Dini Bilginin Kültürel Anlamda Oluşum Süreci

Din, Dini Bilginin Kültürel Anlamda Oluşum Süreci Ve Bunun

Hayata Yansımaları

İnsan

İnsanın birçok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlar insanı ve insanın belirli özelliklerini ifade etmeye dayalıdır. İnsanın, yaratılışı ve yaratılışındaki diğer varlıklara göre benzerliği ve farklılığı, insanların sahip olduğu inançları, felsefi görüşleri, kısaca kültürel donanımlarına göre benzeri veya birbirinden uzak tanım ve anlayışları ortaya çıkarmaktadır. Ontolojik açıdan değerlendirdiğimizde bazı uc görüşlerin dışında insanın varlığı, insanın biyolojik ve fizyalojik yönüyle beraber ruhi-manevi, düşünebilen, toplumsal özelliği ortak tanımlarda yer almaktadır.

İnsanın toplumsal bir varlık oluşu

İnsan dünyaya geldiğinde kendisini aynı zamanda toplumsal bir yapı içersinde bulur. Bu toplumsal yapı hayatın bir gereği (sünnetu’llah=kader=toplum kanunu=birlikte yaşama zorunluluğu) bir kültür yapısına da sahiptir. Dolayısıyla insan kendini bir kültür içersinde bulur ve onunla şekillenmeye başlar. Aynı zamanda bireyler bu kültürle donanarak toplumun şuurlu bireyleri olurlar.

Toplumlar karşılaştıkları zorlukları kültürel yapılarının gerçekçi (realist) oluşu, bu kültürel yapının zamanın şartlarına göre kendini yenileyebilmesi, ahlâkiliği, iç ve dış olumsuz etkenlere karşı kültürün mukavemet gücü, toplumun varlığını korur ve varlığını sürdürmesini sağlar.

Toplumsal yapıda din=inanç

Toplumu oluşturan kültürel yapının dayandığı en büyük dayanaklardan biri o toplumun inanç dünyası yani dinidir.

Bu anlamda toplumlar arası mücadeleyi dinler=inançlar arası mücadele olarak da görebiliriz. Din ve dini hayat insanla var olduğuna göre, insanlık tarihi kadar eski olup o kültür dünyasının omurgasını oluşturur. Medeniyetler tarihi dediğimiz husus aynı zamanda, dini hayat algılarının yaşama yansıması ve zaman içinde değişik yansımalarının tezahürü olarak hayatta yer alması sürecidir.

Kültürel yapının dinamizmi

Kültürel yapı bir organizma gibi canlı olup, dış etkenlerden olumlu veya olumsuz anlamda etkilenen bir özelliğe de sahiptir. Aynı zamanda üst kültürel yapının en büyük öğesi olan din ve dini hayatta bu etkilenmeyle karşı karşıyadır. Dinler tarihi aynı zamanda bu şürecin tarihidir.

Kültürel yapının hayatımıza yansımaları ve bu yansımaların hayatımızın vazgeçilmezleri olarak hayatımızda yer bulmasını “değerler” kavramıyla ifade ederiz.

Kültür, değer, din gibi kavramlar insanda ve insanla söz konusu olduğuna ve insanda etkiye açık bir varlık olduğuna göre, aynı zamanda bu kavramlar da doğal olarak etkileşim sürecine açık kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsan yaratılmışların en şereflisi (eşref-i mahlukat) mi?

İnsanın Allah’ın varlığına delil kılınışı

Bize (İslâm’a) göre insan yaratılışı itibariyle, her şeyin yaratılışında olduğu gibi mükemmel bir varlıktır. Yaygın olarak bilinen “yaratılmışların en şereflisi (eşref-i mahlukat)” olmayıp, diğer yaratılmışlar gibi yaratılmışlık anlamında mükemmel bir yaratılışa sahiptir. Bu anlamda Yüce Allah, insanın kendisini ve insan dışındaki tüm varlıkları varlığına delil kılmıştır.

“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”  İsra:70

“Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah’ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?” Zâriyât:20-21

“Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır.” Câsiye:4

“….Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz…..”Mâide:18

“O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” Furkan:2

“Siz ölü iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara: 28)

“Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı, ki onu Allah bina etti.” Nâziât:27

İnsanın yaratılışındaki mükemmeliyet

“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” Tîn:4

“Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının) delillerindendir. Sonra siz, (her tarafa) yayılan insanlar oluverdiniz. Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” Rum:20-21

“Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” (Mu’minû: 12-14)

“O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne de az şükrediyorsunuz!” (Mu’minûn: 78)

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”  Rum: 22

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”Hucurât: 13

“Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?”  Beled:  8,10

Dini Hayatımız

Her toplumda olduğu gibi dini hayatımızla ilgili bilgilerimiz, bizlerde de iki şekilde oluşmakta ve dini hayatımız ona göre şekillenmektedir.

Bunlardan ilki kültürel yapının bize aktarımıyla. Dünyaya gelişimimizle beraber kültürel bir yapının içinde kendimizi buluyor, bu ortamın diğer unsurlarıyla beraber dini anlayışlarını da öğreniyor ve hayatımızı ona göre şekillendirmeye çalışıyoruz. Özellikle taklitçiliğin esas olduğu küçük yaşlarda edindiğimiz dini anlayışlar hayatımızda yer etmeye başlıyor. Aile ortamıyla beraber, komşu, mahalle, köy, şehir dış çevre ilişkileri, cami, okul gibi sosyal amaçlı yapılar, iletişim araçları, tecrübelerimiz diğer alanlarda olduğu gibi dini algılarımızın, dini yaşamamızın şekillenmesinde etkin roller oynuyor. Tabiî ki toplumun bu kültürel aktarımında doğrularla beraber yanlışlar, düzeltilmesi gerekenler, dinin aslına dönüşmüş yanlış anlayışlar, algılar ve tutumlar.

Yukarıda belirttiğimiz gibi kültürlerin doğal olarak başka kültürlerden bir şekilde etkilenmesi söz konusu. Bu anlamda dini düşünce, dini yorumlar ve bazı dini gibi algılanan şeyler, dinin kendi buyruğunda olmayan bazı anlayış ve ritüeller, zamanla dinin gereği gibi algılanabiliyor. Böyle bir durumda kültürel dini aktarımlar dindarlığın gereğine dönüşebiliyor.

Üniversite mezunu olup da (kınama amaçlı olmayıp bir gerçeğin ifadesi) anam rahmetli derdi, şöyle duymuştum; örneğin, Ramazan Ayı ile ilgili rahmetli büyüklerimiz derdi ki, bu ayda kurt kuş oruç tutar.  Ölünün arkasında mevlit okutmassam azap çeker, mevlit okutunca da aile olarak büyük huzur duyarlar. Kandil geceleri kandil simitleri veya tatlıları, mezarlığa gelenlere ekmek-helva dağıtmak. Allah evrenin sahibidir bu konuda asla şüphem yok, zaten Müslümanlığın gereği, tatavvu olarak da düzenli ibadet ederim, bununla beraber Gavs veya Kutb’un manevi gücü her zaman benimle beraber, üçler, yediler, kırklar kutba bağlı görevdedirler. Onlar darda kalanlara yardım ederler. Büyük gavsların himmetine sığınır benim hallerime vakıf olduklarını bilir bana himmet edeceklerine itikadım tamdır. Bu kitap (…….) Kur’an’ın alındığı yerden alınmıştır, falanca büyük zat değişik bedenlerde sık sık gelir……….gibi görüşler hiçte yabana atılmayacak kadar taraftara sahip olduklarını görüyoruz.

Ne hikmetse bunlar deprem gibi afetleri ne önceden haber verebilirler ne de önleyebilirler, nede mayınlı tuzakları önceden haber vererek can kayıplarını önleyebilirler. Ama onlara bu eleştirileri getirenlere  (manen) zarar verebilirler!?. Sen büyüklerimizden daha mı müttakisin, onlardan daha mı çok bileceksin…….vs. .           Bunların sıradan Müslümanlardan öte değişik kariyerlere sahip kişilerinde, bu düşüncelerin yayıcıları ve taraftarları olduğunu, bazı TV kanallarını işgal ettiklerini görüyoruz. Bunlar din ve dindarlık adına söylenenlerden bazıları.

Birde; din sadece bir vicdan meselesi olduğunu söyleyip de, dini (İslâm’ı) buna karıştırmayın, din işi başka devlet işi başka. Benim kalbim temiz, bunlar Arap gelenekleri, oooooo din (İslâm) buna da karışır mı? Din çağdaşlaşmanın, gelişmenin önünde (benim dedem de hacı ama) en büyük engeldir. Dinimiz çok güzel ama bazı yasak ve emirleri günümüze uyarlamalıyız (mesela ünlü bir siyasetçinin 300 küsür âyetin hükmü kalkmıştır demesi)……..gibi bunun ve buna benzer sözleri çok duyar, okur ve dinleriz.

Yukarıdaki anlayışların ve gerekçelerin oluşmasına maalesef haklı gösterecek bir İslâm dünyası sosyal yapısı mevcut. Bu yapı ve anlayışlar İSLÂM’DAN gerektiği gibi yararlanamama sonucunu doğurmaktadır. Sürekli dış müdahalelere açık bir İslâm (Müslüman) fikriyatı=düşüncesi ve coğrafyası, üretim, paylaşım, yönetim, denetim (demokrasi) anlamından sıkıntılı bir İslâm coğrafyası. Teknik, teknoloji, bilim, üretim, paylaşım, yardım (hani veren el alan elden üstündü), her türlü sıkıntılara karşı hazırlıklı, hakkın, adaletin, insan haklarının, barışın savunucuları olmalarında öte, sorunlu bir İslâm dünyası.

Sorgulama

Pekala, İslâm’ın Müslümanlara sunduğu barış, esenlik, huzur dünyası bu mu? Burada bir paradoks yok mu? Bu yapıyı sorgulamayalım mı? Hani İslâm’i duyarlılık ve İslâm’i şahsiyet. Azıcık bir yorum farkı getiriyorsun, hemen “şaşırmış”, “kâfir” damgası yiyorsun. Yahu kâfirimse kâfir (tövbe tövbe), sana ne. Ne zamandan beri iyi niyetle, sorgulama, eleştirme veya farklı görüş kâfirlik oldu.  “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.”Kasas: 77. Allah bile kendi varlığı konusunda bizleri düşünmeye davet ediyor: “Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi? Şimdi bana, ektiğinizi haber verin. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız. Ya içtiğiniz suya ne dersiniz? Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi? Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi, onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattık. Öyleyse ulu Rabbinin adını tesbih et.”  Vâkıa:57-63,64,65-68,69,70,71,72,73,74, Eğer yerde, göklerde Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de (yer de, gök de) bozulup gitmişti. Arş’ın sâhibi Allâh, onların nitelendirmelerinden yüce(münezzeh)dir.” Enbiya:22. Hüsnü niyetle sorgulamayan, eleştirmeyen bir toplum fikir, düşünce üretebilir mi? Kur’an’ da “düşünmüyor musunuz, akletmiyor musunuz” gibi âyet-i celile’ler Müslümanları ilgilendirmiyor mu? Onun için koca İslâm dünyası tüketen, ellerindeki zenginlikleri kullanamayan, kendi insanına karşı horoz, başkalarına karşı (sanayileşmiş ülkelere karşı) kuzu, haksız olarak despotça edindikleri mallarının güvenliliğini kendi ülkelerinde değil gayri müslim ülkelerde garantide görerek buralara taşımıyorlar mı? Hani mala bu kadar tamah Karunlaşmaktı. Suud Kralı, Arap Bahar devrimi olarak nitelenen gelişmelere karşı, galiba sıra bize de geliyor diye halka kesenin ağzını açmadı mı? (Basında çıkan haber). Sesinizi çıkarmayın, yani topluma hak, adalet, yönetimde halkın iradesi, denetlenebilir şeffaf bir yönetimi oluşturacakları yerde. Gel bunun adına da İslâm yönetimi, İslâm şeriatı, de. Oh ne güzel.

İslâm dünyası hepten batmış da demiyorum ama bir sıkıntının olduğu da orta da. Peki bundan kurtulmanın, kendimize ve insanlığa daha da faydalı olmanın (tebliğ ve salih amel anlamında) yolu nereden geçmektedir.

Bu yapının sorgulanmasından, bilimsel eleştiriden, bilimsel eleştirilere kulak verilmesinden, okumaktan, yönetim ve bilim anlamında kast’lar, ruhbanlar oluşturmamaktan, ahlâkilikten, heyecandan….. geçiyor. Genç bilim adamı bir şey geliştiriyor ya hoca’sının hışmına uğruyor yada üniversitesinden dışlanıyor. Arge olarak bir projede çalışıyor görünüyor, unvanını kullanarak daha kabiliyetli ve ilgili alt unvandakilerin önünü kapatıyor……… Bunun adı da bilimsel çalışma oluyor (Hakkını veren ilim kuruluşlarını ve bilim adamlarımızı tenzih ederim.). Onun için diğer konularda olduğu gibi dini konularda da geçmiş âlimlerimizin seviyesine ulaşılamaz, bunlar eleştirilemez, görüşleri son noktadır.

Yani bu iş mi! Ben burada geçmişimizi atalım falan demiyorum. Geçmiş olmazsa zaten geleceğe bakamayız. Ben burada geçmişe takılıp kalmaktan, sürekli geçmişimizle övünmekten, sürekli geçmişe bakmaktan önümüzü göremediğimizi ifade etmek istiyorum. Sürekli geriye bakan biri ne kadar sağlıklı ilerleyebilir ki. Mimar Sinan Ayasofya’ya payandayı şöyle vurdu, Süleymaniye camisini, falanca köprüyü, falanca külliyiyi… şöyle statik hesaplara göre yaptı, Fatih açtığı üniversiteye torpilsiz imtihana girerek kayıt oldu, bilim adamlarını topladı…….. ne güzel. Pekâlâ şimdi? Bir tabi afette sonucu görüyoruz. Yaptığımız; övündüğümüz değerleri de yıpratmaktan öte geçmiyor.

“İki günü eşit olan ziyandadır” peygamber uyarısı bizi ilgilendirmiyor mu!

Kur’an’la formatlanmak

Genel din algımız kültür (gelenek, görenek, duydum-ettim, ……vs.) kaynaklı. Kur’an’ın, eğitim içinde tetkik edilerek incelenmesi ne kadar ki. Belkide Kur’an’a hiç sıra gelmiyor. Yani bu KUR’AN ne diyor, bunu anlayalım, anlamaya çalışalım yerine, anlaşılmışları (kültürel planda) anlamaya çalışıyor veya dinin emri diye bunları öğreniyor ve öğretiyoruz.

Din (İslâm) anlayışımızın ve algımızın KUR’AN’IN testine vurulması gerektiğini söylüyorum. Çünkü mevcut yapı birilerini (genel anlamda) ulaşılamaz hale getiriyor. Dindarlık adına (insan-ı kamil, mübarek zat, ömür uzar mı-kısalır mı, kader, rızık, keramet, evliya, evlenme aynı zamanda kişiler arası bir akit iken, akitle ilgili Kur’an’ın en uzun âyeti akit hakkındayken, biz halen yoldan geçerken yakaladığımız iki kişinin sözlü şehadetiyle din adına nikahın olduğunu, üçten dokuza dedikten sonra artık nikahın bittiğini din adına söylemiyor muyuz.  Bireysel ve sosyal yapıda nerede müslümanca tavır…. gibi) dinle (İslam’la) alakası olmayan, hatta bazen İslam’ın reddettiği görüşler dinin (İslam’ın) yerine oturuyor.

Gelin, virüsten çalışmakta zorlanan bilgisayarımızı nasıl formatlayarak rahat kullanır hale getiriyorsak, diğer alanlarla beraber dini algımızı ve dini dünyamızı KUR’AN’LA formatlayarak kendimizi yenileyelim.“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” Nîsâ:136. Bu konuda çalışanlara, fikri olanları cesaretlendirelim, destekleyelim. Bilelim ki her türlü gerileme, duraklama, çöküş, diriliş, ilerleme… insan eğlemlerine bağlıdır.

Çalışmak, çaba ve gayret göstermek

“Ve insana ancak çalışıp çabaladığı vardır.” Necm:39.

“Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder.”  Şûra: 30.

“Allah yolunda harcama yapın/nimetleri paylaşın; kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Güzel düşünüp güzel işler yapın. Çünkü Allah, güzellik sergileyenleri sever.” Bakara:195.

“İnsanların kendi işledikleri sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı sonuçlarını onlara tattıracaktır.”  Rum:41.

Bunun aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olduğunu ve Peygamberimizin: “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz” uyarısını unutmayalım.

Hatada (yanlışlıkta) israr etmemek

Hatalarında israr etmeyenler, hatalarını görüp düzeltenler fert ve toplum olarak mükafatlandırılacağı unutulmamalıdır:

“Tevbe edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar başka. Onların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul ederim, ikramım boldur.” (Bakara 2/160)

“Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” Enam: 54.

“Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Nisa: 17.

“Rabbiniz içinizde olanları daha iyi bilir; eğer siz iyi kimseler iseniz, şüphesiz ki O, çok tövbe edenleri bağışlayıcıdır.” İsra: 25.

“O, kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.” Şûrâ: 25

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.” Bakara: 128

“….Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.” Mü’min: 7.

“Hâlâ mı Allah’a tövbe etmezler ve O’ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Mâide: 74.

Selâm-karşılanma, büyük kurtuluş ve dua

Gelin tekrar tekrar KUR’AN-I KERİM’le tanış olalım ve Allah’ın müjdesine mazhar olmaya gayret edelim:

“Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin! “Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var.” Fussilet: 30-32.

“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: “Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi ebedî kalmak üzere buraya girin.”Zümer: 73.

“Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır).” Yâsîn: 58.

“İman edip salih amel işleyenler var ya, onları içinden ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir!” Ankebut: 58.

“Mü’min erkeklerle mü’min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir: “Bugün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan, ebedî olarak kalacağınız cennetlerdir.” İşte bu büyük başarıdır.”Hadid: 12.

“Ne mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir! Ancak iman edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar cennet köşklerinde güven içindedirler.” Sebe.37.

“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler va’detti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.” Tövbe: 72.

“İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selâmla karşılanacaklardır.” Furkan: 75.

Allah’ım, hatalarımızı görmeyi, istikamet üzeri olmayı, vaat edilen mükafatlarla karşılaşmayı, bizlere, neslimize nasip eyle, ölmüşlerimize rahmetinle muamele eyle. Darda kalan mü’min kullarına imdat eyle, bizleri her türlü yanlış ve sıkıntılardan muhafaza eyle, Sen bizim SIĞINAĞIMISSIN, MEVLAMIZSIN ALLAH’IM. Amin!

Savaş ÖREN