Dinin Kaynağını (mı) Tartışıyoruz?

BASIN BİLDİRİSİ

DİNİN KAYNAĞINI (MI) TARTIŞIYORUZ?

13.08.2011

Diyanet İşleri Başkanlığının, teravih tartışmaları ile ilgili olarak 12.08.2011 günü yaptığı açıklama vesilesiyle şu hususların tarafımızdan kamuoyuna arzı uygun bulunmuştur.

Bildiri, Ramazan’da teravih tartışmalarının ötesine taşmış, bazı ilahiyat fakültelerinde, sinsice yürürlüğe konan “İslam’ı Katolikleştirme” çabalarının Diyanet’i de etkilediğini göstermiştir. Bildirideki şu hususlar bunun işaretleridir:

1-   “İslam sadece Kitap ve Sünnete indirgenemez”

Bildiriye göre;

“Herhangi bir hususun İslâm’da olup olmadığını sadece metinlere indirgeyerek belirlemeye çalışmak, tarih boyunca varlığını arızî bir durum olarak sürdüren bir usul problemidir.”

Teravih tartışmaları Kur’ân ve Sünnet çerçevesinden yürütülmektedir. Bir şeyin İslam’da olup olmadığının bu metinlere göre belirleneceğinde ittifak vardır. Ancak bildirinin bu bölümü, Katoliklerin etkisi altında ortaya çıkan tarihselci söylemi yansıtmaktadır. Çünkü “Reformdan bu yana Hıristiyan inancı için yalnızca kutsal metinlerin temel oluşturabileceğini savunan Protestanlara karşı Katolik kilisesi, kutsal metinlerin vahiy geleneğinde özel bir yeri bulunduğunu kabul etmekle bir­likte geleneğin de aynı ölçüde bir vahiy kaynağı olduğunu vurgular.[1]”

Diyanetin bildirisinde de gelenek şu şekilde vurgulanmıştır:

“İslâm on beş asırlık bir inanç, tarih, kültür ve medeniyete sahiptir. Nelerin İslâm’da olup olmadığına karar verirken bu tarih, kültür ve medeniyet de mutlaka hesaba katılmak zorundadır. İslâm’ın temel bilgi kaynakları, Müslümanların tarihi tecrübesi ve yine Müslümanların geliştirdikleri bilgi metodolojisi her zaman kılavuz olmalıdır.”

2-   En yüksek karar organı iddiası

Bildiride bu iddia şöyle yer almıştır:

“Başkanlığımız milletimizin dinî hassasiyetini rencide edecek her türlü teşebbüsü yakından izlemekte, dinî konularda en yüksek karar organı olan Din İşleri Yüksek Kurulumuz halkımızı aydınlatmaya devam etmektedir.”

İslam’da dini konularda bir karar organı yoktur. Hele en yüksek karar organı hiç olmamıştır.

Katoliklerde episkoposlar Kilise’nin en yetkili kişileridir.[2] Kilisenin çobanları olan episkoposları dinleyen Mesih’i dinlemiş, onları reddeden Mesih’i ve Mesih’in gönderdiği kişiyi reddetmiş olur[3].

Bu sebeple bildiri, tamamen tarihi geleneğin etkisi altında, duygusal ögelerle bezenmiş ve o bilgilerin doğruluğu irdelenmemiştir. Hâlbuki Allah Teâlâ geleneğin sorgulanmasını istemekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Onlara “Allah’ın indirdiğine, Elçinin getirdiğine gelin!” dense, ”Atalarımızdan gelen bize yeter!” derler. Ya ataları bir şeyi bilememiş ve doğru yolu bulamamışlarsa ne olacak? ” (Mâide 5/104)

Doğruluğunu, isteyen herkesin test edebileceği, imsak vakti ile ilgili çalışmalara kulakların tıkanmasının sebebi de bu anlayış olmalıdır.

Bildirinin yukarıdaki niyetle hazırlandığı iddiasında değiliz. Ancak bir müddetten beri bazı İlahiyat Fakültelerini sarmış olan tarihselcilik anlayışının etkisiyle yazıldığı da bir gerçektir.

3-   Ayrıca bildiride yer alan şu ifade de gerçeği yansıtmamaktadır.

“Teravih tartışmalarının dini hassasiyetle, ilmi mülahazayla ve bir toplumsal maslahat ile izahı mümkün değildir”

Çünkü toplumda teravih farz namazların önüne geçmiş ve camiye, yalnız teravih ve kandil geceleri için gelen bir nesil oluşmuştur. Nebi aleyhisselam teravih olarak algılanan namazı, itikâf ta bulunduğu günlerin gecelerinde mescitte kıldığı teheccüd namazıdır. O, bu namazı senenin her gecesinde kılardı. Ramazan’da itikâf esnasında Mescidin içinde hasırla çevrili bir bölümde bir gün bu namazı kılarken onu görenler de aynı namazı kılmış[4], Nebimiz bunu fark edince oturmuş, daha sonra bulunduğu yerden çıkarak onlara şöyle demiştir: “Ne yaptığınızı görüp anladım; ey insanlar, bu namazı evlerinizde kılın. Çünkü farz namaz dışında kişinin en faziletli namazı evinde kıldığı namazdır[5]”

Bizim gayretimiz, insanların farz namazlarla diğerlerini karıştırmalarını engellemek ve farzlara gereken önemin verilmesini sağlamaktır. Bize en sahih yollarla gelen bu ve benzeri rivayetler için bildiride “Resûl-i Ekrem (sav)’den bugüne kadar şaz denilebilecek birtakım zorlama yorum ve uygulamalar” denmesi şaşırtıcıdır.

Aslında zorlama denebilecek şaz yorum, bildiride yer alan şu ifadelerdir:

“İslâm’da teravih namazı diye bir namaz vardır. Bu namaz, Ramazan gecelerinde kılınan bir namazdır. Bu namazı Hz. Peygamber (sav) bizzat kendisi kılmıştır. Onun kıldığını gören sahabîler de Medine Mescidinde bu namazı kılmışlardır.”

Çünkü Nebimiz zamanında teravih adında bir namaz olmadığı bildiride de yer almaktadır.

Tamamen duygusal bir yaklaşımla “bugün bu namaza itiraz edenlerin tarihteki tek benzerleri olan ve konuya mezhepsel, ideolojik bir taassupla yaklaşan Fatımî Sultanlarıdır” ifadesi de şaşırtıcıdır. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, bu sultanların ortaya çıkardığı kandil kutlamalarını[6] dinin bir gereği gibi özenle sürdürmektedir.

Bütün bunların sonucunda bizde hasıl olan kanaat şudur: “Dini bir konuda ilim gücü yerine devlet gücüne dayanarak insanların üstünde baskı kurmaya çalışan bir kurum ve kuruluş olmamalıdır. Çünkü böyle kurumlar, yanlışların tartışılmasını engellemekte ve doğru gibi algılanmasına yol açmaktadır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

________________________________________________________


[1] Ömer Faruk Harman, Katoliklik, DİA, c. 25, s. 58.

[2] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, İstanbul 2000, paragraf 857. (Papa 14. Lui’nin (Episkopos II. Jean Paul) emriyle 1986’da Kardinal Joseph Ratzinger (Bugünkü Papa) başkanlığında kurulan 12 kişilik bir heyetin altı yıllık çalışmasıyla meydana getirilmiş ve Vatikan Kilisesi tarafından kabul edilmiş öğretileri içerir. Dominik PAMİR Türkçe’ye çevirmiş, Türkiye Episkoposlar Konferansı adına neşredilmiştir.)

[3] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 862.

[4] Hasır kısa olduğu için ayağa kalkıp namaza durunca etraftan gözüküyordu. (Buharî, Ezan 80) Hasırı gündüzün yayıyor,  gece bir kulübe gibi yapıyordu.  (Buharî, Ezan 81)

[5] Buharî, Ezan 81.

[6] Ahmet Özel, “Mevlid”, DİA, c. 29, s. 475.

Diyanetin basın açıklamasına ulaşmak için tıklayınız.