Üzeyir Aleyhisselam

Tevbe sûresinin 30. âyetinde geçen ve nebî olduğuna dair açık ifade bulunmayan Üzeyir’in hem kimliği hem de Yahudilerin ona “Allah’ın oğlu” deyip demedikleri, sürekli tartışılır. Müslümanların, bu gibi tartışmalarda kesin sonuca ulaşamamalarının sebebi, hikmeti bulma usulünün unutulmuş olmasıdır. Hikmeti bulmak için ekip kurarak birbirine benzer (müteşabih) âyetlerden bir küme oluşturmak gerekir. Üzeyir aleyhisselam gibi önceki kitapları da ilgilendiren konularda ise o kitapların ifadelerinden de bir küme oluşturup ilgili Kur’ân ayetleriyle birlikte okumak icap eder.

Bu konu; Beyt-i makdis’in yıkılışı, Babil Sürgünü, Kudüs’e dönüş ve Mescid’in yeniden inşası ile yakından ilgilidir. Bu yazıda, Kur’ân âyetleri ile Tevrat’ın içinde yer alan Ezra ve Nehemya kitaplarının ifadeleri birlikte değerlendirilerek bir sonuca ulaşılacaktır.

A- BEYT-İ MAKDİS’İN YIKILIŞI 

Kudüs ve Beyt-i Makdis iki kere yıkılmıştır. Birinci yıkılışından sonra tekrar yapılmış ama ikinci yıkılışından sonra yeniden yapılmamıştır. Bu konu ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle demiştir:

وَقَضَيْنَا إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْأَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَبِيرًا . فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ أُولَاهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَنَا أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِ وَكَانَ وَعْدًا مَفْعُولًا. ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَأَمْدَدْنَاكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَجَعَلْنَاكُمْ أَكْثَرَ نَفِيرًا . إِنْ أَحْسَنْتُمْ أَحْسَنْتُمْ لِأَنْفُسِكُمْ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيرًا

“İsrailoğulları için Kitaba, şu kararımızı koyduk: “Siz bu yerde iki kere fesat çıkaracak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz.”  

Birincisinin sonu gelince savaş gücü yüksek kullarımızı üzerinize saldık; evlerin içine kadar girdiler. Bu söz, yerine getirildi.

Sonra düşmanlarınıza karşı sizi tekrar güçlendirdik, mallar ve oğullar verdik, askeri yönden daha güçlü hale getirdik. İyi davranırsanız faydasını görürsünüz. Kötü davranırsanız zararı size dokunur (dedik). İkincisinin sonu gelince (kullarımızı tekrar üzerinize saldık ki)yüzünüzü yere sürtsünler, o Mescide (Beyt-i Makdis’e)ilk girenler gibi girsinler ve üstüne çıktıkları her şeyi yakıp yıksınlar.” (İsrâ 17/4-7)

Mescid (Beyt-i makdis), M.Ö. 960 dolaylarında Süleyman aleyhisselam tarafından yaptırılmıştı. Buhtunnasr (Nabukadnessar) M. Ö. 586’da orayı, Kudüs ile birlikte yıktı ve Yahudileri Babil’e sürgün etti. İkinci yıkılışı ise M.S. 70 yılında Titus komutasındaki Romalılar tarafından gerçekleştirildi[1].

M.Ö. 539’da Bâbil’i fetheden Pers kralı Koreş[2], Buhtunnasr’ın getirdiği Yahudileri, krallığının ilk yılında geri gönderdi ki Kudüs’ü yeniden inşa etsinler (Ezra 1/1-3). Daha sonra Kral I. Artahşasta[3], inşaatı engelledi. Mescid, ancak Darius’un krallığının ikinci yılında(Ezra 4/11-24)M.Ö. 515’te inşa edilebildi[4].

Üzeyir aleyhisselam, Babil sürgününden geri dönenler arasındadır. Sürgün sırasında kaybolan Tevrat’ı yeniden getirip İsrail oğullarına öğreten nebîdir. 

B- ÜZEYİR’İN (EZRA’NIN) NEBÎLİĞİ

M.Ö. 539’da Bâbil’i fetheden Pers kralı Koreş[5], Buhtunnasr’ın getirdiği Yahudileri, krallığının ilk yılında yani M:Ö.538’de Mescid’i yeniden inşa etmeleri için Kudüs’e gönderdi(Ezra 1/1-3). Babil’den dönenler arasında kâhinler (koenler) vardı (Ezra 2/2,36). Harun soyundan olanlara kâhin dendiği için o soydan olan Ezra (Ezra 7/1-6) da bu sırada dönmüş olmalıdır. 

Kral I. Artahşasta, inşaatı engelledi. Mescid, ancak Darius’un krallığının ikinci yılında (Ezra 4/11-24)  M.Ö. 515’te inşa edilebildi.

Nehemya Kral II. Artahşasta’nın (M.Ö. 444-398) desteğiyle Kudüs’ü imar etti ve Yahuda halkını yeniden yapılandırdı.

Ezra, II. Artahşasta’nın krallığının yedinci yılının beşinci ayında yani M.Ö. 437’de Kudüs’e vardı (Ezra 7/8). Kral, ona gönderdiği mektupla Allah’ın emirlerini uygulamasını istedi (Ezra7/14). Çünkü o, yıkım sırasında kaybolan ve unutulan Tevrat’ı getirmiş, onlara okuyupaçıklamıştı[6].  Bu, Ezra’nın Kudüs’e ikinci varışıydı. İlk varışı, M.Ö. 538’de Babil’den çıktıktan sonraydı. Kudüs’e M.Ö.537’de ulaşmış olsa, ilk varışı ile ikinci varışı arasında 100 yıllık bir süre vardır. Bu sürede neler yapıldığı açıklanamadığı için Ezra ile ilgili şüpheler oluşmaktadır. 

Şu âyet bize, ehl-i kitabın bazı bilgileri gizlediğini bildirir:

يَاأَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَايُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًامِمَّاكُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوعَنْ كَثِيرٍ قَدْ جَاءَكُمْ مِنَ اللَّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبِينٌ

“Ey Ehli Kitap, Kitap’tan gizlediğiniz birçok şeyi size açıklayan birçoğunu da affeden Elçimiz geldi. Size Allah’tan bir nur ve açık bir kitap geldi.” (Maide 5/15)

Şu âyete göre, ehl-i kitabın gizlediği bilgileri, Kur’ân’ın yardımıyla ortaya çıkarabiliriz:

وَمَاكَانَ هَـذَاالْقُرْآنُ أَنيُفْتَرَىمِندُونِ اللّهِ وَلَـكِنتَصْدِيقَ الَّذِيبَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ الْكِتَابِ لاَ رَيْبَ فِيهِ مِنرَّبِّ الْعَالَمِينَ

“Bu Kur’an, başkası tarafından uydurulup Allah’a mal edilmiş değildir. Aksine kendinden öncekileri tasdik eden, o Kitapları açıklayan, içinde şüpheye düşürecek bir şey olmayan ve varlıkların Rabbi (Sahibi) tarafından indirilmiş olan kitaptır.”(Yunus 10/37)

Üzeyir aleyhisselam Harun soyundandır. (Ezra 7/1-6) En’âm 84 ve devamı âyetler üzerinde düşününce Harun soyundan, kendine kitap ve hikmet verilen nebilerin gelmiş olacağı anlaşılır. Üzeyir de o soydan gelen nebîlerden olabilir. Bundan sonraki bölümde konuya açıklık getirilecektir.

C- ÜZEYİR’E (EZRA’YA) KİTAP VERİLMESİ

Üzeyir’in nebî olması için yanında bir kitap ile gelmesi gerekir. Çünkü Allah, En’âm 83 ve devamında, Harun aleyhisselam ile birlikte 18 nebînin adını saymış ve şöyle demiştir:

وَمِنْ آبَائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَإِخْوَانِهِمْ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيم

“Bunların babalarından, soylarından, kardeşlerinden de seçtik ve doğru yolu gösterdik.”(En’âm 6/87)

Sayılarının 124 bin kadar olduğu rivayet edilen[7]nebîlerden her biri, bu 18 nebînin ya babaları, ya kardeşleri, ya da soylarından gelenlerdir. Sonra Allah Teâlâ şöyle demiştir:

أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ

Onlar, kendilerine kitap, hüküm (hikmet) ve nebîlik verdiğimiz kimselerdir.” (En’âm 6/89)

Konu ile ilgili olarak şu âyetler üzerinde de düşünmek gerekir:

إِنَّاأَوْحَيْنَاإِلَيْكَ كَمَاأَوْحَيْنَاإِلَىنُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَاإِلَىإِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ وَعِيسَىوَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَادَاوُودَ زَبُورًا. وَرُسُلًاقَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلًالَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللَّهُ مُوسَىتَكْلِيمًا

“Biz, Nuh’a ve ondan sonra gelen nebîlere nasıl vahyettiysek sana da öyle vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmiş, Davud’a ise Zebur’u vermiştik. Sana hikâyelerini anlattığımız elçiler gönderdik. Hikâyesinden bahsetmediğimiz elçiler de gönderdik. Allah Musa ile konuştu.” (Nisa 4/163-164)

وَمَاأَرْسَلْنَامِنْ قَبْلِكَ إِلَّارِجَالًانُوحِيإِلَيْهِمْ فَاسْأَلُواأَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لَاتَعْلَمُونَ . بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ

 Senden önce elçi gönderdiklerimiz sadece kendilerine vahyettiğimiz erkeklerdi. Bilmiyorsanız o Zikri[8] bilenlere sorun.Onları belgelerle (mucizelerle) ve kitaplarla gönderdik. (Nahl 16/43-44)

Ezra’nın Kudüs’se Tevrat ile gelmesi, onun Allah’ın nebîsi olduğunu kanıtlar. Ona verilen kitap, Musa aleyhisselama verilenin aynısı olmalıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle demiştir:

“Allah Nuh’a ne buyurmuşsa onu, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Bu dini ayakta tutun ve ayrı düşmeyin. Senin çağırdığın şey müşriklere ağır geldi. Allah bu dini tercih edeni kendi tarafına alır; ona yöneleni o da yönlendirir”. (Şûra 42/13)

Yahudi geleneğine göre Ezrâ nebî değildir ama nebîlerden üstün konuma sahiptir. Rabbilere göre Mûsâ daha önce gelmeseydi Tevrat Ezrâ’ya verilirdi[9]. Onların birçok şeyi gizledikleri dikkate alınınca Üzeyir aleyhisselamın nebî olduğunu ve kendine Tevrat’ın yeniden indirildiğini anlamak zor olmaz.

D- ÜZEYİR’İN (EZRA’NIN) MUCİZE OLMASI

Kur’ân’da Üzeyir adının geçtiği tek âyet şudur:

“Yahudiler; ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler. Hıristiyanlar da ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu, dillerine doladıkları sözleridir. Önceki kâfirlerle aynı ağzı kullanıyorlar. Allah kahretsin onları! Bu iftiraya nereden sürükleniyorlar?”(Tevbe 9/30)

Kur’ân’ın metoduna göre bir muhkem âyet, başka âyet veya ayetlerle ayrıntılı olarak açıklanır. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

“Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. Ben de onun tarafından bir uyarıcı ve müjdeciyim.(Hûd 11/1-2)

Konuya bu açıdan bakınca Üzeyir aleyhisselamın kimliği ile ilgili ayrıntılı bilgilerin Bakara 259’da ve İsrâ Suresinde olduğunu görebiliriz. Bakara 259. âyet şöyledir:

“Şu kişiyi gözünde canlandırdın mı? Tavanları çökmüş ve duvarları üzerlerine yıkılmış bir kente gelmişti de “Allah bu kenti ölümünden sonra nasıl canlandıracak?” demişti. Allah onu öldürdü ve yüz yıl sonra tekrar diriltti. “Ne kadar kaldın?” diye sordu. “Bir gün kaldım; belki bir günden de az” dedi. Allah dedi ki “Yok, tam yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış. Bir de eşeğine bak. Bu, seni insanlara bir âyet (mucize) yapmak içindir. Şimdi de (eşekten kalma) kemiklere bak, onları nasıl birleştireceğimizi sonra nasıl ete büründüreceğimizi gör”. Bunları açık açık görünce dedi ki “Şimdi anladım,  gerçekten Allah, her şeyi bir ölçüye bağlamış”.(Bakara 2/259)

Şimdi Tevrat’ta anlatılan Ezra ile Bakara 259. âyette anlatılan zat arasındaki benzerliklere bakalım:

1- Tavanları çökmüş ve duvarları onların üzerine yıkılmışşehir

Bakara 259’u, İsrâ Suresi’nin ilgili ayetleriyle birlikte anlamaya çalışınca o yerin ikinci kez yıkılan Kudüs olduğu o mescidin de Beyt-i Makdis olduğu ortaya çıkar. Bunun için şu iki âyeti karşılaştıralım:

Kudüs ve Beyt-i Makdis ile ilgili âyet (İsrâ 17/7)

Bakara 259’da anlatılan zatın gördüğü manzara

وَلِيَدْخُلُواالْمَسْجِدَ كَمَادَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوامَاعَلَوْاتَتْبِيرًا

مَرَّ عَلَىقَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىعُرُوشِهَا

 Mescide (Beyt-i Makdis’e)ilk girenler gibi girsinler ve üstüne çıktıkları her şeyi yakıp yıksınlar diye (düşmanlarınızı üzerinize saldık).”

Tavanları çökmüş ve duvarları üzerlerine yıkılmış bir kente gelmişti

Üzeyir aleyhisselam kendini gönderen Kral Koreş’e çok güvenmiş olmalı ki, onun yerine geçen Kral I. Artahşasta’nın inşaatı durdurması üzerine umutsuzluğa kapılmış ve şöyle demiştir: “Allah bu kenti ölümünden sonra nasıl canlandıracak?”

2- Üzeyir’in (Ezra’nın) ölüp, 100 yıl sonra diriltilmesi

Üzeyir aleyhisselam umutsuzluğa düşünce “Allah onu öldürdü ve yüz yıl sonra tekrar diriltti.

Bakara 259’da geçen bu ifade Ezra ile ilgili olarak izah edilemeyen 100 yıllık süreye, açıklık getirmekte ve bu zatın Ezra yani Üzeyir aleyhisselam olduğu kesinleşmektedir. 

3- Üzeyir’in (Ezra’nın) mucize olması

Şu âyet, Üzeyir aleyhisselamın, İsa aleyhisselam gibi mucize kişiliğe sahip olduğunu bildirmektedir:

Allah onu öldürdü ve yüz yıl sonra tekrar diriltti. “Ne kadar kaldın?” diye sordu. “Bir gün kaldım; belki bir günden de az” dedi. Allah dedi ki “Yok, tam yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış. Bir de eşeğine bak. Bu, seni insanlara bir âyet (mucize) yapmak içindir. Şimdi de (eşekten kalma) kemiklere bak, onları nasıl birleştireceğimizi sonra nasıl ete büründüreceğimizi bir gör”. Bunları açık açık görünce dedi ki “Şimdi anladım,  gerçekten Allah, her şeyi bir ölçüye bağlamış”.

Üzeyir’in mucize olması için 100 yıl sonra Kudüs’e döndüğünde kendini tanıyanlar olmalıdır. Kaynaklarımızda Üzeyir aleyhisselam ili ilgili olarak şöyle bir hikâye anlatılır:

“Üzeyir eşeğine bindi, mahallesine geldi ama kimse onu tanımadı. O da insanları ve evlerini tanımadı. Tahminle gidip kendi evini buldu. Kapıda 120 yıl öncesinden onu tanıyan ve bilen çok yaşlı, kör ve kötürüm bir kadın gördü ve dedi ki:

–       Hanımefendi, Üzeyir’in evi burası mı?

Kadın ağladı ve şöyle cevap verdi:

–       Evet, onun evi burası. Subhanallah; şu kadar yıldan beridir Üzeyr’i kaybettik; onunla ilgili hiçbir şey işitmedik.

–       “İşte Üzeyir benim. ” dedi. “Allah beni yüz yıl ölü halde bıraktı, sonra yeniden diriltti.”

Kadın şaşkınlık içinde şöyle dedi:

–       Üzeyir’in duası kabul olurdu. Hasta ve sıkıntı içinde olanların sağlık ve afiyete kavuşmaları için dua ederdi. Öyleyse Allah’a dua et; gözlerim açılsın da seni göreyim. Üzeyir isen seni tanırım.

Üzeyir dua etti; eliyle yaşlı kadının gözlerini sildi ve kadın görmeye başladı. Sonra elinden tutup “Allah’ın izniyle kalk” dedi. Allah kadının ayaklarını rahatlattı.Kadın Allah’ın izniyle bir bağdan çözülmüş gibi sağ salim ayağa kalktı. Sonra: “Senin Üzeyir olduğuna şahitlik ederim.” dedi ve onu İsrail oğullarının olduğu yere götürdü. Onlar toplantı yerindeydiler. Üzeyir’in 118 yaşındaki oğlu ile ihtiyarlamış torunları da oradaydı.Kadın onlara yüksek sesle bağırdı: “Bu Üzeyir’dir, size geldi.” dedi.  Herkes yalan söylediğini sanınca kadın sözlerini şöyle sürdürdü:

–       Ben sizin hizmetçiniz olan kadınım. Benim için Rabbine dua etti, gözlerim açıldı ve ayaklarım rahatladı. Allah’ın kendisini 100 yıl süreyle öldürüp arkasından dirilttiğini düşünüyor.

Herkes yerinden kalktı ve ona geldiler. Oğlu dedi ki: “Babamın iki omuzu arasında hilal gibi siyah bir ben vardı. ” Hemen omuzlarını açtı; bir de ne görsünler, Üzeyir’in ta kendisi![10].

Üzeyir aleyhisselam da İsa aleyhisselam gibi mucize kişiliğe sahipti.  İsa aleyhisselam babasız dünyaya gelmişti. Bu yönüyle o, insanlar için bir âyet, bir mucizeydi (Meryem 19/21). Üzeyir aleyhisselam da 100 yıl ölü kaldıktan sonra dirilmiş ve insanlar için mucize kılınmıştı (Bakara 2/259)Kur’ân’damucize ifadesi, bu iki nebî dışında bir insan için kullanılmamıştır.

E- ÜZEYİR’İN ALLAH’IN OĞLU OLDUĞU İDDİASI

Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğu iddiası şu âyette geçer:

“Yahudiler; ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler. Hıristiyanlar da ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu, dillerine doladıkları sözleridir. Önceki kâfirlerle aynı ağzı kullanıyorlar. Allah kahretsin onları! Bu iftiraya nereden sürükleniyorlar?”(Tevbe 9/30)

Babasız dünyaya gelen İsa aleyhisselama Hristiyanlar Allah’ın oğlu dediklerine göre ölüp 100 yıl sonra dirilen ve kaybolan Tevrat’ı getirip öğretenÜzeyir aleyhisselama, kimi Yahudilerin Allah’ın oğlu demeleri, onlar açısından normaldir. Bu iki nebînin mucizeliğini anlatan cümleler birbirinin aynısıdır. 

İsa aleyhisselam ile ilgili olan

Üzeyir aleyhisselam ile ilgili olan

وَلِنَجْعَلَهُ آيَةً لِلنَّاسِ

وَلِنَجْعَلَكَ آيَةً لِلنَّاسِ

Onu insanlara bir mucize yapalım diye

Seni insanlara bir mucize yapalım diye

İki cümlede değişen tek şey, ikinci şahsı gösteren sen = كَile üçüncü şahsı gösteren o= هُzamiridir.

Kur’ân, Yahudilerin ilahi kitaplarını tasdik ettiği için “Allah’ın oğlu” iddiası o kitaplara ait olamaz. Ama Allah Teâlâ onların kendilerine dahi “Allah’ın oğlu ” dediklerini bildirmektedir. İlgili âyet şudur:

وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى نَحْنُ أَبْنَاء اللّهِ وَأَحِبَّاؤُهُ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُم بِذُنُوبِكُم بَلْ أَنتُم بَشَرٌ مِّمَّنْ خَلَقَ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ

“Yahudiler ve Hıristiyanlar: ‘Biz Allah’ın oğulları ve sevdiği kimseleriz’, derler. De ki ‘Öyleyse niçin günahlarınızdan dolayı size azap ediyor?’ Hayır, siz onun yarattığı insanlarsınız. Allah, bağışlanmayı tercih edeni bağışlar; azabı tercih edene de azap eder. Gökler, yer ve bunların arasındaki her şey Allah’ın yönetimi altındadır. Dönüş onadır.(Maide 5/18)

Yahudiler “Allah’ın oğlu” sözünü öylesine içselleştirmişler ki onu, kutsal kitaplarının tercümelerinde bile kullanmaktadırlar. Birkaç örnek verelim:

“Siz ilahlarsınız’ diyorum,  ‘Yüceler Yücesi’nin oğullarısınız hepiniz!’  Yine de insanlar gibi öleceksiniz, Sıradan bir önder gibi düşeceksiniz!” (Mezmurlar 82:6,7)

“Sonra Firavuna de ki, ‘RAB şöyle diyor: İsrail (Yakub) benim ilk oğlumdur. Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.’ ” (Mısırdan Çıkış 4:22,23)

“Adıma bir tapınak kuracak olan odur. O bana oğul olacak, ben de ona baba olacağım. Onun krallığının tahtını İsrail’de sonsuza dek sürdüreceğim.’” (1 Tarihler 22:10)

“RAB bana şöyle dedi: ‘Tapınağımı ve avlularımı yapacak olan oğlun Süleyman’dır. Onu kendime oğul seçtim. Ben de ona baba olacağım. Bugün yaptığı gibi buyruklarıma, ilkelerime dikkatle uyarsa, krallığını sonsuza dek sürdüreceğim.’” (1 tarihler 28:6-7)

“RAB’bin bildirisini ilan edeceğim:  Bana, “Sen benim oğlumsun” dedi, “Bugün ben sana baba oldum.” Mezmurlar 2:7.

““Kuzeye, ‘Ver’, güneye, ‘Alıkoyma;  Oğullarımı uzaktan,  kızlarımı dünyanın dört bucağından getir’ diyeceğim.” (İşaya 43:6.)

Son olarak şunu söyleyebiliriz: Kutsal kitabı bu şekilde tercüme edenlerin “Üzeyir Allah’ın oğludur” demeleri kadar normal bir şey olamaz.  Artık bu konunun tartışılacak bir tarafı yoktur.

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

__________________________________________________


[1]Yusuf Basalel, Yahudilik Ansiklopedisi, c. I, s. 109. İstanbul 2001.

[2]Yahudilik – Ahmet Güç DİA

[3]Tevrat’a göre Artahşasta adında iki Fars kralı vardır. Birinci Artahşasta, Koreş’in Kudüs’e gönderdiği Yahudilerin Kudüs’ü yeniden inşasını engellemiş inşaat ancak Pers Kralı Darius’un krallığının ikinci yılında başlayabilmiştir.  (Ezra 4/11-24)Yahudilik – Salime Leyla Gürkan DİA

[4]Yahudilik – Salime Leyla Gürkan DİA.

[5]Yahudilik – Ahmet Güç DİA

[6]Yahudilik – Salime Leyla Gürkan DİA.

[7]Ahmed b. Hanbel, Müsned V. S. 266. İstanbul 1982.

[8]Ayetin metninde geçen  Zikir, Allah’ın indirdiği kitap; ehl-i zikir de o kitapta uzmanlaşmış kişi demektir.

[9]Üzeyir- Baki Adam DİA.

[10]Ahmed b. Muhammed es-Sa’lebî en-Nîsâbûrî El-Keşfv’el-beyân (Tefsîr’us-Sa’lebî), Tahkik, Muhammed b. Aşûr, tedkik, Nazîr es-Sâidî, Lübnan 1422/2002, c.II, s. 250. Hüseyn b. Mes’ud le-Beğavî (öl. 516 h.), Tefsîr’ul-Beğavî, tahkik edenler: Muhammed Abdullah en-Nemr, Osman Cum’aDamîriyye, Süleyman Müslim el-Harş Medine 1997/1417. c. I, s. 321.