorlardı –teazefet-[208]) Cariyeler şarkıcı (muğanniye) değillerdi. [209]
Peygamber (s.a.s.) yatağına yattı ve yüzünü çevirdi[210] (elbisesine bürünmüş bir halde idi[211])
Ebubekir (r.a.) içeri girdi, beni (o iki kızı[212]) azarladı ve şöyle dedi “Peygamber (evinde[213]) yanında şeytan mizmarı (ları[214]) mı?” [215] (bunu iki defa söyledi[216])
İmam Gazzâlî ve İbn Kudâme el-Makdisî bu hadise dayanarak müziğin esasen mübah olması gerektiğini ifade etmişlerdir.[217]. İmam Gazzâlî bu yorumuna şu değerlendirmeleri katmıştır “Düğün, düğün yemeği, akika, sünnet, yolcu karşılama vb. şer’an sevinilmesi gereken olay ve zamanlarda şarkı, raks, def çalma, kılıç-kalkan oynama gibi eğlenceleri tertiplemek caizdir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in çalınan defi şeytan düdüklerine benzetmelerine rağmen, Hz. Peygamberin buna karşı çıkması, yasaklanan çalgı aletinin bundan başka şeyler olduğunu gösterir. Eğer orada telli aletler (evtâr) kullanılmış olsaydı orada bulunmak caiz olmazdı.[218]“
İmam Nevevî’nin yorumu şöyledir: Bu hadis şarkıyı caiz görenlerin dayandıkları delillerden biridir. Şarkıyı caiz görmeyenler ise hadisi şöyle yorumlamışlardır: Burada bahsedilen şarkı, atılganlık, savaş, savaş tecrübeleri gibi dince sakıncası olmayan şarkılardır. Dolayısıyla bu hadis, insanı kötülüğe, tembelliğe ve her türlü çirkin şeye teşvik eden şarkıların caiz olmasına delil teşkil etmez.[219]
İbn Hacer ile İmam Aynî’nin yorumları da şöyledir: Bazı tasavvufçular bu hadisden hareketle çalgı aleti olsun olmasın müziğin caiz olduğunu söylemişlerdir. Ancak Hz. Aişe’nin “onlar meslekten şarkıcı (Muğanniye) değillerdi” ifadesi böyle bir sonuca engeldir. Çünkü Arapça’da “Gınâ” kelimesi; sadece sesi yükseltme manasına geldiği gibi, Arapların “Nasb” (gurbet türküsü) dedikleri terennümlerle “Hidâ” (yolculuk türküsü) manasına da kullanılır. Ancak bunları yapanlara “Muğanniye” denilmiyor. “Muğanniye”: çekişli kırışlı, coşturucu ve kötülüklere teşvik edici şeyler söyleyenlere kullanılan bir tabirdir.[220]
2- Aişe (r.a.)’den gelen diğer bir rivâyet de şöyledir: “O, bir kadını Ensardan birisi ile evlendirdiği zaman Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştu: “Ey Aişe! Düğününüzde eğlence yoktu. Halbuki Ensar eğlenceden hoşlanır”.[221]
3-Hakim’den gelen bir rivâyette: “Çünkü Ensar eğlenceği sever” buyurulmuştur.[222]
Hâkim hadisin Şeyhayn şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de bu tespiti doğru bulduğunu ifade etmiştir.[223]
4- Aişe (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) bir düğün dolayısıyla Ensar kadınlarının yanına uğramıştı. Onlar şu türküyü söylüyorlardı:
O’na bir teke hediye etti
Ağılında meleyen
Senin eşinse çöllerde
Yarın ne olacağını bilirsin
Bunu duyan Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Yarın ne olacağını bilen yalnız Allah’tır.”[224]
Hâkim ve Zehebî hadisin Müslimin şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Heysemî de râvîlerin sahih hadis râvîleri olduğunu, zikretmiştir. [225]
5- Âmir b. Sa’d’den nakledilmiştir: “Bir düğün münâsebetiyle Karaza b. Ka’b ve Ebu Mes’ûd el-Ensârî’nin yanına gittim. Küçük bir kız çocuğu şarkı söylüyordu. Ben: “Siz Rasulullah (s.a.s.)’ın arkadaşları ve Bedir ashabından olduğunuz halde sizin yanınızda bunlar (nasıl) yapılıyor?” dedim. Onlar: “ister bizimle kalırsın, istersen gidersin. Bize, düğünde eğlenmeğe, musibet anında da ağlamaya izin verildi” dediler[226].
İbn Hacer hadisin râvîlerinin güvenilir kişiler olup isnadının sahih olduğunu ifade etmiştir. [227]
6- Rubeyy’i binti Muavviz b. Afrâ’dan nakledilmiştir.”Düğün günümün sabahı Rasulullah (s.a.s.) yanıma geldi; senin şu anda oturduğun gibi yatağıma oturdu. Bizim kızlarımız def çalıyor ve Bedir günü öldürülen aile büyüklerimle ilgili mersiyeler söylüyorlardı. Bir ara birisi:
“Aramızda yarın ne olacağını bilen Peygamber var” dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.): “Bunu bırak, diğer söyediklerini söyle!” buyurdu.[228]
7- Tirmizi rivâyeti ise şöyledir: “Nikahı ilan ediniz. Onu mescidlerde yapınız. Nikahda def çalınız.”[229]
Tirmizî hadisin “Ğarîb ve Hasen” olduğunu belirtmiştir. [230]
8- Hakim rivâyeti de “nikahı ilan ediniz” şeklindedir.[231]
Hakim hadisin isnadının sahih olduğunu ifade etmiştir.[232]
9- Muhammed b. Hâtıp peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: “Helal ile haram (nikah ile zina) arasındaki fark, ses ve deftir.”[233]
Tirmizî, hadisin “Hasen” hadis olduğunu belirtmiştir.[234]
Bu hadislerden birinci hadis bayram eğlenceleri ile ilgilidir. 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9. hadisler ise düğün eğlenceleri ile ilgilidir. Alimlerin bu hadisler hakkındaki görüşleri kısaca şöyledir:
İbn Hacer Mühelleb’den şunu nakletmektedir: “Bu hadis düğünlerin, def ve mübah olan şarkılarla ilanının caiz olduğunu göstermektedir. Toplumda önder sayılan bir kişinin mübahlık sınırını aşmadıkça, eğlenceli düğünlere katılması da bu hadise göre caizdir”[235].
Aynî, “Bu hadis düğünlerin, zinadan ayırdedilebilmesi için def ve mübah olan şarkılarla ilanının caiz olduğunu göstermektedir”[236] diyerek kendi görüşünü belirttikten sonra et-Tevdîh adlı eserden şunu nakletmiştir: “Alimler düğün yemeğinde def vb. aletler eşliğinde eğlenmenin (lehv) caiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Hadislerde özellikle düğün üzerinde durulması ise, nikahın ilanı ve hukukunun sabit olması içindir”[237].
Beğavî (ö. 516/1122)’nin yorumu da şöyledir: “İmam der ki: “Düğünü ilan etmek ve düğünde def çalmak müstehaptır” “Ben de derim ki: Düğün ve sünnet düğünlerinde def çalmak bir ruhsattır”[238].
İbn Kudâme 6 nolu hadisi çalgı aletlerinden Def’in mübahlığına delil olarak zikretmiştir.[239]
10- Enes (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) bir yolculuğa çıkmıştı. Beraberinde Enceşe adında bir hizmetçisi vardı. Yol boyunca onlara yolculuk türküleri söyler ve develerini sürerdi. Bir ara peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Yavaş Ey Enceşe! Testileri düşünerek kervanı yavaş sür”. Bir rivâyette: Enceşe’nin kadınların bulunduğu kafile, Berâe’nin de erkeklerin bulunduğu kafileye şarkı söylediği rivâyet edilmiştir”[240].
11- Seleme b. Ekva’dan rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) ile birlikte Hayber’e yola çıkmıştık. Gece gidiyorduk. Kafileden bir kişi Âmir b. Ekva’a -Âmir şairliğiyle bilinen bir kişi idi- “Bize bildiğin şeylerden birşeyler söyle, dinleyelim” dedi. Âmir devesinden inerek şu türküyü söylemeye başladı:
Ey Allahım! Sen olmasaydın biz hidayet bulamazdık.
Sadaka verip, namaz kılamazdık.
Her şeyimiz sana feda olsun, bizi bağışla.
Düşmanla karşılaşırsak, ayaklarımız sabit kıl.
içimize huzur ve güven ver.
Biz, çağrılınca gideriz.
Seslendikçe yardıma erişiriz.
Peygamber (s.a.s.) “Kim bu sürücü?” dedi. “Âmir b. Ekva’” dediler. Peygamber (s.a.s.) “Allah on esirgesin” buyurdu[241].
İbn Hacer bu hadisle ilgili olarak şu yorumu yapmıştır: “Bazı alimler yolculuk türküsüne (hidâ) cevaz veren bu hadisden hareketle, çekişli (temdîd) sesle söylenen ve Arapların “Nasb” dedikleri gurbet türküsünün de caiz olacağını söylemişlerdir. Hatta bazıları bundan hareketle mûsikî makamlarıyla söylenen şarkılara da fetvâ verecek kadar ileri gitmişlerdir. Fakat bu pek doğru bir yorum değildir”[242].
12- Abdullah b. Revâhe’den rivâyet edilmiştir. “O, peygamber (s.a.s.) ile beraber bir yolculuğa çıkmıştı. Peygamber (s.a.s.) kendisine: “Ey İbn Revâhe! in de, binekleri biraz canlandır!” dedi. İbn Revâhe “Ya Rasulallah! Ben bunları bıraktım” karşılığını verdi. Kafilede bulunan Ömer (r.a.) “dinle ve itaat et” dedi. Bunun üzerine İbn Revâhe kendisini hemen yere atarak şunları söyledi:
Vallahi sen olmasaydın doğru yolu bulamazdık.
Sadaka veremez, namaz kılamazdık.
Bize huzur ve güven ver (Ey Allah’ım!)
Düşmanla karşılaşırsak ayaklarımızı sabit kıl”[243].
10, 11 ve 12 nolu hadisler yolculuk esnasında türkü söyleme ile ilgilidir. Başta İmam Şâfii olmak üzere[244] Şâfiî fakihlerinden Nevevî ve Sübkî; Hanbelî fakihlerinden de İbn Kudâme yolculuk türkülerinin (hidâ) caiz olduğuna delil olarak zikretmişlerdir.[245]
Hadislerden anlaşıldığı kadarıyla Peygamber (s.a.s.) zamanında yolculuk esnasında söylenen türküler bir yandan develeri coşturup harekete geçirdiği gibi, kervanda bulunan yolcuları da dinlendirip canlandırmaktaydı. Dolayısıyla yolculuk türkülerinin yolculuğun yoruculuğunu hafifletici olması gerektiği gibi müziğin mübahlığı hususunda belirtilen ölçülere uyma özelliği de taşıması gerekir.
13- Sâib b. Yezid (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Kadının birisi Peygamber (s.a.s.)’a geldi. Peygamber (s.a.s.) “Ey Aişe! Bu kim biliyormusun?” dedi. Aişe: “Hayır Ey Allah’ın peygamberi!” dedi. Peygamber (s.a.s.): “Bu falan sülalenin dansöz-şarkıcısıdır. Sana şarkı söylemesini ister misin?” Aişe: “Evet” karşılığını vererek, kadına bir tabak hediye etti, kadın da ona şarkı söyledi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Şeytan bu kadının burun deliklerine üfürmüş”[246].
Heysemî, hadisi Taberânî’nin naklettiğini , Ahmed b. Hanbel’in râvîlerinin sahih râvîler olduğunu söylemiştir. Cüdey’ de hadisin Şeyhayn’in şartına göre sahih olduğunu belirtmiştir. [247]
14- Abdullah b. Humeyd’den nakledilmiştir: Babam, Zührî’ye, Peygamber (s.a.s.)’in müziğe ruhsat verip vermediğini sordu -ki ben de bunu dinliyordum-. Zührî dedi ki: “Evet. Peygamber (s.a.s.) bir gün dışarı çıkmıştı. Elinde def ile şarkı söyleyen bir genç kızla karşılaştı. Kız korktu, ürktü ve şöyle demeğe başladı:
Ey gamlı ve kederli yolcu!
Abdimenâf’ın evine uğradın mı?
Anan seni kaybetsin! Onların evlerine uğrasan olmaz mı?
Nice zillet ve dertlerden kurtarırlar seni[248].
15- Aişe (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Bizim yanımızda kız şarkı söylerken peygamber (s.a.s.) içeri girdi. Kız şarkı söylemeye devam etti. Sonra Ömer (r.a.) içeri girmek için izin istedi. Çocuk hemen sıçrayıp kalktı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) güldü. Ömer (r.a.) “Bu günahkara neden güldün? Ya Rasulallah!” dedi ve ekledi: “O kızın dinlettiğini -ya da Peygamber (s.a.s.)’in dinlediklerini- dinlemeden buradan ayrılmayacağım”. Peygamber (s.a.s.) kıza emretti, o da Ömer’e dinletti[249].
Heysemî, hadisin râvîlerinin güvenilir kişiler olduğunu söylemiştir. [250]
16- Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) Medine sokaklarında gezerken def eşliğinde şu beyitleri okuyan kız çocuklarına rastladı:
“Biz Neccar kızlarındanız
Muhammed gibi bir komşudan dolayı ne mutlu bize”
Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.): “Allah biliyor ki ben de sizi seviyorum”[251] dedi.
Bûsırî Zevâid’de, bu hadisin isnadının sahih, ravilerinin de güvenilir kişiler olduğunu belirtmiştir. [252]
13, 14, 15 ve 16 nolu hadisler normal zamanlarda şarkı-türkü dinleme ile ilgilidir. Bu hadislerde genel olarak iki problem bulunmaktadır: Birincisi normal zamanlarda şarkı-türkü söylemenin caiz olup olmayacağı, ikincisi de kadın sesinin haram olup olmaması. Bu hususlarla ilgil olarak alimlerin yorumları kısaca şöyledir:
1-Normal zamanlarda şarkı dinlemenin hükmü
Hadisler ve fıkıh kaynaklarının genelinde müzik dinlemenin bazı sebepler dolayısıyla ve belirli kurallar çerçevesinde caiz olacağı yönündedir. Ancak bu kaynaklarda belirtilen savaş, düğün, hacı karşılama, yolcu karşılama, bayram vb. sebeplerin dışında normal zamanlarda dinlenme ya da eğlenme amacıyla müzik dinlemenin caiz olup olmayacağı hususuna da yer verilmiştir. Bu hususta Hanefî alimlerinden Haskefî, Kâsânî, Zeylaî, Molla Hüsrev, Dâmâd ve İbn Âbidîn şöyle demişlerdir: “Kişinin gayri meşru eğlence (levh) maksadı gütmeksizin, yalnızlığını giderme gayesiyle, kendi kendine şarkı söylemesinde bir sakınca yoktur.”[253] Yine İbn Âbidîn, düğün, gazi ve yolcu karşılama gibi gayri meşru eğlence (lehv) şeklinde olmadığı takdirde davul ve def çalmak için davulcu ya da defçi kiralamada bir sakınca olmayacağını ifade etmektedir[254]. Maliki alimlerinden Zürkânî, düğün vb. meşru eğlencelerin dışında, çalgı aleti olsun olmasın, müzikle fazla meşgul olmanın caiz olmayacağını, arasıra dinlemenin mekruh olduğunu, zaman zaman icra etmenin ise tartışmalı olduğunu ifade etmektedir[255]. Şâfii mezhebinden Sübkî, şarkı söylemeği meslek edinmeksizin, kendi kendine şarkı söylemede bir sakıncanın olmayacağını ifade etmiştir[256]. Yine Şâfii mezhebinden Remlî baştan çıkarıcı (mutrib) çalgı aletleri olmaksızın şarkı söylemenin ve dinlemenin haram olmayıp mekruh olduğunu ifade etmiştir[257]. İmam Gazzâ’lîye göre de zamanın çoğunu eğlence maksadıyla müzik dinlemenin mekruh olduğunu, ancak sadece güzel ses dinlemek maksadıyla şarkı dinlemenin caiz olacağını belirtmiştir[258].
C-Kadın sesi
Kadın sesi dinlemenin haram olup olmayacağı konusu İslam alimleri arasında tartışılan bir husustur. Burada bu tartışmalara girmeksizin bazı alimlerin görüşlerini nakletmekle yetineceğiz.
İmam Gazzâlî diyor ki: “Kadın sesi dinlemek, çalgı aletlerinin (Mezâmîr) seslerini dinlemek kadar haram değildir. Çünkü kadın sesinin haramlığı, zinaya düşme tehlikesinin (fitne) oluduğu hallerdedir.[259]
İbn Hacer ve Aynî’nin görüşü şöyledir: “Zinaya düşme tehlikesinin olmaması (fitne) şartıyla, köle olmasalar da genç kızların şarkılarını dinlemek caizdir. Çünkü Rasulullah (s.a.s.) “Câriyeteyn” hadisinde bunu engellememiş, aksine Hz. Ebubekir’in karşı çıkmasını engellemiştir.”[260]
Abdülhayy el-Leknevî’nin hanefî mezhebinin görüşünü özetleyen yorumu şöyledir: “Kadıhan ve Muhît sahibine göre kadın sesi avrettir. Bu zayıf bir görüştür. Şerhu’l-Münye, Bahrurrâik ve Dürr’de ifade edildiği gibi Hanefî mezhebinde sahih olan görüşe göre, fitne ihtimalinin olmadığı yerlerde kadın sesi avret değildir. Namazda “Tesbîh” (İmam yanıldığı zaman “Sübhânellah” diyerek onu uyarma) etmelerine ve âmâlardan Kur’an öğrenmelerine müsade edilmesi de bundandır.[261]
Kadın sesi ile ilgili özel bir araştırma yapan Faruk Beşer de sonuç olarak şunları belirtmektedir: “Kadın sesi, ses olması hasebiyle haram değildir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de açık ve kesin bir nas bulunmamaktadır. Kadının, yabancı erkekle konuşurken sesini inceltmesi, kırıla döküle, edalı ve endamlı konuşması Ahzâb (33) 32. âyet-i kerimesinde yasaklanmıştır. Bunun yasaklanışı ise bu sesin avret olduğundan değil, bu tür konuşmaların erkeklerde haram duygular uyandıracağı içindir. Kadınların yabancı erkeklerin duyacağı şekilde besteli, makamlı ve nağmeli şarkı, türkü, mevlit, gazel, ilahi vb. okumaları caiz değildir.”[262]
C-Mezhep İmamlarının Görüşleri
Hanefî mezhebinden Zeylaî, Haskefî ve Dâmâd’a göre yalnızca güzel ses olması bakımından şarkının (teğanniyyi’l-mücerred) her çeşidi mübahtır.[263]
Şâfii alimlerinden İmam Gazzâlî “sadece güzel ses dinlemek maksadıyla müzik dinlemek mübahtır[264]” diyerek aynı görüşü paylaşmıştır.
Hanbelî alimlerinden İbn Kudâme de bu yöndeki görüşünü şu şekilde açıklamıştır: “Sa’d b. ibrahim, Ebu Bekr el-Hallâl ve arkadaşı Ebu Bekir Abdülaziz ile Medine ehlinden bir çoklarına göre şarkı mübahtır. Ebu Bekir Abdülaziz bunu, ağıtta olduğu gibi söz veya icrasında bir sakınca olmaması şartına bağlamaktadır.[265]
III-MÜZİĞİ GENEL OLARAK MEKRUH SAYANLAR
Müziği genel olarak, her çeşit ve türü ile haram ya da mübah sayanların yanında bir de onu mekruh sayanlar vardır. Bu husustaki bazı tespitler özetle şöyledir:
A-Hanefî Mezhebi
Hanefi mezhebi alimlerinden Zeylâî, Dâmâd, Haskefî ve İbn Âbidîn eserlerinde müziğin genel olarak mekruh olduğunu ifade eden görüşlere yer vermişlerdir. Bu hususla ilgili adı geçen eserlerde yer alan ifadeler şöyledir:
1- İmam Ebu Yusuf’a düğünlerin dışında, bir kadının, fasıklığı gerektirecek birşey olmaksızın çocuğuna def çalmasının hükmü sorulduğunda onun, “onu kötü görmem, ancak aşırı oyuna (la’bu’l-fâhiş) sebeb olan müziği hoş karşılamam” şeklinde cevap verdiği nakledilmektedir.[266]
2-Şarkının (teğanniyyi’l-mücerred) her çeşidi mekruhtur.[267]
3- Lokman suresi 6. âyetinin gereği şarkının mübah olan şekilleri de mekruhdur.[268]
4- Tasavvufçuların adına “vecd” ve “muhabbet” dedikleri şarkılar mekruhtur ve dinde hiçbir dayanağı yoktur. Bu çeşit şarkıların söylendiği yerlere gitmek ve oralarda oturmak asla caiz olmayıp haramdır.
Çünkü Peygamber (s.a.v.) Kur’ân okunurken, cenazelerde, savaşlar ve vaazlarda sesin yüklestilmesini hoş karşılamazdı. Bu gün yapılan ve adına “vecd” ve “muhabbet” denilen şeylerin yapılması nasıl caiz olur.[269]
B-Maliki Mezhebi
Mâlikî kaynaklarında müziği genel olarak mekruh sayan görüşlerle ilgili şu yorumlara yer verilmiştir:
1- Mus’ab ez-Zübeyrî’den rivâyet edilmiştir: “Malik b. Enes’in meclisinde bulundum. Ebu Mus’ab ona müzikten (sem’â) sordu. O “bilmiyorum, bizim diyarın insanları onu kötü görmezler. Olduğu yerden kalkıp gitmezler. Müziği ancak, geri zekalı cahiller veya katı tabiatlı Iraklı âbidler kötü görürler şeklinde cevap verdi”[270].
2- Düğün vb. meşru eğlencelerin dışında, çalgı âleti olsun olmasın, müzikle fazla meşgul olmak caiz değildir. Arasıra dinlemek mekruhtur. Zaman zaman icrâ edilmesinin helal ya da haramlığı ise tartışmalıdır.[271]
3- Düğünler için def ve çalgı aletleri kiralamak mekruhtur. Düğünlerde def ve çalgı aletleri çalmanın caiz olmasına karşın, kiralamanın mekruh olması, muhtemel günahların önünü kesmek -Zedd-i Zerî’a- içindir. Çünkü düğünlerde buna cevaz verilirse insanlar diğer eğlencelerde de bunları kiralamay başlarlar. İbn Rüşd diyor ki: Düğünlerde defin caiz olması, “olsa da olmasa da olur” manasında bir cevazdır. Bir görüşe göre “olmasa daha iyi olur” manasında bir cevazdır ki bu görüş İmam Malik’in “Müdevvene”de ifade ettiği görüştür.[272]
4- Düğünlerde Zemmâre (klarnete benzeyen bir çeşit nefesil saz) ve Bûk (zurna) çalmak caizdir. Bu cevaz, “yapılmasa daha iyi olur” manasında bir cevazdır. Dolayısıyla mekruhtur. Bu aynı zamanda İmam Malik’in Müdevvene’deki görüşüdür.[273]
C-Şâfiî Mezhebi
Şâfiî mezhebinde müziği daha çok icra şekli, muhteva ve sonuçlarına göre değerlendiren İmam Gazzâlî’nin müziğin mekruh olması ile ilgili yorumu şöyledir:
“Zamanının çoğunu, eğlence maksadıyla müzik dinlemekle geçirmek mekruhtur.[274]“
D-Hanbeli Mezhebi
Hanbelî mezhebi alimlerinden İbn Kudâme ile İbn Cevzî’nin bu husustaki yorumları şöyledir:
1- Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah, babasına şarkıdan sorduğunda O’nun: “Şarkı, insanları iki yüzlü yapar. Benim hoşuma gitmez” dediğini nakletmektedir.[275]
2- Şarkı haram olmayıp, mekruhtur. Kâdî’nin görüşü bu yöndedir. Ahmed b. Hanbel’in “Şarkı insanı iki yüzlü yapar. Benim hoşuma gitmez” sözü de bunu ifade etmektedir.[276]
3- Düğünlerde def çalmada bir sakınca yoktur. Davul çalmak mekruhtur. Ahmed b. Hanbel’in görüşü şöyledir: “Düğün gibi etkinliklerde def çalmada bir beis olmayacağını ümid ederim. Ancak davul’u hoş karşılamam.”[277]
IV- MÜZİĞİN HARAM YA DA MÜBAHLIĞINI ŞARTLARA BAĞLAYARAK YORUMLAYANLAR
Müziği temelde haram ya da helal kabul ederek değerlendiren alimlerin yanında, türüne, icra şekline ve icra edenler ile dinleyenler üzerindeki etkilerine bakarak değerlendiren alimler de vardır. Esasen yapılan tahliller dikkatle incelendiğinde hemen bütün alimlerin müziğin haram ya da helallığını belirli şartlar altında kabul ettikleri gözükecektir. Bu bölümde alimlerin bu husustaki tahlillerini ve üzerinde durdukları şartları nakletmeye çalışacağız.
Müziği temel prensip olarak haram sayanlar helal olabilmesi için şartlar ileri sürerken, temelde müziği helal sayanlar haram olabilmesi için şartlar ileri sürmüşlerdir.
A-Müziği Temelde Haram Sayanların Helallık için Şartları
Müziğe temel olarak haram sayan ve caiz olup olmamasını bu açıdan tahlil eden alimlerin genelde Hanefî ve Hanbelî alimleri oldukları görülmektedir. Dolayısıyla burada bu iki mezhep alimlerinin bu hususla ilgili şartlarını nakletmeye çalışacağız.
1- Hanefi Mezhebi
a- Zeylâi, Molla Hüsrev, Dâmâd, Haskefî, Kâsân ve İbn Abidin başta olmak üzere hemen bütün Hanefi alimleri eğlence (lehv) maksadı gütmeksizin kişinin yalnızlığını gidermesi gayesiyle kendi kendine şartı söylemesinin caiz olacağını söylemişlerdir[278].
b- Zeylâî, Âlemgîr, Dâmâd, İbn Abidin vd. şiir kafiyelerini ve güzel konuşmayı öğrenme maksadıyla şarkıyla meşgul olmada bir sakınca görmemişlerdir[279].
c-Haskefî’ye göre düğünlerde[280], ve ziyafetlerde[281] şarkı söylemenin bir sakıncası yoktur.
d- Zeylaî’ye göre hayatta olan belirli bir kadın tasviri içeren şarkı mekruhtur, ölmüş ya da belirsiz bir kadın tasviri yapan şarkılarda bir sakınca yoktur.[282]
e- Âlemgîr’e göre Kur’ân ve nasihat dinlemek caizdir. Müzik dinlemek ise bu bütün alimlerin ittifakıyla haramdır. Bazı tasavvufçulardan nakledilen müsade, eğlenceden uzaklaşıp, takva ahlakına bürünenlere aittir ve bu gibi kişiler için müzik, hastaların tedavisi gibidir. Ayrıca bu gibi müziklerin mübah olabilmesi için altı şart gerekir : Aralarında bıyığı terlememiş parlak erkek çocuk (emred) ve kadın bulunmaması, müzikten maksatları konser verip kazanç sağlama olmayıp sırf Allah rızası için olması, yeme içme gibi bir gayeye matuf olmaması, oradan ancak müziğin etkisinde kalmış olarak (mağlub) olarak ayrılmaları ve göstermelik coşku yapmamaları. Hülâsa zamanımızın tasavvuf mûsikisine (semâ) ruhsat vermek mümkün değildir. Çünkü Cüneyd (rh.a) bile kendi zamanının tasavvuf mûsikisinden tevbe etmiştir.[283]
f- İbn Âbidîn’e göre şiir gibi müziğin de kötüsü ve iyisi vardır. Peygamber (s.a.v.)’in “Kur’ân-ı teğannî ile okumayan bizden değildir” sözü de bu manadadır. Sözlerinde hikmet ve nasihat bulunan müzikler aslen mübah olmakla beraber, beraberinde çalınan âletlere göre hükmü değişir.[284]
g- Zeylaî ve Haskefî’ye göre düğünlerde def çalmada bir sakınca yoktur[285]. İbn Âbidîn ise def çalmanın kadınlara özel bir durum olduğundan erkeklerin çalması kadınlara özenti özelliği taşıyacağından mekruhtur[286]
ğ- Haskefî ve Kâsânî def ve kaval gibi çalgı aletlerinin helal olma şartını “(İslâm) toplumu tarafından çirkin karşılanmama (gayr-i müsteşna’) şartına bağlamaktadırlar[287]. Ancak Haskefî bu şarta ilave olarak “eşliğinde oynama (raks) gibi eğlenceler icra edilecek kadar aşırı gitmeyi büyük günahlardan saymaktadır[288].
h- İbn Âbidîn düğün, gazi ve yolcu karşılama gibi eğlence (lehv) dışı konularda davul ve def çalmak için müzisyen kiralamada bir sakınca olmayacağını ifade etmektedir.[289]
Özet olarak Hanefî mezhebi alimlerinin görüşü şöyledir: Hanefî mezhebinin önde gelen muhakkıklarından İbn Hümâm (ö. 861/1457), sonuç olarak “haram olan müzik, sözlerinde, hayatta olan belirli bir erkek veya kadın tasviri, içki, meyhane vb. yerlere özendirici sözler, belirli bir müslüman veya zimmî’yi kötüleyen ifadeleri hitiva eden müziktir”[290] derken; Abdülgani en-Nablusî (ö. 1143/1731) “Müzik, müzik olduğu için haram değildir. Böyle olacak olsa bütün coşturucu güzel seslerin de haram olması gerekir. Bu ise yanlıştır. Bilakis müziğin haram oluşu, eğlence (lehv) özelliği taşımasından dolayıdır. Çünkü müzikle ilgili nakledilen hadisler genelde eğlence (lehv) şartı ile kayıtlıdır. Bu kaydın bulunmadığı hadisler de, genel muhtevâya göre yorumlanır. Dolayısyla müziğin haram olabilmesi için, gerek şarkı gerekse çalğı aletlerinin eğlence (lehv) özelliği taşıması şarttır. Eğlence (lehv) özelliği taşımayan müzik haram olamaz”[291] açıklamasına yer vermiş; İbn-i Abidin (ö. 1252/1836) de: “Çalgı aletleri (âletü’l-lehv) zatından dolayı haram (haram li aynihi) değildir. Bilakis ya dinleyendeki veya kullanandaki bazı özelliklerden dolayı haram olurlar. Haram veya helal oluşu bunlardan birisiyle tesbit edilir. Dikkat edilirse bu aletlerin çalınması, dinleyiş niyyetine göre bazen haram bazen de helal olmaktadır. Genel bir kaide de vardır ki: “işler maksatlarına göredir” diyerek Nablusî ile aynı görüşleri paylaşmıştır.[292]
Sonuç olarak Hanefî fukahasının da, şarkı, şarkıcılık ve çalğı âletlerini eğlence (Lehv)[293], toplumsal itibar (Sefihlik)[294], zinaya düşme tehlikesi (Fitne), kazanç sağlama, riyâkârlık (özellikle tasavvuf mûsikîsinde)[295], söz veya icrasında söz veya davranışlar[296], karşı cinse özenti[297], kadın sesi[298], müziğin insan üzerindeki ekileri[299] ile bazı âyet[300] ve hadisler[301] açısından değerlendirdikleri görülmektedir.
Hanefi kaynaklarında yer verilen bu gerekçeler, kaynakların hemen hepsinin üzerinde durduğu iki genel kavramla özetlenebilir ki bunlar “Lehv” ile hukûkî niteliği olan “Adâlet” kavramı.
Levh: “Düşünce ve gayreti, kullanılması hoş karşılanmayan yerlerde kullanma; faydalı ve öncelikli yapılması gereken şeylerden engelleyen, nefsânî ve şehevî duyguları kısa zamanda harekete geçiren her şey” şeklinde tanımlanmıştır.[302] Başta İbn Hümâm olmak üzere, Abdülganî Nablusî ve İbn Âbidîn gibi birçok Hanefî alimi şarkı ve çalgı aletlerinin fıkhî hükümlerini bu kavram doğrultusunde değerlendirmişlerdir.
Adâlet: “Kişiyi, dini yasaklar ve toplumsal itibarı zedeleyen yakışıksız davranışlardan sakındıran alışkanlık”[303] olarak tanımlanmıştır ki büyük ve küçük günahlarlar ilgili bir kavramdır. Özellikle yargı hukukunda şâhitlerin durumu incelenirken, “Adâlet” kavramı gündeme getirilmiş, büyük ve küçük günahlardan sakınma ile toplumsal güveni zayıf olanların (sefihlerin) şâhitliklerinin kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu meyanda şarkıcı ve müzisyenlerin ya günah işlemeleri -müziğin haram olması durumunda- ya da toplumsal güven bakımından zayıf oldukları gerekçesiyle şâhitliklerinin kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir.
Bu gerekçelere göre Hanefi mezhebi, dini görev ve sorumlulukları engellemeyen, söz veya icrasında haramlara özellikle de zinaya teşvik ve tahrik unsuru bulunmayan, toplumsal itibar ve güveni zedelemeyen, ahlaksızlara, karşı cins (kadın-erkek) veya farklı din sahiplerine özenti içermeyen müzik çeşitlerinden istifade etmede bir sakınca görmemektedir. Hatta İmam Kâsânî insan üzerinde olumlu etkileri olan müziklerden istifade etmenin gereklilğine dikkat çekmiştir.[304] Ancak İmam Ebu Yusuf gereğinden fazla müzikle meşgul olmanın doğru olmayacağını belirtmiştir.[305]
Hanefî mezhebinde, hakim görüş, kadınların normal zamanlarda bile seslerini yükseltmelerinin[306], şarkıcılığı meslek edinmeleri ve yabancı erkeklerin işiteceği şekilde şarkı söylemelerinin haram olduğu, çocuklarına ninni söylemelerinin caiz oluduğu yönündedir.[307]
2-Hanbelî Mezhebi
a-Ebubekir Abdülaziz’e göre söz veya icrasında dinen sakıncalı bir durum yoksa müzik helaldır[308].
b-İbnü’l-Cevzî Ahmed b. Hanbel’in “düğün gibi etkinliklerde def çalmada bir beis olmayacağını ümid ederim. Ancak davul’u hoş karşılamam.[309] dediğini nakletmektedir.
c-İbn Kudâme’ye göre ud (kadîb) haram ya da el çırpma, müzik ve raks gibi mekruh olan şeylerle birlikte çalınırsa mekruhtur. Eğer haram ya da mekruh olan şeylerden birisi bulunmaz ise mekruh değildir[310].
Sonuç olarak Hanbelî âlimlerinin müziği şu açılardan ele aldıkları görülmektedir: Söz veya icrasında sakıncalı bir unsur[311], ahlâkî bakımdan olumsuz etkiler[312], makam (Lahn)[313], toplumsal itibarı zedeleme (Sefihlik)[314], karşı cinse özenti[315], âyet, hadis, sahabe ve tabiin sözlerinde müzikle ilgili olarak kullanılan, Lehv, Lağv, Batıl, Zûr, Müka, Tasdiyeh, Rukyetu’z-Zina, Kur’ânu’ş-Şeytan, Munbitü’n-Nifak’ı fi’l-Kalb, Savtu’l-Ahmak, Savtu’l-Facir, Savtu’ş-Şeytan, Mezmuru’ş-Şeytan, Sümûd vb. tabirler[316] ile bazı âyet[317] ve hadisler[318].
Buna göre Hanbelî mezhebinde, söz veya icrasında haram ya da harama teşvik ve tahrik unsuru bulunmayan, insanların davranışları üzerinde olumsuz etkisi olmayan, toplumsal itibarı zedelemeyen, ahlaksızlara, karşı cinse ve farklı din sahiplerine özenti özelliği taşımayan ve naslarda özel olarak yasaklanmayan müzik çeşitlerini dinlemede bir sakınca yoktur. Bununla beraber müziğin mübah olan çeşitlerine fazla düşkünlük te doğru bulunmamıştır.[319]
B-MÜZİĞİ TEMELDE MÜBAH SAYANLARIN MÜZİĞİN HARAM OLMASI İÇİN İLERİ SÜRDÜKLERİ ŞARTLAR
Görüldüğü kadarıyla genelde başta Zâhirî’ye mezhebi olmak üzere Mâlikî ve Şâfiî mezhebi alimleri de müziğin temelde caiz olduğunu ancak icra, muhtevâ ve sonucuna göre bu hükmün değişebileceğini savunmuşlardır. Bu hususla ilgili tespit edebildiğimiz yorumlar özetle şöyledir:
1-Mâlikî Mezhebi
Maliki kaynakları İmam Malik’in müziği genel olarak caiz görmediğini nakletmekle[320] birlikte Zürkânî mezhebin genel görüşünü şöyle özetlemektedir:
1- Söz veya icrasında haram unsuru taşıyan müziği dinlemek ya da icrâ etmek haramdır. Bunun bir defalığına ya da sürekli, çalgı âleti eşliğinde ya da yalnız sözlü, düğün ya da benzeri meşru eğlencelerde icrâ edilmesi bu hükmü değiştirmez.
2- Söz veya icrasında haram unsuru bulunmayan müziğin düğün, doğum vb. meşru eğlencelerde icrâ edilmesi caizdir. Bu gibi yerlerde icra edilecek müzikte çalgı âleti kullanmanın da bir sakıncası yoktur.
3- Düğün vb. meşru eğlencelerin dışında, çalgı âleti olsun olmasın, müzikle fazla meşgul olmak caiz değildir. Arasıra dinlemek mekruhtur. Zaman zaman icrâ edilmesinin helal ya da haramlığı ise tartışmalıdır.[321]
Sonuç olarak Yapılan tespitlerde, İmam Malik’in müziği makam (Lahn)[322], ahlaki ve fıkhî kurallar (Fâsıklık)[323] ile Medine ehlinin uygulamaları açısından değerlendirdği görülmektedir.
Mâliki mezhebine göre bir sözün makamlı söylenmesi, müziğin söz veya icrasında günah unsuru bulunması, çalgı âletlerinin kullanılması ve şarkıcılığın meslek edinilmesi şer’an hoş şeyler değildir.[324] Çünkü bunlar, genel fıkıh ve ahlâk kurallarına aykırı oluduğu gibi aynı zamanda Medine ehlinin uygulamalarına da uygun değildir.[325]
Yine İmam Mâlik’ten nakledilen görüş ve davranışlar, O’nun söz veya icrasında günah unsuru bulunmayan müzikle meşğul olmada bir sakınca görmediğini ifade etmektedir. Çünkü böylesi bir müzik genel fıkıh ve ahlâk kurallarına aykırı olmadığı gibi Medine ehlinin uygulamasıyla da uyum halindedir.[326]
Burada dikkati çeken hususlardan biri İmam Mâlik’in makam (Lahn) ile ilgili tavrıdır. Ne varki bu görüş İmam Mâlik’in kendi görüşü olmayıp İbn Kâsım’a ait bir yorumdur. Çünkü İmam Mâlik’in makam (Lahn) konusundaki tavrı Kur’ân’ın okunuşuyla ilgili bir konudur.[327] Ancak İbn Kâsım O’nun bu tavrını müzik konusuna da teşmil ederek müziğin geneliyle ilgili bir sonuç çıkarmıştır.
2-Şâfii Mezhebi
a-İmam Şâfii’nin müziğin cevazı ile ilgili görüşü şöyledir: “Müziği sanat edinerek, onunla meşhur olup onunla anılan ve müzik konusunda insanların kendisini aradığı kişilerin şâhitlikleri kabul edilmez. Çünkü bu mekruh olan bir eğlencedir ve batıla benzemektedir.[328] Müzikle bu seviyede meşgul olanlar sefih oldukları gibi şahsiyetsiz insanlardan sayılırlar. Kendisi için buna razı olanlar da açıkça haram işlemiş olmasa da onurlarını kaybetmiş olurlar.
Kişinin müzisyenliği meslek edinmeyip, gözde müzisyen olmayıp, müzik konserleri vermediği gibi böyle bir şeyden de hoşlanmayarak kendi halinde müzikle meşgul olması, aşırı olmadığı müddetçe şâhitliğinin kabul edilmesini engellemez.
Müzisyen câriye ve köle edinerek insanlarla müzik ve eğlence âlemleri tertipleyenler sefihtirler[329] ve şâhitlikleri kabul edilmez. Özellikle cariyelerin bu şekilde kullanılması sefihlikten de öte deyyüslüktür[330]. Köle ve câriyelerine, başkalarını toplamaksızın sadece kendisi için müzik icra ettirmesi ise kişinin şâhitliğini düşürmese de hoş birşey değildir.
Şarkı söylenen yerlerde geceleyen, bunu âdet hâline getiren ve bu yönüyle meşhur olan kişiler sefih oldukları için şâhitlikleri kabul edilmez. Bunu âdet haline getirmeyerek arasıra buralara uğrayanların şâhitlikleri kabul edilir. Çünkü bu husus açık bir nasla yasaklanmamıştır.”
Yolculuk türküleri (hidâ) ve bedevî şiirleri (neşîdel-a’râbî) ister az ister çok olsun caizdir.[331]
İmam Şâfiî’ye göre tasavvuf mûsikîsinin caiz olmasının şartı insanları dini görevlere engel olmamasıdır. Çünkü O Iraklı mutasavvıfların tasavvuf mûsikîlerini şu şekilde değerlendirmiştir: “Iraklı zındıklar “tağyîr”[332] denilen bir müzik icat etmişler, onunla insanları Allah’tan alıkoyuyarlar”[333].
b-Müzik konusunu en geniş şekliyle inceleyen İmam Gazzâlî’nin görüşü şöyledir: 1- Müzik bir sanattır. Bundan dolayı müzikte aslolan mubah olmasıdır.
Müzik çok yönlü bir konudur. Bunları önce tek tek ele alıp, sonra toptan değerlendirmek gerekir.
Müzikde, manası anlaşılan, kalbi hareketlendiren, vezinli ve güzel ses vardır. En genel vasfı güzel ses olmasıdır. Güzel, hoş ses vezinli ve vezinsiz olmak üzere iki kısma ayrılır. Vezinli olanlar da şiirler gibi manası anlaşılanlar ile canlı ve cansız varlıkların sesleri gibi manası anlaşılmayanlar olmak üzere iki kısma ayrılır:
ba- Vezinsiz güzel ses :
Vezinsiz güzel ses haddizatında haram olmaması gerekir. Bilakis hem âyet ve hadis hem de kıyas bunun helal olmasını gerektirir.
Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“(O Allah) yaratmada dilediğini artırır.”[334]
Bir görüşe göre bu artırılan şey güzel sestir.
“Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.” [335]
Bu ayet-i kerime dolaylı olarak güzel sesi övmektedir.
Peygamber (s.a.v.)’den gelen bazı rivâyetler de şöyledir :
Katade’den şöyle rivâyet edilmiştir: “Allah Teâlâ, bütün peygamberleri güzel yüzlü ve güzel sesli olarak göndermiştir. Ey Muhammed ümmeti, sizin peygamberiniz (s.a.v.) bütün peygamberlerden daha güzel yüzlü ve daha güzel sesli idi…”
Ebu Hureyre rivayet ediyor. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ,güzel sesiyle cehren ve teğanni ile Kur’ân okuyan bir peygambere kulak verdiği gibi hiçbir şeye ku lak vermemiştir.”
Ebu Musa (r.a,) Peygamber ( s.a.v.)’in kendisine: “Sana Âl-i Davud’un mizmarlarından bir mizmar verildi.” dediğini rivayet etmektedir.
Buraya kadar zikredilen delillerin sadece Kur’ân-ı Kerim okumakla ilgili olduğu şeklinde bir itiraz ileri sürülemez. Çünkü bu takdirde bülbülün sesini dinlemeninde haram olması gerekir.
Manası anlaşılmayan sesleri dinlemek caiz olduğuna göre, içinde hikmet ve doğru şeyler olan sesleri dinlemek niçin caiz olmasın? Üstelik bazı şiirlerde hikmet olduğu da bir gerçektir.
Müzik, güzel ses işitme duyusunun, kendisine mahsus olan şeylerden zevk almasıdır. insanın beş duyu organı ve aklı vardır. Her duyu organının kendisine mahsus bir idraki ve her idrak edilenin de zevk verme özelliği vardır. Gözün, dilin, tatmanın, dokunmanın ve aklın hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyler olduğu gibi kulağın da hoşlanıp hoşlanmayacağı şeyler olabilir. Diğer duyu organlarının hoşlandıkları şeyler helal olduğuna göre, kulağın da hoşlandığı şeylerin helal olması gerekir.
bb- Vezinli güzel ses:
Vezinli sesler, cansız varlıklar ile insan ve diğerlerinden oluşan canlı varlıklar olmak üzere iki kısımdır. insanın dışındaki diğer canlıların -bülbül gibi- seslerini dinlemek haram değildir. insan ve cansızların seslerini dinlemek de bunlara kıyasen haram olmamaması gerekir. Ancak, cansızlardan eğlence âletleri (Melâhî), telli çalgı âletleri (Evtar) ve üflemeli çalgı âletleri (Mezamîr) ayrı değerlendirmelidir. Çünkü bunlar özel nas ile yasaklanmışlardır. Bunların yasaklanışlarının sebebi ise genelde içki ve kadın alemlerini hatırlatmaları ve insanları oralara sürüklemeleridir. Harama vesile olan herşeyin yasak olması prensibi gereği bu aletler de yasaklanmışlardır.
Bu açıklamalardan da anlaşıyacağı üzere, çalgı veya çalgı aletlerinin haramlılılğının sebebi zevk ve lezzet değil başka şeylerdir.
bc- Vezinli anlaşılır sesler:
Manası anlaşılır vezinli müzik, şiirdir. Diğerleri gibi ınsanın boğazından çıkan bu kısmın farkı, manasının anlaşılır olmasıdır. Yalın olarak güzel vezinli söz haram olmadığına göre güzel sesle söylenenin de haram olmaması gerekir. Ancak, içinde sakıncalı ifadeler olursa o zaman onun düz yazısı da, şiiri de, konuşması da haram olur.[336]
Ayrıca İmam Gazzâlî Allah sevgisinin kendisini kuşattığı kişilerin müzik dinlemelerinin cevazdan öte müstahap olacağıdır[337].
İmam Gazzâlî’ye göre müzik ancak şu beş sebepten biri ile haram olabilir :
1- Kadın ve parlak erkeklerin müzik söylemesi. Çünkü bu zinaya sebep olabilir.
2- Kullanılan müzik âleti, fâsık ve muhanneslerin[338] kullandıkları aletlerden olması.
3- Müziğin sözlerinde sakıncalı ifadelerin bulunması.
4- Dinleyenlerin, şehevî duygularının kabarık olması ve genç olmaları. Çünkü, özellikle aşk gibi konularda söylenen müzik onları zinaya sürükler.
5- Avam (halk) için müzik -bu şartlara aykırı olmadığı takdirde- genel olarak mubahtır. Ancak onlar da zamanlarının büyük bölümünü müzikle meşgul ederlerse bu onlar için de haram olur. Çünkü mubahlarla aşırı meşgul olmak küçük günahtır. Küçük günahlarda ısrar etmek, onu büyük günaha çevirir.[339]
İmam Gazzâlî çalgı aletlerinin haram olabilmesi için de şu şartları ileri sürmektedir:
1- insanları içki vb. şeylere davet etmesi.
Çünkü o alemler ancak içkiyle tamam olurlar.
2- içkiyi ve içki alemlerini yeni bırakan kişilerde o alemlere olan özlemleri hatırlatıp canlandırması.
3- Müzik konserlerinin verilmesi. Bu fâsıklara bir özenti olacağından helal olmaz. Çünkü bu onların adetidir. “Ve kim de bir topluma benzerse o toplumdan olur.”[340]
c- İmam Sübkî’ye göre sanat edinmeksizin kendi halinde şarkı söylemede bir sakınca yoktur[341]. Yolculuk türküleri (Hidâ) ve bedevî şiirlerini (neşîdel-a’râbî) dinlemek caizdir.[342] Bir başka görüşe göre darbukayı şarkı eşliğinde çalmak mekruhtur. Çünkü o coşturucudur. Darbuka yalnız başına çalınmaz. Şarkı ile birlikte çalındığından hükmü şarkının hükmü gibidir.[343]
d- Sübkî ve Remlî’ye göre coşturucu ve baştan çıkarıcı (mutrib) çalgı âleti olmaksızın şarkı söylemek ve dinlemek haram değil mekruhtur.[344] Tanbur, Ud, Rabab, Santur, Cenk, Kemence, Sanc ve Irak Mizmarı gibi içkicilerin şiarları olan çalgı âletlerini kullanmak haramdır[345]. Çünkü bunlardan duyulacak zevk insanı içki içmeye sevk edecektir. Ayrıca bunlar fasıkların şiarlarıdır, sarhoş ve fasıklara özenti ise haramdır.[346] Bu gibi müzikler insanları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan alıkoyduğu gibi bu uğurda birçok gereksiz ve faydasız harcama yapılacaktır ki bu da haramdır.”[347] Düğün ve sünnet vb. merasimlerde pullu da olsa def çalmak caizdir.[348]
e- Remlî’ye göre iş ve ağır yük taşıma esnasında yolculuk türküleri (hidâ) ve ninni gibi şarkılar söylemede bir sakınca yoktur. Hatta bu gibi şarkılar kişinin çalışma azmini artıracak ya da hac ve savaşta olduğu gibi kişiyi bir hayra teşvik edecek özellikte ise o zaman mendub olur. Ashab-ı kirâmın müzikle ilgili tutumları da bu şekilde yorumlanmalıdır.[349]
Yine Remlî’ye göre şarkıya haram olan çalgı âletlerinden birisi karışırsa, fıkhî kural bu çeşit şarkının haram olmasını gerektirir. Zerkeşi’ye göre bu haramlık çalgı âletiyle sınırlı olup, şarkının mekruh olmasını etkilemez. Ancak adil iki doktor bu gibi çalgı âletlerinin tedâvîde zaruri olduğunu söylerse o zaman -diğer haramlarda olduğu gibi- bunları dinlemek helal olur.[350] Darbuka (Kûbe) çalmak haramdır.”[351]
Sonuç olarak kaynakların ileri sürdükleri gerekçeler dikkate alındığında Şâfii mezhebinin müziğe şu açılardan baktığı görülür: Sefihlik[352], sanat, estetik ve insan üzerindeki etkileri, söz veya icrasında haramlara özellikle de zinaya teşvik ve tahrik (fitne) unsuru[353], insanların nefsânî ve şehevî duygularına canlandırma[354], fâsık ve günahkârlarla farklı dinden olanlara özenti[355], dini görev ve sorumlulukları engelleme[356] ve ekonomik imkanların faydasız işlerde israf edilmesi[357] ile bazı âyet[358] ve hadisler[359].
Buna göre Şâfiî mezhebinde, toplumsal itibarı zedelemeyen, sanat ve estetik özelliği taşıyan, insan üzerinde olumlu etkileri olan, söz veya icrasında haramlara özellikle de zinaya teşvik unsuru bulunmayan, insanlarda kötü ve haram duyguları canlandırmayan; ahlaksızlara, karşı cins ve farklı din sahiplerine özenti özelliği taşımayan, dini görev ve sorumlulukları engellemeyen ve insanlara maddi (ekonomik) ve manevi zararı olmayan müzik çeşitleri mübahtır. Ayrıca genel fıkhî ve ahlâkî kurallar ile haramlılığı hususunda özel nas bulunan çalgı âletlerine zaruret halinde cevaz verildiği gibi[360]; çalışma azmini artıracak ya da hayra teşvik edecek özellikte olduğu zaman meşru hatta mendub[361] olduğu da kabul edilmiştir.
Bununla beraber müziğin mübah olanlarıyla fazla meşgul olmanın sakıncaları üzerinde durulmuş, gerekçe olarak ta, mubahlarla aşırı meşgul olmanın küçük günah; küçük günahlarda ısrar etmenin de büyük günah olduğuna dikkat çekilmiştir.[362]
Şâfii mezhebinde, İmam Sübkî’nin değindiği önemli bir ayrıntı da, müzik konusunda, mezhep kaynaklarında geçen “Haram” tabirinin “Küçük Günah” manasına[363] gelmiş olmasıdır.
3-Zâhiriye Mezhebi
Müziğin temelde mübahlar arasında yer aldığını ve yasak olduğu hususunda hiçbir nassın bulunmadığını savunan İbn Hazm’ın müziğin bu mubahlık sınırından çıkması için ileri sürdüğü şartlar şöyledir:
“Ameller niyetlere göredir. Kim müziği Allah’a isyan etmek için dinlerse o fasıktır. Bu kural müzikten başka şeyler için de geçerlidir. ibâdetini daha rahat edâ edebilmek ve hayır işlerinde daha faal olabilmek için dinlenme maksadıyla müziği dinleyen kişi ise bununla Allah’a ihsan üzere itaat etmiş sayılır. Bu gibi kişilerin müzik dinlemesi ise haktır doğru bir iştir. Kim de ne ibâdet ne de günah maksadı olmaksızın müzik dinlerse o da fayda ya da zararı olmayan bir işle (lağv) meşgul olduğundan Allah tarafından bağışlanır. Bu çeşit müzik dinleme, dinlenmek için bahçeye çıkma veya kapısının önüne oturma, elbiseleri çeşitli renklere boyama gibi bir şeydir.[364]
İbn Hazm temelde “O Allah yeryüzündeki herşeyi sizin için yaratmıştır.”[365] âyetini esas almış[366]; müziği yasakladığı ileri sürülen âyetleri yanlış yorumlama, hadisleri de uydurma, zayıf olma veya yanlış yorumlama gerekçesiyle dikkate almamış; bu hususda ki fıkhî sonucun, kişilerin niyyetleri ile yaptıkları müziklerin söz veya icrasındaki duruma göre değişeceğini belirtmiştir.[367]
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır
——————————————————————————–
[1]- Milliyet, Büyük Ansiklopedi, Müzik md.
[2]- H.G.Farmer, “Mûsiki” md,İA.
[3]- Mehmet Lâdikî, Zeynü’l-Elhân, ist, Ünv., Ktp, Yzm., nr., 4380, vr., 128b.
[4]- Tanrıkorur, Cinuçen, Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, ist., 1998, s., 13-14.
[5]- Ünkan, Emin-Ünkan, Bedia-Ünkan, Hakan; Türk Sanat Musikisinde Temel Bilgiler, ist., 1984; s. 7
[6]- Din dışı büyük formlu güfteli eserler. (Ünkan, a.g.e., s., 38)
[7]- Kâr’ların kısa ve terennümleri daha az olanları. Klasik fasıllarda yeri kârdan sonra bestelerden evvel ve
kâr yoksa peşrevden sonre bestelerden evveldir. (Ünkan, a.g.e., s., 38)
[8]- Müzik yapıtını oluşturan ezgilerin tümü. (Ünkan, a.g.e., s., 20)
[9]- Sözlü musikimizde bir form. Küçük usuller kullanılarak 4, 5, 6, 7 mısralı güftelerden oluşan eserler.
(Ünkan, a.g.e., s., 55)
[10]- Sanat mûsikisi ile Türk halk musikisi arasında yer alan, güfteleri hece vezinli veya vezinsiz olan eserlerin oluşturduğu musiki türü. (Ünkan, a.g.e., s., 60)
[11]- Dini musikinin cami musikisinde bir form. “Lâ ilâhe illallah” cümlesinin fevkalade günlerde ve olaylarda makam ile minareden okunması. (Ünkan, a.g.e., s., 57)
[12]- Dini musikimizin cami musikisinden bir form. Kutsal gecelerde namazdan sonra cami içindeki tesbih merasiminde okunan temcid. “Sübhânellah” kelimelerinin tekrarından ibarettir. (Ünkan, a.g.e., s., 58)
[13]- Dini musikimizin cami musikisi formu. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e Allah Teâlâdan rahmet ve selâmını bildiren arapça sözlü eser. Nedenlerine göre ayrı ayrı isimlendirilir. Bayram Salât’ı, Cenaze Salât’ı, Cuma Salât’ı ve Salât-ı Ümmiyye. (Ünkan, a.g.e., s., 52)
[14]- Dini musikinin cami musikisinde bir form. Bayramlarda, mevlidlerde, cenaze namazlarında ve çeşitli nedenlerle “Allâhu Ekber” kelimesinin tekrarı. (Ünkan, a.g.e., s., 57)
[15]- Dini musikinin cami musikisine ait form. Kutsal günlerde ve belirli zamanlarda minareden okunan arapça güfteli tesbih. (Temcid, Tesbih, Tehlil ve Mahfel sürmesi arasında belirgin bir fark yoktur.) (Ünkan, a.g.e., s., 58)
[16]- Aslında “S-M-A” kökünden, “Sam’” ve “Sim’” gibi, bir masdar olup, “işitme, duyma, dinleme, işitilen söz, iyi şöhret ve iyi anılma, şarkı dinleme, mecâzen şarkı, nağme, raks,vecd, üns meclisi ve yarı dinî mâhiyette çalgılı ve şarkılı ziyâfet gibi türlü manalara gelmektedir. Daha sonraları tasavvufî bir terim olarak “mevlevî dervişlerinin kudûm, ney, nısfiye gibi çalgıların eşliğinde özel giysileriyle dönerek yaptıkları toplu ayin” manasında kullanılmaya başlanmıştır. (Tahsin Yazıcı, İA., ist., 1993, X, 464; Büyük Larousse, XVII, 10328)
[17]- Daha çok alevi şairlerin tarikatlarıyla ilgili konularını işleyen şiirlerine kendilerince verilen ad. (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ank, 1988, I, 351)
[18]- Camide okunan Naat, Mevlid ve Miraciye okunurken arada okunan eserler. (Ünkan, a.g.e., s., 58)
[19]- Arapça güfteli ilahiler. (Ünkan, a.g.e., s., 56)
[20]- Dini musikimizde Durakevferi usulü ile bestelenmiş ilahilerdir. Terennüm bulunmaz ve ilâhilerden daha itinalı eserlerdir. Tasavvufi duyguları ve düşünceleri kesinlikle vurgulayan güftelerden oluşur. (Ünkan, a.g.e., s., 28)
[21]- Cami ve tekkelerde okunan dini mûsiki. Güfteler koşma tarzındadır. (Ünkan, a.g.e., s., 36)
[22]- Dini musikimizin tekke musiki bölümünde bir form. Bektaşi tekkelerinde okunan ilahiler olup genellikle hece vezinli eserlerden seçilmiş güfteli ve bestecileri bilinmeyen eserlerdir. ilâhilerde Türk Sanat musikisinin, Nefeslerde Türk halk musikisinin şekli ve kuralları uygulanır. (Ünkan, a.g.e., s., 46)
[23]- Cami musikisinde bir form. Kaside türü şiirlerden beztelenen ve bağışlaması için tanrıya yakarış. (Ünkan, a.g.e., s., 45)
[24]- Dini musikimizde bir form Konusunu Hz. Muhammed (s.a.v.)’in medhi oluşturur. Tekkelerde yaygındır. Mevlevî hânelerde âyîn-i şerîften önce bir kişi tarafından okunur. (Ünkan, a.g.e., s., 46)
[25]- Tekkelerde tasavvufî bir lirizme bürünerek, insanı raks etmeye teşvik eden musiki eşliğinde zikr ve özel rakslar. Sözlük anlamı “müzik eşliğinde dinsel tören.” demektir. (Ünkan, a.g.e., s., 20)
[26]- Tanzimat dönemine kadar Osmanlılarda asker musikisi. (Ünkan, a.g.e., s., 42)
[27]- Genellikle yürüyüşlerde çalınmak ve söylenmek için hazırlanmış musiki parçaları. Yürüyüşler haricindeki nedenlerle de belirli anlamları vurgulamak için yapılanları da vardır. (Ünkan, a.g.e., s., 42)
[28]- Ünkan, a.g.e., s., 7-8.
[29]- Genellikle dört dizeden oluşan ve hecenin yedili ölçüsüyle söylenen bir halk edebiyatı nazım biçimi. (Milliyet, Büyük Ansiklopedi, X, 3763)
[30]- Onbirli hece vezni ve özel bir uyak düzeniyle yazılan, dörtlüklerden oluşan, aşık edebiyatında ençok kullanılan nazım biçimi. (Milliyet, Büyük Ansiklopedi, IX, 3284)
[31]- Güfteleri aruz vezninin (failatün failatün failatün failün) kalıbına uyan parçalardan seçilmiştir. Şarkı formunda basit ve samimi eserlerdir. (Ünkan, a.g.e., s., 27)
[32]- Orta ve Güney Anadolu’da yaygın bir halk türküsü makamı ve bu makamla okunan uzun hava. (Milliyet, Büyük Ansiklopedi, III, 883)
[33]- Türk Halk Müziğinde belirli bir karakteri olmayan, bölgesel öğelerin etkisi altında gelişerek özellik kazanmış türkü. (Türkçe Sözlük, TDK., II, 1528)
[34]- Olağanüstü kahramanlıklar ve olayları anlatan büyük koşuk eser. (Milliyet, Büyük Ansiklopedi, IV, 1353)
[35]- Farabi, Kitabu’l-Mûsiki’l-Kebir, (Nşr., Eckhard Neubauer), intitute for the History of Arabic-İslamic Science, Frankfurt, 1998, s., 8-9.
[36]- İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, XV, 136.
[37]- İbn Manzur, a.g.e., X, 136; İbnü’l-Esîr, Nihâye, III, 391.
[38]- İbn Manzur, a.g.e., X, 139.
[39]- İbn Manzur, a.g.e., X, 140.
[40]- Ehad Arpad, Gına md, İA.
[41]- Ebu’l-Bekâ, Külliyyât, Beyrut, 1993, s., 670
[42]- Nevevî, Şerh-u Müslim, Beyrut, 1990, VI, 182-183; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, V, 115; Aynî, Umdetü’l-Kârî, V, 370.
[43]- İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddü’l-Muhtâr, V, 305.
[44]- İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, X, 140.
[45]- Şemseddin Sâmî, Kâmus-i Türkî, ist., 1317, s., 970.
[46]- Ehad Arpad, Gına md, İA.
[47]- Fîruzâbâdî, Kamus, s. 411.
[48]- Çetin, Nihad M., “Şiir” md., İA, XI, 534; Brockelmann, “Arabistan (Edebiyat)” md., İA., I, 525.
[49]- H. G. Farmer, “Gına” md., İA., IV, 773.
[50]- Fîruzâbâdî, Kâmûs, s. 1643; İbn Manzur, Lisan, XIV, 168.
[51]- Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, V, 52; Philip K. Hitti, İslâm Tarihi. II, 420
[52]- C. H. Farmer, “Gına” md., İA.
[53]- Türâbî, A. Hakkı, ilk Dönem İslâm Dünyasında Mûsikî Çalışmalarına Bakış, s., 227.
[54]- İbn Manzûr, Lisan, I, 761-762.
[55]- Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 46; Beyhakî, Sünen, X, 225; Zehebî, Siyer, I, 354; II, 502; Abdurrazzak, Musannef, II, 5.
[56]- Fîruzâbâdî, Kâmûs, s., 314.
[57]- Heysemî, Mecma’, III, 13.
[58]- Uludağ, Süleyman, “Ağıt” md., DİA, I, 470.
[59]- Fîrûzâbâdî, Kâmûs, s., 1082; İbnü’l-Esîr, Nihâye, III, 230.
[60]- İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, IX, 244
[61]- Zebidi, Tâcü’l-Arûs, VI, 196; İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, IX, 244
[62]- H. G. Farmer, “Mi’zef” md, İA.
[63]- H.G.Farmer, “Mizmar” md., İA.
[64]- İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, IV, 328
[65]- Beğavî, Şerhu’s-Sünne, VIII, 23.
[66]- Buhârî, ideyn, 2, Müslim, Salâtü’l-Îdeyn, 4.
[67]- Ahmet Nâim, Tecrîd-i Sarîh Terceme ve Şerhi, Ank., 1981, III, 156.
[68]- Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 34; Nesâî, iftitâh, 83.
[69]- “Melâhî” kelime olarak “Lehv” kökünden gelir. “Lehv”, “Oyun”; “Melâhî”de “oyun aletleri” demektir. (Fîruzâbâdî, Kâmûs, s., 1717)
[70]- Farukî, Lois L., İslâm’a Göre Müzik ve Müzisyenler, (Trc., Ü. Taha Yardım), ist., 1985, s, 12-13; Fârûkî, ismail R.-Fârûkî, Lois L., İslâm Kültür Atlası, ist., 1991, s., 467
[71]- İbnü’l-Cevzî, Telbîs-ü iblîs, Mısır, ts.,s., 222
[72]- İbnü’l-Cevzî, Telbîs, s., 222.
[73]- İbnü’l-Cevzî, a.g.e., 220.
[74]- İbnü’l-Cevzî, a.g.e., 218.
[75]- Fîruzâbâdî, Kâmûs, Beyrut, 1987, 583.
[76]- İbnü’l-Cevzî, Telbîs-ü iblîs, Mısır, ts.,s., 222.
[77]- Fîruzâbâdî, Kâmûs, 943.
[78]- Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, ist., 1993, III, 162.
[79]- Pakalın, M. Zeki, Pakalın, a.g.e, II, 499; Yazıcı, Tahsin, İA, ist., 1993, X, 464; Büyük Larousse, XVII, 10328.
[80]- Yılmaz, Hasan Kâmil, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin “Semâ’ Risâlesi”, MÜiF Dergisi, yıl, 1986, sayı, 4, sh., 273.
[81]- Îdâhu’d-Delâlât fî Semâ’i’l-Âlât, Süleymaniye Ktp., Esat Ef., nr, 1712/1, vr., 24a-b.
[82]- H.G.Farmer, “Mûsikî” md., İA.
[83]- Abdülkadir Merâğî, Câmiü’l-Elhân, Nuruosmaniye Ktp., nr., 3644, vr., 2a.
[84]- ihvân-ı Safâ, Resâil, Hindistan, 1305, I, 87.
[85]- Fîrûzâbâdî, Kâmûs, s., 1587.
[86]- Şemseddin Sâmî, Kamûs-i Türkî, s., 1237.
[87]- Fîrûzâbâdî, Kâmûs, s., 1587.
[88]- Büyük Larousse, VI, 3528; Ünkan, a.g.e., s., 28.
[89]- Lokman (31), 6
[90]- Tirmizî, Buy’u, 51; Beyhakî, Sünen, IV, 14; Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, Beyrut, ts, 260.
Tirmizî, hadisin râvîlerinden Ali b. Yezid’i bazı hadisçilerin tenkit edip zayıf kabul ettiklerini ve bu zatın Şamlı olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla hadis zayıftır.
[91]- Âcurrî, Tahrîmü’n-Nerd ve’ş-Şatranç ve’l-Melâhî, (Thk., Ömer Garâme el-Amravî) Cezayir, 1407, s., 368-377; Buharî, el-Edebu’l-Müfred, s. 326; Taberi, Câmiü’l-Beyân, Beyrut, 1992, X, 202-204; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VIII, 409; İbn Arabî, Ahkâmü’l-Kurân, Beyrut, 1972, VII, 1493-1494; Beyhakî, Sünen, X, 223; İbni Hazm, Muhallâ, IX, 60, 72, 73; İbn Cevzi, Telbîsu iblîs, s., 231; Hâkim, Müstedrek (Kitabu’t-Tefsir), II, 202, 411; İbn Ebi’d-Dünyâ, Zemmü’l-Melâhî, s., 73; Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s., 259-260.
[92]- Taberî, Câmiü’l-Beyân, X, 204.
[93]- Ahkâmu’l-Kur’ân, XIV, 53
[94]- Ahkâmu’l-Kur’ân, III, 1481-1482
[95]- Heytemi, Zevâcir, II, 175.
[96]- İbn Kudâme, Muğnî, XII, 43.
[97]- Reddü’l-Muhtâr, V, 46.
[98]- Hak Dini Kur’ân Dili, V, 3839
[99]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 164
[100]- Necm (53), 59-61
[101]- Taberî, Câmiü’l-Beyân, XI, 541-543
[102]- Taberî, a.g.e., XI, 541; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, X, 29.
[103]- Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 48
[104]- İhyâ, VI, 165
[105]- Furkân (25), 72
[106]- Taberî, Câmiu’l-Beyân, IX, 420.
[107]- Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VIII, 132.
[108]- İbn Kudâme, Muğnî, XII, 43; İbn Kayyım, a.g.e., s., 6
[109]- Kasas (28), 55.
[110]- İbn Kayyım, Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 2
[111]- isrâ (17), 81
[112]- Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 28; İbn Ebiddünya, Zemmü’l-Melâhî, s., 74.
[113]- Nâziât (79), 40-41
[114]- Âcurrî, Tahrîm, 219
[115]- Enfâl (8), 35
[116]- el-Câmi li Ahkãmi’l-Kur’an, VII, 254.
[117]- Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 29-30
[118]- isrâ (17), 64
[119]- Taberî, Câmiü’l-Beyân, VIII, 108; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VII, 79; Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kurân, Beyrut, 1988, X, 187;
[120]- Ebu Hayyân, a.g.e., VII, 79.
[121]- Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 46-47
[122]- Heytemi, Zevâcir, II, 175.
[123]- Zümer (39), 23
[124]- İbn Teymiyye, Mecmûatü’l-Fetâvâ, XI, 533
[125]- Hadîd (57), 20.
[126]- İbn Manzur, Lisan, III, 219.
[127]- Furkan (25) 52.
[128]- Buhârî, Edeb, 91
[129]- Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, III, 2155.
[130]- Hâkim, Müstedrek, el-Fiten ve’l-Melâhim, 280/ 8572; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 259; Beyhakî, Şuab, 5614.
[131]- Hâkim, Müstedrek, el-Fiten ve’l-Melâhim, IV, 560-561; Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmi’l-Gınâ, s., 112-115.
[132]- Zeylaî,Tebyîn, VI, 13-14.
[133]- Beyhakî, Sünen, VI, 126; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, VIII, 22-23.
[134]- Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 51
[135]- Beğavî, Şerhu’s-Sünne, VIII, 23.
[136]- Buhârî, Eşribe, 7; Beyhakî, Sünen, X, 221
[137]- Tebyîn, VI, 13.
[138]- Ebû Dâvûd, Edeb, 60, Beyhakî, Sünen, X, 222; Şuab, 5120.
[139]- Bezlü’l-Mechûd, Beyrut, ts., XIX, 166.
[140]- İbn Âbidîn, Hâşiyetü Reddü’l-Muhtâr, V, 306
[141]- Muğnî, XII, 41.
[142]- el-Muğnî, XII, 40-41; Şevkânî, Neyl, VIII, 113-119.
[143]- Sehârenfûrî, Bezlü’l-Mechûd, XIX, 165-166, 167.
[144]- Ebû Dâvûd, Eşribe, 7; Beyhakî, Sünen, X, 221; Şuab, 5116; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 274.
[145]- Ahâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 45.
[146]- Beyhakî, Sünen, X, 221.
[147]- Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 46.
[148]- Beyhakî, Sünen, X, 222.
[149]- Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 43.
[150]- Müslim, Libas ve Zînet, 27; Ebû Dâvûd, Cihad, 51; Beyhakî, Sünen, V, 253; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, XI, 26
[151]- Nevevî, Şerh-u Müslim, XIV, 95.
[152]- Müslim, Libas ve Zinet, 27; Tirmizî, Cihâd, 25; Ebû Dâvûd, Cihad, 51; Dârimî, isti’zân, 44; Beyhakî, Sünen, V, 254; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, XI, 25; Heysemî, Mecma’, V, 175. Hadisin bazı rivâyetlerinde “Lâ teshabenne” yerine “Lâ tettebi’ ” ifâdesi kullanılmıştır.
[153]-Mâlik b. Enes, el-Muvatta, (Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî Rivâyeti), Siyer, nr., 903; Dârimî, isti’zân, 44; Heysemî, Mecma’, V, 175.
[154]- Mecma’, V, 175.
[155]- İmam Ebu Hanîfe, Müsned, (Aliyyü’l-Kârî şerhi ile beraber), Beyrut, 1985, s. 461.
[156]- Ebu Hanife, Müsned, s., 461.
[157]- Tirmizî, Cenâiz, 25.
[158]- Tirmizî, Cenâiz, 25.
[159]- Heysemî, Mecma’, III, 13; Beyhakî, Sünen, IV, 63.
[160]- Mecma’, III, 13.
[161]- Müslim, Cenâiz, 10; Nesâî, Cenâiz, 15; İbn Mâce, Cenâiz, 51; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 29; Beyhakî, Sünen, IV, 62.
[162]- Müslim, Cenâiz, 10; Tirmizî, Cenâiz, 23; İbn Mâce, Cenâiz, 51; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, V, 437
[163]- Müslim, iman, 30; Beyhakî, Sünen, IV, 63
[164]-
[165]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 142-144; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadir, VI, 482; Nablusî, Îdâhû’d-Delâlât, Süleymaniye Ktp., Esat Ef., nr., 1762/1, vr., 7a-b, 8a-b, 9a, 11a, 27a, 28a; İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, V, 305, 307; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VIII, 113-119; Sübkî,Tekmile, XX, 230; Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc, VIII, 298; Muhallâ, VII, 567.
[166]- Mergînânî, Hidâye, Mısır, ts., IV, 80; Zeylaî, Tebyînü’l-Hakâik Şerh-u Kenzü’d-Dekâik, Mısır, 1313, VI, 13; ibrahim Halebî, Mültekâ, ist., 1315; s., 158; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr Şerh-u Tenvîrü’l-Ebsâr, (İbn Abidin Haşiyesiyle), ist., 1260; V, 305
[167]- el-islâh ve’l-Îzâh’tan naklen, Îdâhu’d-Delâlât fî Semâi’l-Âlât, vr., 7a.
[168]- Birgivî, Tarîkat-ı Muhammediyye, ist., 1317, s., 140
[169]- İbn Tahir, Sem’â, s., 46
[170]- el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 421.
[171]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 221.
[172]- el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 421.
[173]- Gazzâlî, ihya, VI, 138
[174]- Gazzâlî, İmam Şâfiî’nin bu görüşlerini şu şekilde yorumlamaktadır: “İmam Şâfii’nin “Bâtıl’e Benzer” ve “Mekrûh” ifadeleri haramlılık ifade etmezler. Eğer doğrudan “Bâtıl” demiş olsaydı o zaman bu “haram” manasına gelirdi. “Bâtıl’a benzer” ifadesi içi boş, faydasız demektir. “Mekruh” tabiri de bu manadadır, en fazla “tenzîhen mekrûhluk” ifade eder. (ihyâ, VI, 163.)
[175]- Aşırı sevinç ve aşırı öfke sonucu, kişiyi akıl ve din kurallarına aykırı davranmaya sebep olan hafifliktir. (Cürcânî, Ta’rîfât, ist, 1275, s., 48)
[176]- Deyyûs: Namusunu kıskanmayan kimse demektir. (Ahterî, Ahterî Kebîr, I, 322)
[177]- el-Ümm, Kahire, 1968, VI, 214-215
[178]- Kelime manası “değiştirmek” demektir. Terim olarak Ebu Mansur el-Ezherî şöyle tarif etmiştir: “Muğayyire, Allah’a dua ve yakarış ile insanları değiştiren topluluk demekir. Allah Teâlâ’yı şiirlerle anınca, müzik makamlarının verdiği coşku ile kendilerinden geçerek raks etmeleri sebebiyle de bu müziğe “Tağyîr” adını vermişlerdir.” Zeccâc da “insanları dünyadan uzaklaştırarak ahirete yönlendirmeleri dolayısıyla kendilerine “Muğayyirîn” adını verdiklerini ifade etmektedir. (İbn Cevzî, Telbîs, s., 222)
[179]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 222.
[180]- İbn Kudâme, Muğnî, XII, 43
[181]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 43.
[182]- İbn Kudâme, Muğnî, 1986, XII, 43; İbn Cevzi, Telbîs, 228.
[183]- İbn Cevzi, a.g.e., s., 201-202.
[184]- İbn Cevzî, a.g.e., s., 203.
[185]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 42.
[186]- İbn Kayyım, Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s, 28-29.
[187]- Rûm (30), 15.
[188]- Taberî, Câmi’u’l-Beyân, X, 173; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VIII, 380.
[189]- Medârikü’t-Tenzîl, (Mecmûatü’n Mine’t-Tefâsîr içerisinde), ist., 1319, V, 214.
[190]- Bakara (2), 29.
[191]- En’am (6), 119.
[192]- İbn Hazm, Muhallâ, VII, 559.
[193]- İbn Hazm, a.g.e., VII, 567.
[194]- Muhallâ, VII, 559-569.
[195]- Muhallâ, VII, 570-571.
[196] – Buhari, Menakıb, 15; İdeyn, 25; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480
[197] – Buhari, Menakıb, 46
[198] – Buhari, İdeyn, 3; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1479; İbn Mace, Nikah, 1888
[199] – Buhari, İdeyn, 2; el-Cihad ve’s-Siyer, 81; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480
[200] – Buhari, Menakıb, 46
[201] – Buhari, İdeyn, 3
[202] – Buhari, Menakıb, 46
[203] – Buhari, İdeyn, 2; el-Cihad ve’s-Siyer, 81; Menakıb, 46 ; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480
[204] – Buhari, Menakıb, 15; İdeyn, 25
[205] – Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1479
[206] – Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480
[207] – Nesai, Salatü’l-İdeyn, 1579
[208] – Buhari, Menakibu’l-Ensar, 46.
[209] – Buhari, İdeyn, 3; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1479
[210] – el-Cihad ve’s-Siyer, 81.
[211] – Buhari, Menakıb, 15; İdeyn, 25; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480; Nesai, Salatü’l-İdeyn, 1579
[212] – Buhari, Menakıb, 15; İdeyn, 25
[213] – Buhari, İdeyn, 3; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1479
[214] – Buhari, İdeyn, 3
[215] – Buhari, İdeyn, 2; el-Cihad ve’s-Siyer, 81; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480
[216] – Buhari, Menakıb, 46
[217]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 153; İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 41-42.
[218]- Gazzâlî, a.g.e., VI, 151- 154.
[219]- Nevevî, Şerh-u Müslim, VI, 182.
[220]- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, V, 115; Aynî, Umdetü’l-Kârî, V, 370.
[221]- Buhârî, Nikâh, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 269; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, IX, 49.
[222]- Hâkim, Müstedrek, II, 200, nr. 2749; Beyhakî, Sünen, VII, 288.
[223]- Hâkim, Müstedrek, II, 200.
[224]- Hâkim, Müstedrek, II, 201-22; Heysemî, Mecma’, IV, 289-290; Beyhakî, Sünen, VII, 289.
[225]- Hâkim, Müstedrek, nr. 2753; Heysemî, Mecma’, IV, 289-290.
[226]- Nesâî, Nikah, 80; Tahâvî, Şerhu Meânî’l-Âsâr, IV, 294; Beyhakî, Sünen, VII, 289; İbn Hacer, el-Metâlibü’l-Aliyye, II, 54.
[227]- İbn Hacer, Metâlib, II, 54; Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 50.
[228]- Buhârî, Nikâh, 48, Meğâzî, 12;Tirmizî, Nikâh, 6; İbn Mâce, Nikâh, 21; Ebu Dâvûd, Edeb, 59; Beyhakî, Sünen, VII, 288-289.
[229]- Tirmizî, Nikah, 6.
[230]- Tirmizî, Nikah, 6.
[231]- Hakim, Müstedrek, Nikah, 77/2748
[232]- Hakim, Müstedrek, II, 200.
[233]- Tirmizî, Nikah, 6; İbn Mâce, Nikah, 20; Nesâî, Nikah, 72; Beyhakî, Sünen, VII, 289; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, IX, 48.
[234]- Tirmizî, Nikah, 6.
[235]- Fethu’l-Bârî, XIX, 244.
[236]- Umdetü’l-Kârî, XVI, 330.
[237]- Umdetü’l-Kârî, XVI, 345.
[238]- Şerhu’s-Sünne, IX, 47, 49.
[239]- Muğnî, XII, 42.
[240]- Buhârî, Edeb, 90; Müslim, Fedâil, 70, 73; Beyhakî, Sünen, X, 227.
[241]- Buhârî, Meğâzî, 38; Edeb, 90; Diyât, 17; Müslim, Cihad ve Siyer, 123; Beyhakî, Sünen, X, 227.
[242]- Fethu’l-Bârî, XXII, 349.
[243]- Beyhakî, Sünen, X, 227-228.
[244]- el-Ümm, Kahire, 1968, VI, 214-215
[245]- Nevevî, Şerh-u Müslim, XV, 81; Sübkî,Tekmiletü’l-Mecmû, XX, 230-231; İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 44.
[246]- Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 449; Heysemî, Mecma’, VIII, 130.
[247]- Heysemî, Mecma’, VIII, 130; Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 51.
[248]- Beyhakî, Şuab, 5112.
[249]- Heysemî, Mecma’, VIII, 131.
[250]- Heysemî, Mecma’, VIII, 131.
[251]- İbn Mâce, Nikah, 21.
[252]- İbn Mâce, Nikah, 21.
[253]- Zeylaî, a.g.e., IV, 222; VI, 14; Molla Hüsrev, a.g.e., II, 380; Dâmâd, a.g.e., II, 190; Haskefî, a.g.e., IV, 591; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592; Kâsânî, Bedâ’î, VI, 269.
[254]- İbn Abidin, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, V, 46.
[255]- Şerhu’z-Zurkânî alâ Muhtasar-ı Seydî Halil, Beyrut, ts., VII, 159.
[256]- Tekmiletü’l-Mecmû’, XX, 230.
[257]- Nihâyetü’l-Muhtâc, VIII, 298.
[258]- ihyâ, VI, 199.
[259]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 151- 154.
[260]- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, V, 115; Aynî, Umdetü’l-Kârî, V, 370.
[261]- Leknevî, Sibâhetü’l-Fikr fi’l-Cehr-i bi’z-Zikr, (Hzr., Abdülfettâh Ebu Gudde), Beyrut, 1989, s., 79.
[262]- Hanımlara Özel Fetvâlar, istanbul, 1992, s., 62-66.
[263]- Zeylaî, a.g.e., IV, 222; Dâmâd, a.g.e., II, 190; Haskefî, a.g.e., IV, 592
[264]- Gazzâlî, a.g.e., VI, 199.
[265]- İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 42.
[266]- Âlemgîr, Fetâvây-ı Hindiyye, Mısır, 1310, V, 351; Şilebî, Hâşiyet-ü Tebyîn, VI, 13; Aynî, Umde, V, 369.
[267]- Zeylaî, Tebyîn, IV, 222; Dâmâd, Mecma’, II, 190; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 592; İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, IV, 592; V, 305.
[268]- İbn Âbidin, a.g.e., V, 305
[269]- İbn Âbidîn, a.g.e., V, 306.
[270]- İbn Tahir, Sem’â, s., 46
[271]- Şerhu’z-Zurkânî alâ Muhtasar Seyyidî Halîl, Beyrut, ts., VII, 159.
[272]- Şerhu’z-Zurkânî, VII, 20-21.
[273]- Şerhu’z-Zurkânî, IV, 54-55.
[274]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 199.
[275]- İbn Kudâme, Muğnî, 1986, XII, 43; İbn Cevzi, Telbîs, 228.
[276]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 43.
[277]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 213.
[278]- Zeylaî, a.g.e., IV, 222; VI, 14; Molla Hüsrev, a.g.e., II, 380; Dâmâd, a.g.e., II, 190; Haskefî, a.g.e., IV, 591; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592; Kâsânî, Bedâ’î, VI, 269.
[279]- Zeyla’î, a.g.e., IV, 222; VI, 14; Âlemgîr, Fetâvây-ı Hindiyye, V, 351-352; Dâmâd, a.g.e., II, 190; İbn Âbidin, a.g.e., IV, 592; V, 305
[280]- Haskefî, a.g.e., IV, 591-592
[281]- Dâmâd, a.g.e., II, 190; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592.
[282]- Tebyîn, IV, 222; VI, 14.
[283]- Fetâvây-ı Hayriye’den naklen İbn Âbidîn, a.g.e.,V, 306.
[284]- İbn Âbidîn, a.g.e., V, 305
[285]- Zeylaî, Tebyîn, IV, 222; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 592
[286]- İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592.
[287]- Kâsânî, a.g.e., VI, 269;
[288]- Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 591.
[289]- İbn Âbidîn, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, V, 46
[290]- İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, VI, 482; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 305.
[291]- Îdâh, vr., 7a-b, 8a-b. 9a, 11a, 27a-28a.
[292]- İbn-i Abidin, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, V, 307
[293]- Zeylaî, Tebyîn, IV, 222; VI, 14; Molla Hüsrev, Dürer, II, 380; Dâmâd, Mecma’, II, 190; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 591; İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, IV, 591-592; V, 306; Kâsânî, Bedâ’î, VI, 269; Nablusî, Îdâh, vr., 7a-b, 8a-b. 9a, 11a, 27a-28a; Şilebî, Hâşiyet-ü Tebyîn, (Tebyînü’l-Hakâik’in kenarında), IV, 421; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VI, 481.
[294]- Serahsî, Mebsut, XVI, 132; Kâsânî, a.g.e., VI, 269; Zeylaî, a.g.e., VI, 13
[295]- Fetâvây-ı Hayriye’den naklen İbn Âbidîn, a.g.e., V, 306.
[296]- İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, VI, 482; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 305, 307.
[297]- İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592.
[298]- Molla Hüsrev, a.g.e., II, 380.
[299]- Kâsânî, a.g.e., VI, 269
[300]- Lokman (31), 6; En’âm (6), 68; Ayetlerin değerlendirmesi için bk., s., 56-57.
[301]- Hadisler için bk., s., 113-114.
[302]- Ebu’l-Bekâ, Külliyyât, 778, 799; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VII, 415
[303]- Aliyyülkârî, Şerh alâ Nuhbetü’l-Fiker, ist., 137, s., 52-53.
[304]- Kâsânî, Bedâî, VI, 269
[305]- Âlemgîr, Fetâvây-ı Hindiyye, V, 351; Şilebî, Hâşiyet-ü Tebyîn, VI, 13; Aynî, Umde, V, 369.
[306]- Dürer, II, 380.
[307]- Tahâvî, Muhtasar Tahâvî, s., 435; Kudûrî, (Mukayyed), s., 177; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 591-592; Serahsî, Mebsût, XVI, 132; Zeyla’î, Tebyîn, IV, 221-222; Mergînânî, Hidâye, III, 123; Molla Hüsrev, Dürer, II, 380; ibrahim Halebî, Mültekâ, s, 112; Âlemgîr, a.g.e., V, 351; Şilebî, a.g.e., VI, 13; Aynî, a.g.e., V, 369.
[308]- İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 42.
[309]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 213.
[310]- İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 42.
[311]- İbn Tahir, Sem’â, s., 47; Gazzâlî, a.g.e., VI, 139; İbn Kudâme, Muğnî, XII, 42; İbn Cevzî, Telbîs., s., 201-202, 235.
[312]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 43; İbn Cevzi, a.g.e., 228
[313]- İbn Cevzî, a.g.e., s., 203.
[314]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 43.
[315]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 42.
[316]- İbn Kayyım bu husustaki görüşlerine “iğâsetü’l-Lehfân” adlı eserinde geniş olarak yer vermiş, daha sonra bunlar “Hükmü’l-İslâm fi’l-Ginâ” adıyla ayrı bir eser olarak Kahire Mektebetü’l-Kayyime tarafından h. 1398 yılında neşredilmiştir.
[317]- Enfal (8), 35; isrâ (17), 64, 81; Hac Suresi (22), 30; Furkan (25), 72; Kasas (28), 5; Lukman (31), 6; Necm (53), 59-61; Ayetlerin değerlendirmesi için bk., s., 56-57.
[318]- Hadisler için bk., s., 117.
[319]- İbn Kudâme, Muğnî, XII, 40, 44.
[320]- el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 421.
[321]- Şerhu’z-Zurkânî alâ Muhtasar Seyyidî Halîl, Beyrut, ts., VII, 159.
[322]- el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 421
[323]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 221.
[324]- Müdevvene, IV, 421; İbn Cevzî, Telbîs, s, 221; Gazzâlî, ihyâ, VI, 138.
[325]- İbn Cevzî, a.g.e., s, 221; Gazzâlî, ia.g.e., VI, 138.
[326]- Müdevvene, IV, 421; İbn Cevzî, a.g.e., s, 221; Gazzâlî, a.g.e., VI, 138; Zehebi, Siyer A’lâmi’n-Nübelâ, VIII, 372.
[327]- Müdevvene, IV, 421.
[328]- Gazzâlî, İmam Şâfiî’nin bu görüşlerini şu şekilde yorumlamaktadır: “İmam Şâfii’nin “Bâtıl’e Benzer” ve “Mekrûh” ifadeleri haramlılık ifade etmezler. Eğer doğrudan “Bâtıl” demiş olsaydı o zaman bu “haram” manasına gelirdi. “Bâtıl’a benzer” ifadesi içi boş, faydasız demektir. “Mekruh” tabiri de bu manadadır, en fazla “tenzîhen mekrûhluk” ifade eder. (ihyâ, VI, 163.)
[329]- Aşırı sevinç ve aşırı öfke sonucu, kişiyi akıl ve din kurallarına aykırı davranmaya sebep olan hafifliktir. (Cürcânî, Ta’rîfât, ist, 1275, s., 48)
[330]- Deyyûs: Namusunu kıskanmayan kimse demektir. (Ahterî, Ahterî Kebîr, I, 322)
[331]- el-Ümm, Kahire, 1968, VI, 214-215
[332]- Kelime manası “değiştirmek” demektir. Terim olarak Ebu Mansur el-Ezherî şöyle tarif etmiştir: “Muğayyire, Allah’a dua ve yakarış ile insanları değiştiren topluluk demekir. Allah Teâlâ’yı şiirlerle anınca, müzik makamlarının verdiği coşku ile kendilerinden geçerek raks etmeleri sebebiyle de bu müziğe “Tağyîr” adını vermişlerdir.” Zeccâc da “insanları dünyadan uzaklaştırarak ahirete yönlendirmeleri dolayısıyla kendilerine “Muğayyirîn” adını verdiklerini ifade etmektedir. (İbn Cevzî, Telbîs, s., 222)
[333]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 222.
[334]- Fâtır (35) 1.
[335]- Lukman (31) 19.
[336]- ihyâ, VI, 140-144.
[337]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 199.
[338]- Muhannes: Kadınsı davranışlarda bulunan erkek. (İbn Manzur, Lisan, II, 145). Kadınlara özenti ile kırıtarak konuşan, toplum nezdinde küçük düşüren işlerle meşgul olan kişi. (Zeylaî,Tebyîn, IV, 222)
[339]- Gazzâlî, a.g.e., VI, 158-163, 199.
[340]- ihyâ, VI, 143
[341]- Sübkî,Tekmiletü’l-Mecmû, XX, 230.
[342]- Sübkî, a.g.e., XX, 230-231.
[343]- Sübkî, Tekmile, XX, 230.
[344]- Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc, VIII, 298; Sübkî, Tekmiletü’l-Mecmû, Mecm’û, XX, 229.
[345]- Sübkî, Tekmile, XX, 230.
[346]- Remlî, Nihâye, VIII, 298
[347]- Sübkî, a.g.e., XX, 230.
[348]- Remlî, a.g.e., VIII, 298; Sübkî, a.g.e., XX, 230.
[349]- Remlî, a.g.e., VIII, 298.
[350]- Remlî, a.g.e., VIII, 298.
[351]- Remlî, Nihâye, VIII, 298.
[352]- el-Ümm, VI, 214-215
[353]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 140-144
[354]- Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc, VIII, 298; Sübkî, Tekmile, XX, 229, 230.
[355]- Gazzâlî, a.g.e., VI, 143; Sübkî, a.g.e., XX, 230; Remlî, a.g.e., VIII, 298;
[356]- Sübkî, a.g.e., XX, 230; İbn Cevzî, Telbîs, s., 222
[357]- Sübkî, a.g.e., XX, 230.
[358]- isrâ (17), 64; Lukman (31), 6, 19; Fâtır (35) 1; Ayetlerin değerlendirmesi için bk., s., 56-57.
[359]- Hadisler için bk., s., 114-117.
[360]- Remlî, Nihâye, VIII, 298.
[361]- Remlî, a.g.e., VIII, 298
[362]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 158-163
[363]- Sübkî, a.g.e., XX, 230
[364]- İbn Hazm, a.g.e., VII, 567.
[365]- Bakara (2), 29.
[366]- İbn Hazm, Muhallâ, VII, 559.
[367]- İbn Hazm, a.g.e., VII, 559-571.
İlgili Yazılar
-
KUR’ÂN’DA SALAT KAVRAMI
1 Mart, 2024 -
TASDİK KONUSU VE ÖNCEKİ KİTAPLAR HAKKINDA ÖZET
27 Şubat, 2024 -
ŞAH DAMARI
15 Ağustos, 2023 -
GÖKLERE YOLCULUK İSRÂ VE MİRÂC
10 Ağustos, 2023 -
İKTİSADİ GELİŞME VE ZEKÂT
13 Haziran, 2023 -
CENNETTE HURİLER
23 Ocak, 2023 -
YOLCULUKTA VE KORKU HALİNDE NAMAZ
23 Şubat, 2022 -
KİTAP VE SÜNNET Mİ? KİTAP VE HİKMET Mİ?
10 Şubat, 2022 -
Ölüme Hazırlık
8 Haziran, 2021 -
Haydi Hep Birlikte Namaza!
12 Şubat, 2021