Tefsirciler Nasıl Tarihselci Oldu?

Son zamanlarda sıklıkla gündeme gelen tarihselcilik akımının özellikle tefsirciler arasında yaygınlaşması, bu konudaki duygu ve düşüncelerimi paylaşmak için bir neden oldu. Tarihselciliğin ortaya çıkış nedenleri arasında “Kur’an kitap mı hitap mı?” sorusu da yer almaktadır. Zira hitap denildiğinde ayetler genelde indiği dönemle ilişkilendirilmekte ve günümüzle bağlantısı kopartılmaktadır. Halbuki Kur’an’daki anlatılar, o dönemdeki insanları muhatap alsa da konuları itibariyle tüm zamanlara hitap etmekte ve içerdiği hükümler evrensel olmaktadır. Allah Teala indirdiği vahyi “İşte (beklenen) o Kitap! Onda hiçbir şüphe yoktur”[1] diyerek kitap olarak isimlendirmekte ve onun gerek Levh-i Mahfuz’da gerekse öncekilerin kitaplarında olması, onun yazılı olduğunu vurgulamaktadır.[2] Birçok ayette Allah kitapla birlikte hikmetten bahsetmektedir. Hikmetten söz ederken de bize onun vahy edildiğini, verildiğini, indirildiği ve öğretildiğini anlatmaktadır.[3] Hatta bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Allah hikmeti, gereğini yapana verir; kime hikmet verilirse ona çok hayırlı bir şey verilmiştir. Bu bilgiye (hikmete) aklı selim sahiplerinden başkası ulaşamaz”.[4] Hükümle aynı kökten gelen ve çeşit bildiren mastar formundaki hikmet kelimesinin anlamı, doğru hükümdür. Allah Resulünün hadisleri, geleneksel deyişle onun sünneti onun kitaptan çıkardığı hükümlerdir. Bu yüzden bazen hikmet yerine, hüküm kelimesi kullanılmıştır.[5] Hikmet aynı zamanda Kur’an’ı anlama usulüdür. Bir konuda hüküm içeren ayetler benzerleriyle (muhkem ve müteşabihler) bir araya getirilince iki ve katlarından oluşan ikişerli bir sistem (mesani) oluşur ve hüküm detaylarıyla birlikte ortaya çıkar.[6] Çünkü Allah ayetlerini muhkem kıldıktan sonra kendisi detaylı bir şekilde açıklamıştır.[7] Hüküm çıkarılırken Arapça Kur’an üzerinde bilenler topluluğu ile birlikte çalışma yapılmalıdır.[8] Rabbimiz indirdiği kitaba bazı ayetlerde[9] Arapça Kur’an derken iki ayette[10] Arapça kitap, bir ayette[11] de Arapça hüküm demektedir. Ayrıca bir ayette[12] Cebrail tarafından Muhammed aleyhisselamın kalbine indirilen vahyin açık Arapça dilinde olduğu belirtilirken diğer bir ayette[13] yine Kur’an’ın açık Arapça dilinde olduğuna dikkat çekilmektedir. Vahyin insanlara açıkça anlatılabilmesi için onların diliyle gönderilmesi gerekir. İlgili ayet şöyledir: “Biz her elçiyi /kitabı ancak kendi halkının diliyle gönderdik ki o rasûl onlara açık açık anlatsın”.[14] İşte bu ve benzeri ayetlerden Kur’an’ın kitap olduğunu anlıyoruz. Peki, Kur’an hitap mıdır? Evet, Kur’an diğer açıdan hitaptır. Allah Teala kitabında kullarına hitap etmekte, hayatın içinden örnekler vermekte, geçmişten, bugünden ve gelecekten bahsetmektedir. Kur’an hayatımızın her alanına dair bizimle konuşmakta, bize nasihat etmekte, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaktadır. Üzüldüğümüzde bizi teselli etmesi, hak hukuk davalarını anlatması, örneğin yanılmayalım diye mirası nasıl paylaşacağımıza dair detay vermesi de bir başka inceliğe işaret etmektedir. Ayrıca yaratılış, yeniden diriliş, hayat, ölüm, dünya, ahiret, yer, gök gibi daha nice nice konulara değinmektedir.

Tarihselcilik, Kur’an’ın ve İslami hükümlerin tarihin bir döneminde kaldığını ve o zamanın toplumuna hitap ettiğini, günümüzde bunların uygulanmasının mümkün olmadığını iddia eden görüştür. Örneğin mirasta erkek ve kız çocuğun payının ikili birli olması, bir erkeğin dörde kadar eş alabilmesi, faizin her çeşidinin kesin olarak yasaklanması vb. konular bunlardan bazılarıdır. Tefsircilerin Kur’an’ı anlamaya çalışırken ayetlerin indirildiği şartları göz önünde bulundurması ise “tarihselcilik”ten farklı ve dikkate alınması gereken bir durumdur.

“Tefsirciler nasıl tarihselci oldu” sorusuyla toplumda bu yönde bir eğilim olduğu gerçeğine ışık tutmak istedim. Tabii ki bütün tefsircilerin tarihselci olduğunu söylemek doğru değildir. Ancak önceleri “Kur’an tarihseldir” görüşünü benimseyenlerin sayısı az olsa da günümüzde bu sayı giderek artmakta ve çeşitlenmektedir. Bu değişimi, konuya dair görüş bildirenlerin söz ve yazılarında görmekteyiz. Bu yazının amacı ne tefsircileri tarihselci diye yaftalamak ne de tarihselcilerin hepsini aynı kefeye koymaktır. Amaç, sadece bu noktaya nasıl gelindiğini tespit etmeye çalışmak ve olması muhtemel sonuçları ortaya koymaktır. Çünkü biz Müslümanların her çeşit düşünceye sahip insanla birlikte yaşamayı ve diyalog kurmayı bilmesi, İslam’ın temel öğretilerinden biridir. Bunu böyle söylüyorum ama maalesef bu da bazı müslümanlar tarafından bilinmiyor. Bu durum aslında Kur’an’dan ve onu anlatmaktan ne kadar uzak olduğumuzu bize bir daha hatırlatmaktadır. 

Tarihselciliğin Sebep ve Sonuçları

Tarihselci olmanın birçok sebebi olabilir, fakat benim önemli gördüğüm için üzerinde durmak istediğim husus, geleneksel bilgilerin yanlış olanlarının sanki Kur’an’ın hükmüymüş gibi algılanması veya Kur’an’ın hükmü olmayan, beşer tarafından ileri sürülen ve çözüm getirmesi bir tarafa problem çıkaran bilgilerin din olarak bize sunulmasıdır. Gelenekçiler, doğrusuyla yanlışıyla kendilerine aktarılan bilgilere genel olarak sahip çıkarken tarihselcilerin çoğu bunları kendi düşünceleri doğrultusunda kullanmaktadır. İşin üzücü tarafı, bu sebepler fark edilsin ya da edilmesin sonuçta Kur’an’ın günümüzde uygulanamayacağı söylenilerek Allah’ın kitabı tarihe gömülüp devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Araştırıldığında İslam diye anlatılan birçok şeyin aslında Kur’an’a dayanmadığı görülmektedir. Örneğin dinden çıkanın öldürülmesi Kur’an’da olmadığı gibi tam tersi onlara tövbe hakkı verilmiştir[15]. Üç talakla erkeğin karısını boşaması da boşama hakkında özel olarak indirilen Talak suresine aykırı bir durumdur. Küçüklerin evlendirilmesine de imkân verecek bir ayet bulunması şöyle dursun evlilik için buluğ ile birlikte rüşt şartı getirilmiştir[16]. Mümkün olmamasına rağmen geleneğin küçük kızların evlendirilebileceğine delil getirdiği ayetin daha sonra modernistler tarafından “artık bu çağda uygulanamaz” denilerek hükmün iptal edilmesi ise çok açık bir çelişki oluşturmaktadır. Zaten böyle bir delil söz konusu değildi! Bunlardan başka daha nice örnekler verilebilir. Detayına girmediğim bu örnekler gibi pek çok mesele hikmet metoduyla Kur’an’dan hareket edilerek aklı selim ile okunursa problem olmaktan çıkacaktır. Ayrıca son Nebî Muhammed aleyhisselâmın[17] ve ona indirilen vahyin yani Kur’an’ın önceki nebiler ve kitaplarla ilişkisinin doğru bir zemine oturtulamamasının da bu kaymada çok büyük payı olduğunu düşünüyorum. Halbuki elimizdeki kitap öncekilerin yanında olanı bir taraftan tasdik ederken diğer taraftan açıklamakta[18] ve bu tasdik hem elçi hem de kitap üzerinden anlatılmaktadır.[19] Aslında bütün ilahi mesajlar bir öncekini tasdik etmekte, son elçi de önceki elçileri tasdik etmektedir.[20]  Bu açıdan son kitapta yapılan şey, öncekilerin gizlediklerinin bir kısmının yok sayılması, bir kısmının da açığa çıkarılmasıdır.[21] Bu açığa çıkarma işi de ya aynısıyla ya da daha hayırlısıyla yapılmıştır. Nesih olarak adlandırılan bu eylem, önceki kitaplarda bulunan tüm konular için de geçerlidir.[22] Bir de Allah Nuh, İbrahim, Musa ve İsa aleyhisselâma ne görev yüklemiş ve Muhammed aleyhisselâma ne vahyetmiş ise onu bu dinin hükümleri yapmıştır.[23] Dolayısıyla Kur’an tasdik edici özelliğiyle bütün kitapların müheymini yani koruyucusudur, ancak her bir kitapta özel bir hüküm de bulunmaktadır.[24] Durum böyle iken Kur’an ayetleri indiği dönemin kültürünü yansıtıyor, o dönemde yaşayanlara hitap ediyor ve o zamanın dini inançlarından bahsediyor; bugün ise kültür, yaşantı ve inançlar farklı, bu nedenle ayetlerin hükümleri uyarlama yapılmadan olduğu gibi günümüze taşınamaz, denilebilir mi? Evet, Kur’an’ın o dönemin kültürünü yansıttığı ve o dönemin inanışlarından bahsettiği doğrudur. Ancak bu tasdik açısından böyledir, yoksa bugün geçersiz anlamında değildir. Eğer bir değişiklik yapıldıysa ya da kolaylık getirildiyse bu açıkça belirtilmektedir. O halde o zaman öyleymiş şimdi bu çağda uygulanamaz, diyebilir miyiz? O günden bugüne ne değişti Allah aşkına, yaratıcı mı, tabiat mı, insan mı? Teknoloji değişmiş olabilir ama insan iyisiyle kötüsüyle aynı insan, öyle değil mi? O halde mantıken de hükümlerin değişmesi için bir sebep yoktur.

Konunun daha somut anlaşılması için bu alanda delil getirilen örneklerden birini ele almak istiyorum. Bakara suresinde geçen aynı zamanda Kur’an’ın en uzun ayeti olan bir ayet, borçlanma meselesinde yapılması gerekenlerden bahsetmektedir.[25] Bu ayette borçların kayda geçirilmesi ve şahit getirilmesi istenmektedir. Buna dayanılarak şöyle bir iddiada bulunulmaktadır: O gün uygulanan şahidin yerini bugün fiş, fatura, senet vb. tutmaktadır veya ufak tefek alışverişler için her zaman yazmaya gerek yoktur, dolayısıyla o gün için gerekli olan bazı hükümler bugün geçerliliğini yitirmiştir. Bu gibi örneklerden hareketle “mirasta ikili birli taksim ve diğer mevzular çağdaş bir yaklaşımla ele alınmalıdır” denilmektedir. Borçlanma ayetine dönersek orada şahit tutmanın gündeme gelmesi ekstra bir tedbirdir. Zira ayette anlatılanlar, daha sağlam yol olarak gösterilmektedir. Zaten peşin yapılan ticaret için kayıt mecburiyeti de getirilmemiştir. Ayrıca alışverişte getirilmesi istenen şahit yazıyla belgelemeyi de kapsar. Çünkü onlar da hem alıcı hem de satıcı lehine şahitlik eder. Hele belge noter veya tapuda düzenleniyorsa şahit şartı zaten yerine gelmektedir. Bir de şahitlik sadece gözle görmek değil onu kesin bir şekilde bilmekle de olur. Yusuf aleyhisselâma atılan iftirada bilirkişilik yapan biri şahit olarak adlandırılmıştır.[26] Yine gerek borçlanma ayeti gerekse ondan sonraki rehin ayetinde öncelik hep yazıyla belgelemeye verilmiştir. Şahit istenmesi aslında biraz da işin ciddiyetini ifade etmekte, bir ihtilaf durumunda problemin çözümünü kolaylaştırmaktadır, bugün mümkünse daha koruyucu tedbirler de devreye sokulabilir, bunun ayetle çelişen bir tarafı yoktur. Netice olarak günümüzde bu ayetle amel etmeyi engelleyecek bir şey olmadığı gibi bu ayetin bugün için uygulanamayacağı düşünülen diğer mevzulara delil teşkil edecek bir yönü de yoktur.

Sonuçta Kur’an’a hikmet metoduyla yaklaşır ve Kur’an ile diğer kitaplar arasındaki tasdik ilişkisini dikkate alırsak hem Kur’an’daki doğru bilgilere ulaşmış hem de onun indiği dönemdeki dini inançlardan neden bahsedildiğini anlamış oluruz. Bir başka açıdan gelenekteki yanlış bilgilerin Kur’an’ın üzerini örtmesini engellemiş olur ve hükümlerinin evrensel olduğunu görebiliriz. Dolayısıyla Kur’an’ın hükümlerinin son insana kadar geçerli olmaması için hiçbir sebep yoktur. Öyleyse Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen ne olur? Allah’ın ifadesiyle gerçekleri örtmüş, yanlış yapmış ve yoldan çıkmış olur.[27] Peki böyle olursa ne olur, özgürce kendi iradesiyle karar vermiştir, hesabını da Allah’a verecektir.

Ayşe Ulya ÖZEK

_____________________________________________________________

[1] Bakara 2/1.

[2]  Şuara 26/196; Buruc 84/22.

[3] Bakara 2/129, 151, 231; Ali İmran 3/48, 81, 164; Nisa 4/54, 113; Maide 5/110; Cuma 62/2.

[4] Bakara 2/269.

[5] Al-i İmran 3/79; Enam 6/89.

[6] Al-i İmran 3/7; Zümer 39/23.

[7] Hud 11/1-2.

[8] Fussilet 41/3.

[9] Yusuf 12/2; Taha 20/113; Zümer 39/28; Fussilet 41/3; Şura 42/7; Zuhruf 43/3.

[10] Şuara 26/195; Ahkaf 46/12.

[11] Ra’d 13/37.

[12] Şuara 26/192-195.

[13] Nahl 16/103.

[14] İbrahim 14/4.

[15] Al-i İmran 3/86-89.

[16] Nisa 4/6.

[17] Ahzab 33/40.

[18] Yunus 10/37; Yusuf 12/111.

[19] Bakara 2/101; Al-i İmran 3/81.

[20] Enbiya 21/105; Saffat 37/37.

[21] Maide 5/15.

[22] Bakara 2/106.

[23] Şura 42/13.

[24] Maide 5/48.

[25] Bakara 2/282.

[26] Yusuf 12/26-27.

[27] Maide 5/44, 45, 47.