Nebimizin Her Dediği Vahiy Midir?

Birçok insan, Kur’an’ı Kerim’de geçen:O, kendi arzusuna göre konuşmuyor. Konuştuğu o şey, kendisine yapılan vahiyden ibarettir.” (Necm 53/3-4) Ayetlerini delil göstermek suretiyle Nebimizin söylediği her şeyin bir vahiy olduğu kanaatine varıyor. Bu makalemizde bunun ne kadar doğru olup-olmadığı üzerinde durulacaktır.

Dini konularda bir iddianın doğru olup-olmadığını bilmek için okuduğumuz ayetlerin hem başındaki ve sonundaki ayetleri hem de konuyla ilgili diğer ayetleri birlikte okuyup anlamamız gerekir. Yani, Kur’an’ı, Kur’an[1] gibi okumalıyız. Çünkü Allah böyle emreder.[2] Bir yerde bir ayet gördüğümüz zaman Kur’an’ın başka bir yerinde o ayetin müteşabihini/benzerine de bakmalı ve birlikte okuyup anlamaya çalışmalıyız. Aksi halde ayeti eksik anlamaya ya da konuya yanlış bakmaya yol açmış oluruz.

Necm suresinin 3 ve 4. Ayetlerine göre Nebimizin her söylediğini vahiy olarak anlaya bilir miyiz?

Konuya ilgili ayetlerin başındaki ayet ile birlikte başlayalım:

مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى

“Arkadaşınız  doğru yoldan sapmadı, yanlış kurgulara da kapılmadı.

 وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى

O, kendi arzusuna göre konuşmuyor.

 إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى

Konuştuğu o şey, kendisine yapılan vahiyden ibarettir.” (Necm 53/2-4)

Bu ayetlerde kimden, neden bahsettiğini anlamak ve “vahiyden” neyin kastedildiğini bilmek için Kur’an’ın başka yerindeki buna müteşabih/benzer ayetlerin birkaçını örnek vermek istiyoruz:

إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ

Kur’an, kesinlikle değerli bir elçinin ilettiği sözüdür.

وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلًا مَا تُؤْمِنُونَ

O, bir şair sözü değildir. Ne kadar az inanıp güveniyorsunuz!

وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ

Bir kâhin sözü de değildir. Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz!

تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ

(Bu Kur’an) varlıkların Rabbi / Sahibi tarafından indirilmiştir. (Hakka 69/40-43)

Bu ayetleri birlikte okuduğumuz zaman konunun Allah tarafından indirilen vahiyden/Kur’an’dan bahsedildiği görülür. Resulullah, bir elçi olarak Allah’tan gelen vahyi Mekkelilere ulaştırmaya çalışıyor, onların müşrik olanları ise bunu kabul etmiyorlardı. Bu nedenle onun elçiliğine ve getirdiği kitaba hem kendilerinin hem de başkalarının inanmaması için: “Bu adam yoldan çıkmış! Kendinden neler uydurur? Delidir! Kahindir! Şairdir!” – diyorlardı.

Yüce Allah iftiralara cevap olarak elçisinin dili ile Necm suresinin 4. Ayetinde: “Konuştuğu o şey, kendisine yapılan vahiyden ibaret,” olduğunu söylediği gibi, Hâkka suresinin 41 ve 42: “O, bir şair sözü değildir. O, bir kâhin sözü değildir. O (Kur’an) varlıkların Rabbi / Sahibi tarafından indirilmiştir”, ayetlerinde de Nebimizin söylediklerinden vurgulanan şeyin Kur’an’dan ibaret olduğunu bildirmektedir.

Biz bunu bir başka müteşabih/benzer ayette de görmekteyiz:

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ

 لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ

“Biz ona (Muhammed’e) şiir öğretmedik; zaten gerekmezdi de. Ona öğrettiğimiz, bir zikirden /akılda tutulması gereken doğru bilgiden ve apaçık olan Kur’an’dan başka bir şey değildir.

Bu, hayatta olanları (Kur’an ile) uyarması, onu görmezlikten gelenlere de o sözün /cezalandırma sözünün hak olması içindir.” (Yasin 36/69-70).

Resulullah, bir elçi olarak -her ne kadar Mekkeliler hoşlanmasa da- ona vahiy edileni tebliğ etmekle mükelleftir. Bundan dolayı Rabbimiz elçisinin vazifesini şöyle açıklıyor:

“Benim görevim sadece, Allah’tan geleni, onun mesajlarını, ulaştırmaktır…” (Cin 72/23).

“De ki: “Ben sadece Rabbimden bana vahyedilene/Kur’an’a uyarım…” (Araf 7/203).

Bu gibi ayetlerden Nebimizin kendisi de kendi getirdiği vahye uymak ve insanlara da onu ulaştırmakla görevli olduğunu görmekteyiz. Çünkü Nebiler dahil herkes o vahiyden, Allah’ın gönderdiği kitaptan sorguya çekilecekler.[3]

Mekkeliler, Muhammed aleyhisselamı vahiy gelmeden önce “emin” bir şahsiyet olarak görürlerdi. Ne zaman ki Allahtan gelen vahyi onlara ulaştırmaya çalıştı, o zaman onu “yolunu şaşırmış, deli, şair ve kâhin” olarak görmeğe başladılar.

Şimdi “O, kendi arzusuna göre konuşmuyor. Konuştuğu o şey, kendisine yapılan vahiyden ibarettir.” Ayetinden sonra gelen ayeti gözden geçirelim. Ayet şöyle:

“Onu ona, pek güçlü olan (Cebrail) öğretti.” (Necm 53/5).

Neyi öğretti? Öğrettiği şey nedir? Aslında bu ayet, ilk ayetlerden başlayarak Resulullah’ın ne ile ilgili konuştuğunu net olarak göstermektedir. Allah’ın emri ve Cebrail aracılığı ile Resulullah’a vahiy/Kur’an öğretilmiş ve o da öğrendiğini insanlara ulaştırmıştır. Burada konu açık şekilde Kuran olduğu için, hiçbir alim bu konuda başka bir şey iddia etmemiştir.

Rabbimiz, bu surenin son ayetlerinden birinde de Resulullah’ın ulaştırmak istediği sözlerin Kurandan ibaret olduğunu bize şöyle bildirmektedir:

أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ

Yoksa bu sözden /Kur’an’dan dolayı hayrete mi düşüyorsunuz? (Necm 53/59).

Konuyla ilgili tüm âyetler Kur’an’ın, bir şair ya da kâhin sözü değil çok şerefli bir elçinin yani Cibrîl’in, Allah’tan alıp tebliğ ettiği bir söz yani Kur’an[4] olduğu bildirilmektedir. Ardından, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş olduğu teyit edilmekte, Rasulullah’ın onda herhangi bir tasarrufunun olamayacağı belirtilmektedir.

Eğer gelenekte iddia edildiği gibi Nebimizin her söylediğinin vahiy ürünü olduğu iddiası doğru olsaydı, onda onun herhangi mevzuda istişare etmesine, içtihat etmesine gerek kalmazdı.[5]

Bununla birlikte, Kur’an’da Nebimizin birçok yerde hata ettiğini ve uyarı[6] aldığını açıkça görmekteyiz:

– “Ey Nebî! Eşlerinin gönlünü kazanmak için Allah’ın sana helal kıldığını niçin haram kılıyorsun!” (Tahrim, 66/1)

-“Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana göre tam olarak ortaya çıkmadan, yalancıların kimler olduğunu da öğrenmeden onlara (savaşa katılmama konusunda) niçin izin verdin? (Tevbe, 9/43)

– “Hiçbir nebinin savaş alanında düşmanı etkisiz hale getirmeden esir alma hakkı yoktur! Siz, hemen elinize geçecek şeyler istiyorsunuz. Allah ise sonrasını istiyor. Allah daima üstün olan ve bütün kararları doğru olandır.

Allah’ın daha önce kayda geçmiş bir kararı olmasaydı aldığınız şeyden dolayı size büyük bir azap dokunurdu.” (Enfal, 8/67-68)

Aslında gelenekte bu tür hatalara düşülmesinin asıl sebebi, “Nebi ve Rasul” kavramlarının farkının bilinmemesidir.

Sahabe, Muhammed aleyhisselamın her sözünü vahiy olarak görmüş müdür?

Biz bir Müslüman olarak dinimizde bir şeyin doğru olup olmadığını bilmek için, ilk önce o şey hakkında “Allah ne diyor” diye, Onun kitabına bakmalıyız. Eğer orda bulamazsak, “Nebimiz bu konuda ne söylemiş ve ne yapmış?” diye, bakarız. Orda da olmazsa, onda kendi zekâ ve ferasetimizle onu öğrenmeye çalışırız. Bu usul aynı şekilde Nebimizin Yemen’e vali olarak gönderdiği Muaz b. Cebel arasında da geçer.[7]

Sahabeden herhangi birinin Muhammed aleyhisselamın her dediğinin vahiy olduğunu rivayet etmesi bir yana dursun, böyle bir şeyi hiç akıllarından geçirmediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.[8] Çünkü onlar Kur’an’ı ve Muhammed aleyhisselamı gerçek yönleri ile tanıyan ve her birini yerine göre değerlendirmeyi başaran şahıslar idi.

Sahabe, Muhammed aleyhisselamdan bir şey duyduğu zaman: “Bu senin kendi sözün mü yoksa Allahtan gelen vahiy midir?” diye, sorarlardı. Bunu onlardan gelen rivayetlerden de görmek mümkündür:

Bedir Savaşında, Resulullah (a.s) yer tespitinde bulunuyordu. Askerlerin Bedir kuyuları önünde konuşlanmalarını istedi. Sahabeden Hubab b. Münzir dedi ki;

– Ya Resulallah! Ordunun buraya konuşlanması senin fikrin mi, yoksa bu konuda sana vahiy mi geldi? Bu Allah’ın emri mi?

Resulullah (a.s):

– Hayır bu benim fikrimdir, buyurdu.

– Öyleyse Ya Resulallah buraya yağmur yağdığı zaman ayaklarımız yer tutmaz, çamur olur. Kuyuların arka taraflarına konaklarsak orası daha uygun olur. Ayağımız yer tutar. Mealinde fikrini beyan etti.

Bunun üzerine Nebimiz Münzir’in teklifini kabul etti. Ve ordu Bedir kuyularının arkalarına konuşlandı.”[9]

Artık nebi ona “Siz bana nasıl itiraz edersiniz. Ben ne dersem o olacak.’ diye bir şey söylemedi.

Hatta sahabe, Nebimizin bir tavsiyede şöyle bir hata ettiğini nakletmektedir:

Talha b. Ubeydullah anlatıyor:“Resulullah ile birlikte hurmalıklarının başında bulunan bir topluluğa uğradım. Allah’ın Resulü (a.s), ‘Bunlar böyle ne yapıyorlar?’ dedi. Onlar da çiçeğin erkeğini dişininkine aktarmak suretiyle aşılama yaptıklarını söylediler. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz, ‘Bunun bir fayda sağlayacağını zannetmiyorum.’ buyurdular. (Aşılamayla uğraşan kişiler) Resûlullah’ın bu haberini alınca yapmakta oldukları işi terk ettiler. Sonra (onların aşılamayı) terk ettikleri haberi Resûlullah’a ulaştırılınca şöyle buyurdu: ‘Bu, onlara bir fayda temin ediyorsa, bunu yapsınlar. Ben sadece bir zannımı (kanaatimi) ifade ettim, beni zannımdan dolayı muaheze etmeyin. Ancak size Allah adına konuştuğumda onu alınız/tutunuz, zira ben O’na asla yalan isnat etmem.’”[10]

Şimdi bunun gibi birçok hadisi Muhammed aleyhisselama gelen gayri-metluv bir vahiy olarak görürsek burada hatalı olanın, vahiy olduğunu söylememiz gerekir ki hiçbir Müslüman böyle bir şey söyleyemez!

Bir de Muhammed aleyhisselamın kendi sözleri de vahiy olarak kabul edilirse bu kadar önemli bir şeyin yazılmasına sahabe neden karşı çıkmıştır? Kur’an’ın Allah tarafından korunacağını sahabe bilmiyordu mu ki, Onun hadislerle karışacağından korktular ve yazmadılar.

Sahabenin, Muhammed aleyhisselamın Allah’ın elçisi olduğuna inanmaları, onun sadece “Ben Allah’ın elçisiyim” demesi ve onların da: “Evet! Sen Allah’ın elçisisin!” diye, kabul etmesiyle değil, Kur’an’ın Muhammed aleyhisselamın kendi sözü olmadığını ve bizzat Allah’ın sözü olduğunu anlamaları ile birlikte olmuştur.

Bu konuda müfessirlerin büyük çoğunluğunun görüşü de ayette bildirildiği gibi: “Konuştuğu o şey, kendisine yapılan vahiyden yani Kur’an’dan ibaret” olduğu yönündedir. Mesela Kurtubi tefsirinde Katadenin şöyle dediğini nakleder: “O, Kur’an’ı kendi hevasından söylemez.” (Necm 53/4). Yani Onun söyledikleri onun şahsi keyfi görüşü değildir.[11]

Hal böyleyken,

Necm 4. Ayetinde söylenen: “Konuştuğu o şey, kendisine yapılan vahiyden ibarettir.” İbaresinden Nebimizin her söylediğinin ve yaptıklarının aynı zamanda vahiy-gayri metluv olduğu sonucunu çıkarmak, insanlarda böyle bir Nebi algısı yaratmak, onu ilahlaştırmaya ve şirke varan bir günaha yönlendirmeye çalışmaktır.

Sonuç olarak, Necm sûresinin ilgili âyetlerinin, Mekke’de Rasûlullah’a yöneltilen çeşitli iddia ve ithamlara cevap niteliğinde olduğu görülür. Ayetlerde Resulullahın Kur’an’ı uydurmadığı, başkalarından öğrenmediği, bir deli ya da şair olmadığı, cinlerin etkisinde kalmadığı, söylediği şeylerin kendisine indirilen vahiy/Kur’an olduğu bildirilir. Dolayısıyla, bu ve diğer ayetlerde Resulullah’ın Kur’an dışı bir vahiyle konuştuğunu, onun her sözünün vahiy olduğunu ileri sürmek hem Allah’a hem de elçisine iftira etmekten başka bir şey değildir.

Aydın Mülayim

————————————————–

[1] Kuran “okumak” anlamına geldiği gibi, “toplamak” anlamına da gelir. Bir şeyi ya da bir mevzunu doğru anlamak için o mevzuda geçen ayetleri birlikte Kuran şeklinde okumalıyız.  “Şurası bir gerçek ki, biz onlara, inanan ve güvenen topluluğa rehber ve ikram olması için bir ilme göre, ayrıntılı olarak açıkladığımız bir Kitap getirdik.” (Araf 7/52)

[2] Bkz. İsra 17/106; Kıyamet 75/17-18.

[3] Bkz. Zuhruf 43/43-44.

[4] Bkz. Fahruddin Razi, “Tefsir-i Kebir” Necm suresinin tefsiri, c.11.

[5] Bkz: Ali İmran 3/159; Yunus 10/94-95.

[6] Bkz: Abese 80/1-10.

[7] Resulullah, Muaz b. Cebeli Yemene kadı olarak gönderdiği zaman ona: “Ne ile hükmedeceksin:” diye, sorar. Muaz: “Allahın kitabıyla” diye cevap verir. Eğer onda bulamazsan? “Onda Allahın elçisinin uygulamalarına bakacağım” der. Orda da bulamazsan? Muaz: “Onda kendi kanaatimle hareket edeceğim” der. Bu cevabından memnun kalan Allahın elçisi Allaha hamd etti (Ebu Davud “Akziye”, 11; Tirmizi, “Ahkam”, 3).

[8] Bunu Kuranda Nebi ve sahabe arasında geçen konulardan, rivayetlerden ve tarihi verilerden de görmek mümkündür.

[9] Bkz. Zeynî Dahlan, es-Sîretu’n-nebeviye, 1/196.

[10] Müslim, Fedail,139; İbn Hanbel, 1/162; İbn Mace, Ruhûn, 15.

[11] Kurtubi, “Tefsirul Kuranil Azim”, Necm suresi tefsiri, c. 17.