Dâru’l-Harp’Ta Faiz

Müslümanların egemen olduğu ülkelere dâru’l-İs­lam, yani İslam ülkesi, egemen olmadığı ülke­lere de dâru’l-harp, yani düş­man ülkesi adı verilir. Bunların içinde müslümanlarla saldırmazlık ve barış an­laşması yap­mış olanlara dâru’l-harp yerine daha çok sulh, eman ve ahid ülkesi denir.

Ebû Ha­nife ile İmam Muhammede göre gayrimüslim­lerin ülke­sinde (dâru’l-harp) bulunan bir Müs­lüman, o ül­ke­nin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse orada müslüman olmuş ve henüz İslam ülkesine (dâru’l-İslam’a) göç etmemiş olsun.

Ebû Yusuf ise bu görüşte değildir. Çünkü islam ülkesine gir­mesine müsade etti­ğimiz bir gayrimüslim (المستأمن = müste’men) burada faizli işlem ya­pamayacağına göre bir müslü­man­ da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz.

Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde ya­saktır. Çünkü faizi yasaklayan ayet ve ha­dis­lerde böyle bir yer ayırımı yoktur.

Eğer yiyor­larsa, dâru’l-harp ahalisine öl­müş hayvan eti ve do­muz satmada ve onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebu Hanife ve İmam Mu­hammed’e göre bunlar da yapılabilir.

1 – DELİLLER

a – Hadis

Mekhûl’un rivayetine göre Allah’ın Elçisi, sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle demiştir:

لا ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب

“Dâru’l-harpta müslüman ile harbî arasında faiz ol­maz.”

Bu hadis hakkında çok söz söy­lenmiş ve bir çokları böyle bir hadisin varlığını ka­bul etmemiştir.

Kemaleddin b. el-Hümâm şöyle diyor: Bu hadis garibtir[1]. Bildirildiğine göre Mekhûl, Allah’ın Elçisi’nin böyle dediğini riva­yet etmemiştir.

İmam Şafiî’ye göre Ebu Yusuf şunu söylemiştir: “Bu yalnızca Ebu Hanife’nin sözüdür. Çünkü bir üstad bize, Mekhûl’ün şöyle dediğini bildi­rdi: Allah’ın Elçisi dedi ki, “Dâru’l-harbın halkı arasında faizli işlem olmaz.” Zannede­rim bir de “ve müslüman halk.” dedi.

İmam Şafiî dedi ki; “Bu hadis sabit değildir. Bunun delil olacak bir yanı yoktur.” Bu sözü İmam Şafiî’ye dayandıran Beyhakî’dir.

Hanefi fıkıh kitaplarından el-Mebsût’a göre “Bu hadis mürseldir. Mekhûl de gü­venilir (sika) bir kişidir. Böylelerinin mürseli kabul edilir[2].

Caferî mezhebine göre de dâru’l-harpte müslüman ile oranın halkı arasında faizli işlem olmaz. Onlar bunu Hz. Ali’den yaptıkları bir rivayete dayandırırlar. Hz. Ali şöyle dedi: Allah’ın Elçisi sallallâhu aleyhi ve sellem dedi ki:

ليس بيننا وبين أهل حربنا ربا فإنا نأخذ منهم ألف درهم بدرهم ونأخذ منهم ولا نعطيهم

“Bizimle, bize karşı savaş halinde olan halk (dar’ul-harp ahalisi) arasında faizli işlem olmaz. Bir dirhem verip onlar­dan bin dirhem alabiliriz, onlardan alırız ama verme­yiz[3].”

b – Veda hutbesi

Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem Veda Hutbesinde şöyle demiştir:

وربا الجاهلية موضوع وأول ربا أضعه ربانا ربا عباس بن عبد المطلب، فإنه موضوع كله.

“Cahiliye faizi kaldırılmıştır. Kaldırmakta olduğum ilk faiz bizim faizimiz, Abdülmut­talib’in oğlu Abbas’ın fa­izidir. Onun ta­mamı kal­dırıl­mıştır.”

İbni Rüşd[4], bu hadise dayanarak dâru’l-harpta faiz alınabile­ceğine hükmetmiştir. Onun yorumu şöyledir:

“Bu hadîste, Ebû Hanîfe ve Muhammed’in[5] görüşüne uygun ola­rak dar­‘ül-harpte harbîlerle faiz işlemi yap­manın caiz olacağına işa­ret vardır. Çünkü önceleri Mekke dar’ül-harp idi ve Abbas (r.a.) orada yaşayan bir müslümandı. Ebû İshak’ın bildirdiğine göre Abba­s’ın müslüman oluşu, Bedir sa­va­şından öncesine rastlar. Çünkü o, Bedir’de esir alınınca, Peygamberi­miz onun fidye vererek kurtulmasını emret­miş, o da özür beyan ederek “Ben za­ten müslü­man­dım. Bu sa­vaşa istemeye­rek katıldım.” demiş, Hz. Peygamber de, “Görünüşte bize karşısın, öyleyse kendini fidye ile kurtar.” de­mişti.

Bu rivayet doğru kabul edilmezse, İbni İshak­‘ın ri­vayeti kabul edilebilir. Buna göre Haccac b. Allât, Hz. Abbas’ın Hayber’in fet­hinden önce müslüman olduğunu söy­lemiştir. Faizli işlem ise Hayber’in fethi sı­rasında haram kılınmıştır. Çünkü riva­yete göre Hz. Muhammed’e Hayber’de ganimet­ler arasında al­tınlı ve bon­cuklu bir gerdanlık getirilmişti de ger­danlıktaki altınla­rın çıkarılma­sını emret­mişti. Bunun üzerine altın­lar çıkarılarak ayrıca satılmıştı. O za­man Hz. Muhammed şöyle demişti: الذهب بالذهب وزنا بوزن “Altına altın tartıya tartıdır.”

Veda Hutbesi’nde Hz. Muhammed’in, Abbas (r.a.)’ın müslüman olduğu andan itiba­ren aldığı tüm faiz­leri değil de Mekke’­den cahi­liyye­ kalıntılarının si­linme­sinden sonra henüz tahsil etmediği faiz alacaklarını kaldırması, onun daru’l-harpte faize müsade et­tiğini gös­terir[6].”

c – Hz. Ebubekr’in Bahse Girmesi

Hz. Peygamber Mekke’de iken Romalılar Persler’e yenilmişti. Rum Suresinin başında bu olaydan bahsed=ile­rek Roma­lıların tekrar galip gelecek­leri bildirilmiştir:

“Elif lâm, mîm. Romalılar yenildiler; çok yakın bir yerde. Ama on­lar bu ye­nilgilerinin ardından galip gele­cekler­dir. Hem de bir kaç yıl içinde…” (Rum 30/1-4)

Kureyşliler Ebubekr’e, “Siz Romalılar’ın galip ge­leceği gö­rü­şün­desiniz ha?” demişlerdi. O da “Evet” demişti. Birisi, “Bizimle bahse girer misin?” dedi. O he­men bahse girdi ve bunu, Hz. Peygamber’e bil­dirdi. Ona dua ve se­lam olsun Peygambe­r ona, “Git, bahis mik­tarını artır.” dedi; o da artırdı. Romalı­lar Persleri yenince Ebubekr bahse konu malı aldı. Bu, Mekke müşrikleri ile Ebubekr arasında oynanan bir ku­mardı ve Allah’ın el­çisi bunu onaylamıştı. O zaman Mekke şirk yur­duydu[7].

d – Gayri Müslimlerin Mallarının Mubahlığı

“Dâru’l-harpta faizli işlem olmaz, diyen Ebu Hanife ile İmam Muhammed’in bir delili de dâru’l-harp vatandaşı olan kişilerin malla­rının esasen mubah olduğu, yani dokunulmaz olmadığı görüşüdür. Nassların[8] mutlak, yani yasağa sınır koymayan ifadeleri doku­nulmaz mal­la ilgilidir. Eğer onlarla bir anlaşma yapılırsa on­ların mal­larını an­laşmaya aykırı olarak al­mak haram olur. Anlaşmaya aykırı değilse nasıl alı­nırsa alınsın helâldır[9].

Bir yabancı ülkeye vize ile, yani onların verdiği gü­vence (eman) ile giren kişi, o güvencenin gereğini yerine getirmelidir. O güvence, bu şahsın, o ülkenin kanunlarına ve geleneklerine göre haksız sayılacak bir yolla onların mallarına dokunamayacağı anla­mını da içerir. Faizin haksız kazanç sayılmadığı bir gayrimüslim ül­keye vize (eman) ile giren bir müslüman on­ların mal­larını faiz yo­luyla alırsa bu eman anlaşmasına aykırı olmaz. Çünkü onlar faizi kendi rızalarıyla verirler.

Bizden eman (vize) alarak ülkemize gelen harbî­ler böyle değil­dir. Onların mallarını faizli işlem yoluyla alamayız. Çünkü verdiğimiz emanla onların malları do­kunulmaz olur. Bizce meşru olmayan bir yolla onların malını alan, eman anlaşmasına aykırı davranmış olur.

Zina böyle değildir. Çünkü kadının helâl etmesiyle ondan yarar­lanmak helâl olmaz. Ama bir mal, sahibinin müsadesiyle helâl olur[10].

2 – DELİLLERİN TENKİDİ

Dar’ul-harpte harbîlerden faiz alınabileceği yolundaki görüşler tenkit edilmiştir. Biri Hanefî Mezhebi içinden, diğeri de bu mezhebin dışından olmak üzere iki tenkide yer verilecektir:

A – Kemalüddin b. el-Hümâm’ın[11] Tenkidi

Hanefî mezhebinin önde gelen fakihlerinden İbni Hümâm bu ko­nuda şöyle der:

“Faizli işlemi yasaklayan naslar mutlaktır, yani ya­sağı bir şeyle sınırlamamıştır. Mekhûl’ün riva­yet et­tiği hadis buna ters düştüğü için bir anlam ifade etmez. Delil olabileceği ispat­lanırsa o başka.

Şöyle de denebilir: O hadis delil sayılsa bile Kur’an’a haber-i vahid[12] ile ilavede bulunmak caiz değildir. Ayetlerin, “Faizi yeme­yiniz” ve benzeri emirleri bu yasağa sınır koymazken dâru’l-harpta faiz yenebilir demek bir ilave olur. Bu da caiz değildir.

Dar’ul-harpte faizi haram saymayanlar şöyle kesin bir savunma yapabilirler. “Faizli işlemle ilgili yasağa bir sınır koymayan hüküm­lerle, sa­hibinin hakkı sebebiyle dokunulmaz olan mallar hedeflenir. Harbî­nin malı ise anlaşmayı koruma durumu yoksa do­kunulmaz değildir.”

Aslında bu açıklama dikkatle incelendiğinde, Mekhûl hadisi ol­masa bile yukarıdaki görüşün uygun olmasını gerektirir. Ama bu­rada gizli olmayan bir şey vardır; o da fa­iz anlaşmasına girmenin helâl olmasının yalnız faizi müslümanın alacağı zamana has olması gereğidir. Ama faiz (ribâ) ifadesi geneldir, onu kafirin almasını da müs­lümanın almasını da içerir. Dâru’l-harpta faiz helâldır, demek ge­nel bir hükümdür, almayı da kapsar vermeyi de. Kumarda da aynı durum vardır. Kafir galip gelip or­taya ko­nan malı alabilir.

Görünen o ki, dâru’l-harpta faizli işlemin mubahlığı faizin müslü­man tarafından alınmasını ifade eder. Arkadaşlar derste, illete ba­ka­rak dâru’l-harpta fa­izi ve kumarı helâl görenlerin maksadının, fazla­lığı müslümanın alması olduğunu be­nimsediler. Ama o fet­vanın mutlak olması yani orada böyle bir sınırlamanın olmaması buna aykırı düşmektedir. Doğ­rusunu Allah Teâlâ bilir[13].”

B – Abdullah b. Ahmed b. Ku­dâme’nin Tenkidi

Hanbelî mezhebi fakihlerinden İbni Ku­dâme (öl.620 h.) konuyla ilgili olarak şöyle der:

“Faizli işlem, dâru’l-İslam’da haram olduğu gibi dâru’l-harpta de ha­ram olur. İmam Malik, el-Evzaî[14], Ebu Yusuf, eş-Şafiî ve İs­hak[15] bu gö­rüştedir.

Ebu Hanîfe demiştir ki, “Dar’ül-harpte müslüman ile harbi ara­sında faizli işlem ol­maz.” Şu da ondan nakle­dilir: “Dar’ül-harpte İs­lam di­nine girmiş iki müs­lüman arasında da faizli işlem olmaz. Çünkü Mekhûl’un bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi, ona dua ve se­lam olsun şöyle demiştir:

لا ربا بين المسلمين وأهل الحرب في دار الحرب

“Dar’ül-harpte müslüman­larla oranın halkı arasında faizli işlem ol­maz.” Üstelik onların malları mubahtır.[16] Dar’ül-İslamda onlara do­kunmayı yasak kılan kendi­lerine verdiğimiz eman yani güven­cedir. Böyle bir güvence ol­mayınca malları bize mubah olur.

Bizim delilimiz de Allahu Teâlânın şu ayetleridir:

a)“Allah faizli işlemi ha­ram kıl­mıştır.” (Bakara 2/275)

(b)“Faiz yiyenlerin davranışı, şeytanın peşine takılıp aklını çeldiği[17] kimsenin dav­ranışından farklı değildir.” (Bakara 2/275)

(c)“Müminler! Allah’­tan korkun, faizden ge­riye ne kalmışsa onu bıra­kın.” (Bakara 2/278)

Hadisler de fazla­lığın haram kılındığını gösteriyor. Hz. Peygamber’in şu sözü, ya­sağın genel olduğunu göste­rir.

فمن زاد أو ازداد فقد أربى

“Kim artırır ya da fazlasını isterse faizli işleme girmiş olur.”

Diğer hadislerdeki yasak da geneldir. Bir de şu vardır, dâru­‘l-İslam’da haram olan, dâru-l-harpta da haramdır; tıpkı müslü­manlar ara­sında faizli işlemin haram ol­ması gibi.

Haramlığı Kur’an ile, sünnet ile ve icma ile sabit olmuş bir hükmü meçhul, sahih veya müsned ya da diğer gü­venilir hadis kitapla­rında geçmeyen bir hadise dayanarak terketmek olmaz. Ay­rıca bu hadis hem mürseldir[18], hem de Hz. Muhammed’in faizli işlemi dâru’l-harpta da yasakla­dığı anla­mına gelebilir. Çünkü “faizli işlem olmaz” sözü faiz ya­saktır, şeklinde anlaşılabilir. Nitekim şu ayette ge­çen,

فلا رفث ولا فسوق ولا جدال في الحج

“Hacda kadına yak­laşmak, kötü söz söylemek ve döğüşmek olmaz.” (Bakara 2/197) ifa­deleri bun­ların yasaklan­dığını gösterir[19].

Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır

_________________________________________________


[1] Garîb hadis, rivayet ettikleri hadisler bir çok kimse tarafından toplanan meşhur hadis imamlarından birinden yalnız bir kişinin rivayet ettiği ha­distir.

[2]- İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, c. VII s. 38-39

[3]- Ebu Cafer Muhammed b. el-Hasen et-Tûsî (öl. 460 h.), el-İstibsâr, Tahran 1390, c. II, s. 70, (Fî enneh lâ ribâ beyn’el-müslim ve ehl’il-harb) Paragraf 230.

[4]- İbn Rüşd, Endülüste yaşamış Malikî bir fakihtir (v. 520/1126).

[5]- Kitapta Muhammed yerine Ebû Yusuf denmiştir.

[6] İbn Rüşd, Mukaddimât, III, sh. 28-29.

[7] el-Hidaye ve Fethü’l-Kadir, V sh. 300-301.

[8]- Nass, Kur’an’ın ve sünnetin ifadeleri anlamınadır.

[9] İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, c. VII s. 39.

[10]- İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, c. VII s. 39.

[11]- Kemalüddin b. el-Hümâm 788 h./1396 m. tarihinde Sivasta doğmuş meşhur Hanefî fakihidir. Kendisinde mezhep taassubu yoktur. Hanefi mezhebinin yanlış bulduğu görüşlerini ifadeden çekinmez. Feth’ül-kadîr adlı Hidaye şerhi, bugün hala Hanefi alimlerinin güvendiği başucu kitabı­dır. 861 h./ 1457 m. tarihinde vefat etmiştir.

[12]- Haber-i vâhid, mütevatir olmayan hadise denir. Mütevatir, yalan söyle­mek için bir araya gelmeleri, adetlere göre mümkün olamayacak sayıda kişi tarafından rivayet edilen hadistir. Bu şart, senedin her ta­bakasında aranır.

[13]- el-Hidaye ve Fethü’l-Kadir, c. VII s. 39.

[14]- Abdurrahman el-Evzâî, müstakil mezheb sahibi olmuş tebe-i tabiîn dö­ne­minin büyük fakihlerindendir. Şam ve Mağrib halkı İmam Malik’in mez­hebinden ev­vel el-evzâî’nin mezhebine tabi olmuşlardı. 88 h. tarihinde Ba­lebek’te doğmuş, 157 h. tarihinde Beyrut’ta ölmüştür. (Bkz. Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İsla­miyye Kamusu, C. I, s. 362)

[15]- İshak b. Râheveyh büyük fakih ve muhaddistir. 237 h. tarihte Nisabur’da vefat etmiştir. (Bkz. Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye Kamusu, C. I, s. 419-420)

[16]- Yani bunlar bizim rahatlıkla el koyabileceğimiz mallardır.

[17]- Ayette geçen, يتخبطه الشيطان من المس ifadesi, genellikle “şeytanın dokunup çarptığı ” şeklinde tercüme edilir. Bize göre bu tercüme manayı doğru aktarmamaktadır. Ayette geçen يتخبطه الشيطان ifadesi Arapçada şu anlamlara da gelir: مسه بخبل, ona takılıp aklını çeldi. (Lisan’ul-Arab خبط maddesi) يفسده بخبله aklını çelerek onu bozuyor. (Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, خبط maddesi) الخبل aklını bozma, anlamına gelir: خبله إذا أفسد عقله وعضوه (Lisan’ul-Arab خبل maddesi)

[18]- Mürsel hadis, tabiînden bir zatın, sahabe ismi söylemeden doğrudan Hz. Pey­gamber’den naklettiği hadistir. Yukarıdaki hadisi Hz.Peygamber’den Mekhûl b. Zeyd nakletmiştir. Bu zat tabiindendir. Yani Hz. Peygamber’i değil, onun ashabını görenlerdendir. Hanefî mez­hebi tabiînden güvenilir kişilerin mürsel hadisini delil sayar. (Bkz. Ömer Na­suhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye Kamusu, C. I, s. 140)

[19] İbn Kudâme, el-Muğnî, C. IV, s. 176,177.