Tasavvuf Ehline Bir Soru

Günlük hayatta anlatıla anlatıla kanıksadığımız, bu sebeple de farklı düşünme biçimleri tıkanmış bir takım yaklaşımlar söz konusudur. Bu görüş ve duruş sahiplerinin toplumdaki eşsizleştirilmiş konumları, onların söylediklerinide aynı şekilde eşsiz hatta saygı duyma noktasında kutsal bir seviyeye çıkarır. Eğer bu anlayışlara bir eleştiri ortaya koyacak olsanız ani bir refleksle çeşitli tevil yöntemlerine başvurarak konu saptırılır.
Halbuki topluma mal olmuş ifadelerin ne kadar şiirsel bir anlatımı ve bu anlatımların tevile müsait yönleri olsa da içinde bulunduğu fikir kulvarının genel kabulleri çercevesinde değerlendirilmesi gerekir. Özellikle felsefik ve sanal konularda, dayanılan bir sıfır noktası bulunmadan serdedilen aşkın ifadelerin ifade sahibini bağlaması en tabii kabuldür.
Bu durum, tasavvufi anlayışta karşımıza sıklıkla çıkar.
Yazımızda konuyu dağıtmadan toplumumuzda hemen herkesin bildiği tasavvuf çizgisinin, “ALLAH (CC) İLE OLMA” ve “CENNET” konusunda genel kabulü olan birkaç örneği kaynakları ile aşağıda belirttikten sonra, Adem (AS)’nin cennetten kovuluş gerekçesini açıklayan ayetlere yer verip, ardından da sualimizi soracağız.
“Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle birkaç huri,
İsteyene ver onları,
Bana seni gerek seni.”
Yunus Emre’nin meşhur şiiri.
“İbrahim Hakkı Erzurumi buyurur ki;
….
Zahid ahireti ister, Ârif([1]) Mevla’yı ister. ([2])
Zahid nefsi iledir, Ârif Allah iledir. ([3])
Zahidin zikri dili ile, Ârifin ki kalbi ve canı iledir.
Zahidin kalbi sebeplerledir, Ârifin ruhu Allah iledir. ([4])
Müminin bakışı Allah’ın nuru ile, Ârifin bakışı Allah iledir. ([5])
Mümin Allah’ın ipine tutunur, Ârif Allah’a tutunur. ([6])
Mümin Allah’ın zikriyle mutmain olur. Ârif Allah’la mutmain olur…” ([7])
Yukarıdaki pasaj “Altınoluk Sohbetleri – 1”; Sadık Dana ; Erkam Yayınları; Arifin tarifi Marifetullah bölümü; sh 46-47 ‘den alınmıştır. 2-3-4-5-6-7 no’lu dipnotlar metinde yoktur. Konu ilgili ayetlerle birlikte daha iyi anlaşılsın diye tarafımızdan yerleştirilmiştir.
“Bir gün Zünnun Mısri ağlardı, yaranları sebebini sordular. Dedi ki: Bu gece düşümde Tanrıyı gördüm.
-Ya Zünnun halkı yarattım, on bölük oldular. Dünyayı bunlara gösterdim. Dokuz bölüğü dünyayı istediler. Bir bölüğü daha on bölük oldular, cenneti bunlara arzeyledim dokuz bölüğü cenneti istediler ve bununla müteselli oldular. Onlar dahi on bölük oldu. Bunlara cehennemi gösterdim korkdular dağıldılar. Bir bölük kaldı. Bu bir bölük ne dünyaya ne de cennete aldandılar, ne de cehennemden sakındılar.
Ben dedim, ey kullarım ne dilersiniz?
Cümlesi bizim dilediğimizi sen bilirsin dediler. Yani Cenab-ı Hakk’ın rizasını istediler.
……..
Yahya Bin Muaz müşahedesini şöyle anlatıyor:
“Beyazid Bestamî yatsı namazından sonra fecrin doğuşuna kadar ayakları üzerinde başı göğsüne dayalı olarak ubûdiyet makamında duruyordu. Seher zamanı secdeye vardı. Sonra başını kaldırdı. Allah Teâlâ ve tekaddes hazretlerine karşı şöyle niyazda bulunmaya başladı:
İlahî! Bir kavim Senden dilediler. Su üzerinde ve havada yürümeyi verdin Buna razı oldular. Ben bundan Sana sığınırım. Bir kavim Senden az bir zaman içinde çok büyük mesâfelerin aşılmasını istediler (Tayy-ı mekân olmağı) verdin, razı oldular. Ben bundan gene Sana sığınırım. Ve bir kavim yerin hazinelerini istediler, verdin. Ben yine Sana sığınırım, Bir kavim Hızır’ı istediler verdin, deyerek evliyanın kerametlerinden yirmisekizini saydı. Sonra döndü beni gördü. Yahya! deyince “Buyurun”dedim, “Ne zamandan beri buradasın?” dedi. “Deminden beri” dedim. Sükut etti. “Bir şey söylemez misiniz?” dedim. “Sana yarayacak bir şey söyleyeyim” dedi, ve şunları anlattı:
“Allah Teâlâ beni aşağı aleme indirdi. Aşağı melekût içinde beni dolaştırdı. Yerin tabakalarını ve bunların altını gösterdi. Sonra beni yüksek âleme geçirdi ve semâvâtı gezdirdi. Cennetlerde olanı arşa kadar gösterdi. Sonra beni önünde durdurdu. Aşağı ve yukarı âlemlerde ne gördün ise söyle bunları sana bağışlayayım” dedi.
“Hoşuma gidecek bir şey görmedim ki Senden dileyeyim,” dedim.
-Sen Benim hakkıyla kulumsun, doğrulukla bana taparsın, dedi.
Yukarıdaki pasaj “Altınoluk Sohbetleri – 1”; Sadık Dana ; Erkam Yayınları; Teslimiyet bölümü; sh 80-82 ‘den alınmıştır.
Yukarıda tasavvuf ehlinin hemen herkesce bilinen görüşlerini kaynakları ile okudunuz. Benzeri ifadeleri çok sayıda kaynaktan da teyid edebilirsiniz. Ayrıca tasavvuf sohbetlerinde bulunanlar bu anlatılanlardan çok daha ileri yaklaşımları sözlü olarak duymuşlardır. Anlatana ve anlatılan kişilere duyulan hürmet çoğunlukla bu gibi yaklaşımları sorgulama gücünü muhatabın elinden almaktadır. Ancak her ne koşulda olursa olsun Allah (CC) hakkında anlatılan bu ve benzeri isnatlar, inançlı bir müslüman’ın yol göstericisi olan Kuran’a ters düşmemeli, düşüyorsa da sorgulanmalıdır.
Yukarıdaki ifadeler insanoğlunun yaratıcıya olan yönelişinin aşkın bir anlatım biçimidir. Bu konuyu ve Allah ile beraber olma kavramını aşağıdaki ayetleri okuduktan sonra bir kez daha düşünmenizi tavsiye ederim. Çünkü bir müslümanın ölçüsü Kur’an ve Hz. Muhammed (SAV)’in hayatıdır.
Allah (CC) Kur’anı Keriminde şöyle buyuruyor.
“Ey Adem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. (Bakara 35)
Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: “Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melik olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.”
“Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim” diye ikisine yemin etti. (Araf 20-22)
“Ey Adem! Doğrusu bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın de ne de güneşin sıcağında kalırsın” dedik.
Ama şeytan ona vesvese verip: “Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi? dedi.
Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvasından yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.( Taha 117 – 121)
Lütfen dikkat edin!..

Yukarıdaki ayetlerde olayın meydana geldiği mekan cennet olarak ifade edilmiştir. Muhatap ise öğreticisi Allah (CC) olan ve eşyayı iyi bilen Adem (AS)’dır. Bu konumdaki bir varlığı, üstelik her türlü nimet elinin altındayken ve kendisine tükenmeyen olanaklar sunulmuşken hangi vaad ile yoldan çıkarabilirsiniz? Ona sonsuzluktan, melik olmaktan ve tanrıyla birlikte olmaktan öte neyi vaad edebilirsiniz ?

Şeytan’da öyle yapmış ve Adem’e yasak ağacı; “sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat” olarak tarif etmiştir.
Halbuki “sonsuzluk” Allah (CC)’a ait bir vasıftır. Adem (AS) ise şüphesiz ki tanrı olmak istememiştir. Ancak şeytan kendisine bu durumu süslü göstererek Âdem’i ve eşini kandırmıştır. Dikkat edilirse, “sonsuzluk ağacı” kendisine tırmanılmayı, kabiliyetine göre belli bir dalında konuşlanmayı hatırlatır ki bu durum “fena fillah”, “Allah (CC)’la olmak” veya “Allah (CC)’da yok olmak” kavramlarıyla tıpkı aynıdır.
Şeytanın süslü göstererek “sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat ağacının” meyvesinden Adem’e ve eşine yedirmesi, ikisinin de tabiatında değişikliklere sebep olmuştur. Adem (AS)’in tevbesi de bu değişimi engelleyememiştir…
Şu duruma iyi dikkat edin!
Allah (CC), Kur’anı Kerim’inde Dünyadaki Ademoğullarına cennet’i açık ve net bir hedef olarak belirleyip ve birçok ayetle o’nu övmüşken ve bu durumu onca sarih ayetlerle büyük kurtuluş olarak bildirilmişken, yukarıdaki şiir ve kıssalarda Ârif, Cennet’le tatmin olmuyor, daha fazlasını istiyor…
Şimdi soruyoruz; “Fena fillah” veya “Allah’la beraber olma” hali, sakın şeytanın, ilk yaratılmış günahsız Adem’e ve eşine süslü gösterdiği “sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat”ın şimdi ki versiyonu olmasın?!…
Burada şu akla gelebilir. “Allah (CC) ahiret gününde bazı önde gelen kullarına daha yakın olacaktır. Tasavvuf ehli bunu hedeflediği için söz konusu aşkın ifadeleri kullanarak bu isteklerini öne çıkarmaktadır” denilebilir. Bu yaklaşımın cevabı da Vakıa (56) Suresindedir. Bu surede Allah (CC) şöyle söyler:
1-3. Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.
4-7. Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, SİZ DE ÜÇ SINIF OLURSUNUZ.
8. İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara!
9. Kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!
10-12 İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. NAİM CENNETLERİNDE ALLAH’A EN ÇOK YAKLAŞTIRILMIŞ OLANLAR İŞTE BUNLARDIR.
13-4. Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.
15-6. Murassa tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.
17-21. Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.
22-4. İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.
26. Sadece selama karşılık selam sözü işitirler. (Vakıa 1-26)
Dikkat edilirse Allah (CC); Naim cennetlerinde Allah’a en çok yaklaştırılmış önde olanlara daha sonraki ayetlerde bir takım nimetleri layık görmektedir.
Kim bu ikrama kayıtsız kalabilir?..
İnsanoğlunun bundan ötesi talepleri karanlıktır. Tamamen hayal mahsulüdür.
Sonuç olarak şunu herkesin bilmesi gerekir. Aşkın ifadeler bir anlık şiirsel anlatımdan çıkıp bir ekole dönüşüyorsa ve tevil gibi kaygan bir zeminde dahi ayakta duramıyorsa ve analitik düşünen yaklaşımlara karşın ancak “SEN ANLAMAZSIN!” denilerek temelsiz bir savunma mekanizması geliştiriliyorsa orada din, heva ve hevesten öte gidemez. Bu tür fikirlerin sahiplerinin kendi ifadeleri veya yolun yolcularının büyüksemesi ile de Allah (CC) katında değer kazanılmaz. Allah (CC) söyle buyurur.
Ey İnsanoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, ayetlerimizi arkaya atanlara dost kılarız. / Onlar bir fenalık yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: “Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?”(Araf 27-28)
De ki: “Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (Araf 33)
Unutulmamalıdır ki hiç kimse Allah (CC) den daha merhametli değildir ve hiç kimse yaratıldığı insan formatının dışında bir kavrayışa soyunmamalıdır. Hele bir çok aktarımdaki “Allah bana şöyle gösterdi…” gibi ifadelerle başlayan yaratılmışların Kur’an gerçeğine uymayan masalları karşısında son derece uyanık olunmalıdır. Zira şeytan insana son derece masum kisvelerle yaklaşır.
Hasan Mustafa Arslan
O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: “Keşke Resulle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı velî edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der. (Furkan 27-29)
Allah hakkında bilmeden tartışan ve her azılı şeytana uyan insanlar vardır. / Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini velî edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür. (Hacc 3-4)
Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve nebi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. / Allah şeytanın karıştırdığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.(Hacc 52-53)

1. Ârif: Manevi tecrübeyle marifet ve hakikat mertebesine ulaşan sûfî. “Tanıyan, bilen, vâkıf ve aşina olan, halden anlayan” gibi manalara gelen ârif, daha çok tasavvufta kullanılan bir terimdir. Ârif’in bilgisine mârifet denir. Mârifet, kelam ve felsefe ilminde eş anlamlı olarak umumiyetle bilgi manasına kullanıldığı gibi mârifetullah şeklinde ve Allah hakkındaki bilgi içinde kullanılmıştır. Tasavvufta ise Allah’a dair olan bilgi başta olmak üzere bütün varlık ve olayların mahiyeti hakkındaki bilgiye mârifet denilmiş ve ârif (ehl-I mârifet) ile âlim arasında açık bir ayrım yapılmıştır. (TDV İslam Ansiklopedisi “ÂRİF” maddesi c. 3 – s.361)

2. “Rabbiniz’in mağfiretine, ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.” (Âli İmran 133)

3. “Ey İnananlar! Siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.” (Maide 105)

4. “Bedevilerden, Allah’a ve ahiret gününe inanan, sarf ettiğini, Allah katında ibadet ve resulun dualarına nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.” (Tevbe 99)

5. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, “Mü’minin ferasetinden çekinin, çünkü o Allah’ın nuruyla görür.” buyurmuştur. (Tirmizî, Hicr suresinin tefsiri, 6. cilt)

6. “Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.” (Âli İmran 103)

7. “Onlar o kimselerdir ki inanmışlar ve kalpleri Allah’ın zikri ile yatışıp mutmain olmaktadır. Bilin ki kalplerin yatışıp mutmain olması Allah’ın zikri iledir.” (Ra’d 28)

8. İnanıp yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır, onlar da orada temellidirler. (Bakara 82) 9. Bunlar Allah’ın yasalarıdır. Allah’a ve resulune kim itaat ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur. (Nisa 13)