Süleymaniye Vakfı
Uluslararası Çalışmalar
Basın Bildirisi -2012
13.09.2012 Libya ve Mısır gibi ülkelerdeki Selefiler, ABD’de yaşayan İsrail doğumlu bir Yahudi olan Sam Bacile tarafından çekilen ve Hz. Muhammed ile İslam’a hakaret ifadeleri içerdiği belirtilen bir filmi protesto etmek için Kahire’deki ABD Büyükelçiliği’ne saldırmış, Bingazi’de de konsolosluk binasını ateşe vermiş, çıkan olaylar esnasında ABD Büyükelçisi Chris Stevens ve üç elçilik çalışanı hayatını kaybetmiştir. Bu olay İslam’a muhalefet eden kişi ve kuruluşların bazı fiillerine yönelik olarak gelişen birçok olay sebebiyle Gayrimüslimlerle ilişkilerin Kur’ân’daki dayanaklarının ve Nebimiz tarafından yapılan uygulamaların bilinmesinin büyük önem taşıdığını tekrar ortaya koymuş ve aşağıdaki bilgilendirmenin yapılmasını gerekli kılmıştır. İslam’a karşı yapılan saldırılar karşısında Müslümanların sergilemesi gereken tavrı belirleyen âyetler şunlardır. Allah, dininizden dolayı sizi öldürmeye kalkışmamış ve sizi yaşadığınız yerlerden çıkarmamış kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz. Allah değer bilenleri sever. Allah’ın yasakladığı şey sadece, dininizden dolayı sizi öldürmeye kalkışanlara, sizi yaşadığınız yerden çıkaranlara ve çıkarılmanıza destek verenlere yakınlık göstermenizdir. Onlara yakınlık gösterenler yanlış yaparlar. (Mümtehine 60/8-9) Âyetler, gayrimüslimler için üç kırmızı çizgi belirlemiştir: 1. Dinimizden dolayı bizimle savaşmaları, 2. Bizi yurdumuzdan çıkarmaları, 3. Yurdumuzdan çıkaranlara destek vermeleri. Bu çizgileri çiğneyenlerle dostluk kuramayız. Bizimle savaşanlara karşı Allah Teâlâ şu emri vermiştir: “Allah yolunda, sizinle savaşanlarla savaşın ve haksız saldırı yapmayın. Allah, haksız saldırı yapanları […]
Roma (Vatikan) ile İlişkiler
Roma, 10.3.2009 Ekselansları Kardinal Jean-Louis Pierre Tauran Dinlerarası Dialog Kurulu Başkanı Vatikan Aşağıdaki yazıyı imzalayanlar, şu ana kadar yaptıkları işbirliği çalışmalarından sizleri bilgilendirmeyi uygun görmüşlerdir: 1- Tübingen İşbirliği Açıklaması Taraflar, önce İstanbul’da sonra Tübingen’de yaptıkları toplantılar sonunda yaratılış düzenini, yani fıtratı temel alan ortak çalışmalar yapmak için görüş birliğine varmışlardır. Her iki fakültede ve Süleymaniye Vakfında din hukuku ve fıtrat alanlarında araştırmalar yapacak birimler oluşturmak, doktora ve mastır çalışmalarını desteklemek için elden gelen gayret gösterilecektir. Diyaloğun da fıtrat zeminine oturtulması için çalışma yapılacaktır. Bunun başarılması halinde Allah’ın yarattığı kitap, yani fıtratla indirdiği kitaplar arasındaki bütünlük, asırlar sonra yeniden görülecek, tartışmasız doğrular etrafında işbirliği imkânları doğacak, yanlış inançlar bir kenara bırakılacak, Allah’ın kitabı, temel başvuru kitabı haline gelecektir. Yaratılış düzeninden çıkarılan bilgilerin bir bölümü tabii hukuku oluşturur. Bu hukuk, Allah’ın yarattığı insanın tabiatından türetilen ve doğal idrak ile anlaşılan normların tümü anlamına gelir ve insanda ilahi bir tabiatın var olabileceği tasavvuruna dayanır. Tabii hukuk farklı inançlarda insanların ve devletlerin kendi aralarında akılcı birlikteliğinin zeminini oluşturmaya hizmet eder. Ayrıca bu hukukun, yöneticileri ve yasa koyucuları bağlayıcı niteliği vardır. Bu durum özellikle temel hakların ve insan haklarının gerçekleşmesi için gereklidir. Tabiat kitabını okuyan her insan Allah’ı kavrar ve her şeyi ona borçlu olduğunu […]
Abdulaziz Bayındır’ın Almanya Tübingen Üniversitesi Katolik İlahiyat Fakültesi ve Roma Katolik Kilisesi ile Temasları
Abdulaziz Bayındır’ın Almanya Tübingen Üniversitesi Katolik İlahiyat Fakültesi ve Roma Katolik Kilisesi ile temasları. 09.03.2009 tarihinde Almanya’daki Tübingen Üniversitesi Katolik İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sayın Richard PUZA ile birlikte Vatikan’da Katolik Kilisesine ortak hedef ve ortak görev teklifini içeren bir mektup verilmiştir. İlgili temaların videolarına aşağıdaki linkleri tıklayarak ulaşabilirsiniz: http://www.kurandersi.com/konferanslar/almanya/ Roma Katolik Kilisesine Yazılan Mektup: http://www.suleymaniyevakfi.org/yazilar/roma-vatikan-ile-iliskiler.html Tübingen Açıklamasının Kabulü ve Yürütülmesi Protokolü: http://www.suleymaniyevakfi.org/yazilar/tubingen-aciklamasinin-kabulu-ve-yurutulmesi-protokolu.html Tübingen İşbirliği Açıklaması: http://www.suleymaniyevakfi.org/yazilar/tubingen-isbirligi-aciklamasi.html Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır ve Prof. Dr. Carlos Madrigal arasında -İsa ve İncil Üzerine- geçen münazara: https://www.youtube.com/watch?v=T4dacsT6AfA
Ortak Basın Açıklaması
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, Istanbul Üniversitesi Prof. Dr. Richard Puza, Tübingen Üniversitesi Süleymaniye, Şifahane Sk. No:20, 34134 İstanbul Liebermeisterstraße 12, 72076 Tübingen ORTAK BASIN AÇIKLAMASI Tübingen’den ve İstanbul’dan teologlar, Müslüman Hıristiyan Diyalogu Tübingen Açıklaması’na “Hıristiyan Müslüman İşbirliği Protokolünü” ilave ettiler. Artık üç kongre ve ilave projeler somut olarak planlanmış bulunmaktadır. 12-13 Aralık 2008 tarihlerinde Tübingen’de yapılan Müslüman – Hıristiyan işbirliği görüşmeleri, taraflar arasında imzalanan bir protokol ile sonuçlanmıştır. Bu protokol, daha önce yapılan Tübingen İşbirliği Açıklaması’nın kabulünü ve uygulamasını vurgulamaktadır. Bu yüzden Tübingen açıklaması protokolün giriş sayfası haline getirilmiştir. Adı geçen açıklamada işbirliğinin fıtrat zeminine oturtulması kararlaştırılmıştı. Böyle bir çalışma gerçekleştirildiği takdirde Allah’ın yarattığı kitap, yani fıtratla indirdiği kitap arasındaki bütünlük görülecek, bilimsel çalışmalarda hayallerin ötesinde gelişmeler olacaktır. İnsan fıtratı tabii hukuka dayanır ve bütün hukuk ona yönlendirilebilir. Bu da insanlarla devletin ve devletlerarası ilişkilerin akılcı zemininin oluşumuna hizmet eder. Tabii hukuk, yasamayı, yürütmeyi ve bütün insanları bağlar. Oturumlarda İstanbul tarafından Sayın Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR, Halit MOLLAĞOLU ve Mustafa EVLİ ile Tübingen Katolik Teoloji Fakültesi’nden Sayın Profesörler Albert Biesinger, Johannes Brachtendorf, Franz-Josef Bormann, Dietmar Mieth, Richard Puza, Kilise Hukuku Enstitüsü’nden Monica Herghelegiu ve ayrıca Evangelik Fakültesin İnstitutum Judaicum Sayın Prof. Stefan Schreiner katılmışlardır. Protokol ikinci oturumda karara bağlanmış ve […]
Tübingen Açıklamasının Kabulü ve Yürütülmesi Protokolü
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dünya Dinleri Kültürü Bölümü ve İslam Hukuku Anabilim Dalı Tübingen Eberhard – Karls Üniversitesi Katolik Teoloji Fakültesi Dekanı ve Kilise Hukuku Kürsüsü Aşağıdaki belge, Tübingen Açıklamasının kabulü ve yürütülmesi maksadıyla kaleme alınmıştır. Bunu müzakere için yapılan ilk oturum, 12.12.2008 günü İstanbul’dan Sayın Abdulaziz BAYINDIR, Halit MOLLAĞOLU ve Mustafa EVLİ ile Tübingen’den Sayın Albert Biesinger, Johannes Brachtendorf, Franz-Josef Bormann, Monica Herghelegiu, Dietmar Mieth, Richard Puza ve Stefan Schreiner arasında gerçekleştirilmiştir. 13.12.2008’de yapılan ikinci müzakerede İstanbul tarafından Sayın Abdulaziz BAYINDIR, Halit MOLLAĞOLU ve Mustafa EVLİ ile Tübingen’den Sayın Franz–Josef Bormann, Monica Herghelegiu, Dietmar Mieth ve Richard Puza arasında gerçekleşmiştir. Aşağıdaki hususlar, ikinci oturumda karara bağlanmıştır. I. Tübingen Açıklamasını hayata geçirmek için üç somut proje üzerinde anlaşma sağlanmıştır. 1. “İnsanda kişisel hayatın başlangıcı – Derinleştirilmiş Müslüman Hıristiyan İşbirliği” konulu bir kongrenin düzenlemesi. Bu kongrenin Rottenburg-Stuttgart Kilise Akademisi ile birlikte Stuttgart-Hohenheim kongre merkezinde düzenlenmesi öngörülmüştür. En geç 2010 tarihinde gerçekleştirilecektir. Taraflar: Franz-Josef Bormann, Dietmar Mieth, Richard Puza, Akademi’den bir temsilci, Abdulaziz BAYINDIR ve Süleymaniye Vakfının temsilcileri. Kongrenin finansmanını taraflar kendi aralarında çözeceklerdir. 2. “İnsanlar Arası İlişkinin Zemini Olarak Tabii Hukuk” konulu bir kongrenin düzenlemesi. Bu kongrenin Ekim 2009’da İstanbul’da gerçekleşmesi düşünülmektedir. Taraflar, Abdulaziz BAYINDIR, Süleymaniye Vakfının temsilcileri, Richard Puza, Franz-Josef […]
Tübingen İşbirliği Açıklaması
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ TÜBİNGEN ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ KATOLİK İLAHİYAT FAKÜLTESİ İSLAM HUKUKU ANABİLİM DALI KİLİSE HUKUKU KÜRSÜ Tübingen İşbirliği Açıklaması Taraflar, önce Istanbul’da sonra Tübingen’de yaptıkları toplantılar sonunda yaratılış düzenini, yani fıtratı temel alan ortak çalışmalar yapmak için görüş birliğine varmışlardır. Her iki fakültede ve Süleymaniye Vakfında din hukuku ve fıtrat alanlarında araştırmalar yapacak birimler oluşturmak, doktora ve master calışmalarını desteklemek için elden gelen gayret gösterilecektir. Diyaloğun da fıtrat zeminine oturtulması için çalışma yapılacaktır. Bunun başarılması halinde Allah’ın yarattığı kitap, yani fıtratla indirdiği kitaplar arasındaki bütünlük, asırlar sonra yeniden görülecek, tartışmasız doğrular etrafında işbirliği imkanları doğacak, yanlış inançlar bir kenara bırakılacak, Allah’ın kitabı, temel başvuru kitabı haline gelecektir. Yaratılış düzeninden çıkarılan bilgilerin bir bölümü tabii hukuku oluşturur. Bu hukuk, Allah’ın yarattığı insanın tabiatından türetilen ve doğal idrak ile anlaşılan normların tümü anlamına gelir ve insanda ilahi bir tabiatın var olabileceği tasavvuruna dayanır. Tabii hukuk farklı inançlarda insanların ve devletlerin kendi aralarında akılcı birlikteliğinin zeminini oluşturmaya hizmet eder. Ayrıca bu hukukun, yöneticileri ve yasa koyucuları bağlayıcı niteliği vardır. Bu durum özellikle temel hakların ve insan haklarının gerçekleşmesi için gereklidir. Tabiat kitabını okuyan her insan Allah’ı kavrar ve her şeyi ona borçlu olduğunu anlar. Peygamberler çalışmalarını bu sahada yoğunlaştırmış, din konusunda aklın ve […]
Tatar Beşeri İlimler ve Pedagoji Devlet Üniversitesi İşbirliği Sözleşmesi
Süleymaniye Vakfı ile Tatar Beşeri İlimler ve Pedagoji Devlet Üniversitesi Arasında İşbirliği Sözleşmesi Uluslararası işbirliği, gelişmenin önemli bir aracı milletler ve medeniyetler arası ilişkilerin ön koşulu; barış ve istikrarın temel unsurudur. Bu sebeple; Müslüman halkların kültürel ve manevi birliğini koruma ve geliştirme yolundaki ortak amaçların gerçekleşmesi, Toplumlar ve medeniyetler arasında diyalog ve işbirliği temellerini oluşturma zorunluluğu, İslam tarihi, İslam kültürü ve İslam ekonomisi alanında kaliteli uzmanlar yetiştirmenin çağdaş teknolojileri kullanmakla mümkün olacağı gerçeğinden hareketle, Süleymaniye Vakfı (Özel Kurum, Türkiye/ İstanbul) ve Tatar Beşeri İlimler ve Pedagoji Devlet Üniversitesi (Rusya Federasyonu/Kazan) (bundan böyle taraflar olarak anılacak) aşağıdaki maddeleri içeren bu sözleşmeyi imzalamışlardır. Madde: 1 Eğitim alanında: 1) Tarih, kültür, İslam dini ve İslam ülkelerinin ekonomik yapısı ve durumu konularında bilgi alış verişi; 2) Eğitimde yararlanılan ders araç ve gereçleri ile kaynak eserlerin paylaşımı; 3) Ders kitaplarının, eğitim ve öğretim metodolojisi ile ilgili programların hazırlanması; 4) Tarafların yayımladıkları kitap, makale, vb. materyallerin yardımcı kaynak olarak kullanılması (İnternet dâhil); 5) Eğitimde ortak çalışmalarda bulunulması (Öğretim üyeleri ve öğrencilerle görüşmelerin yapılması, ilmi toplantılar ve bilim olimpiyatlarının düzenlenmesi, öğretim üyesi ve öğrencilerin staj yapmalarına imkân sağlanması); 6) Rusya ve Türkiye’deki eğitim kurumlarının iş birliği ile alanında yetkin uzmanların yetiştirilmesi sürecinde İslam tarihi ve kültürünün temel […]
Fethullah Gülen ve Abdulaziz Bayındır’ın Anlaştığı Fıtrat Zemininde Diyalog
FETHULLAH GÜLEN VE ABDULAZİZ BAYINDIR’IN ANLAŞTIĞI FITRAT ZEMİNİNDE DİYALOG[1] بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين و الصلاة و السلام على رسولنا محمد و على آله و صحبه أجمعين. Diyalog, insanlar arası ilişkinin en etkili yoludur. Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hâsılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. Fıtrat kanunları ve o kanunlarla oluşan varlıklardan her biri birer âyettir. Bu sebeple varlıklar âlemine büyük kâinat kitabı demek uygun olur. Her insan bu kitabın ayetlerini okur ve kendi kabiliyeti oranında ondan bilgiler alır. Araştırma ve gözlemlerini derinleştirenler daha derin bilgilere, keşiflere ve icatlara ulaşırlar. Evrensel değerler, bilim ve felsefe böyle oluşur. Kitaplar, bu bilgileri saklamak, eğitim ve öğretim de yeni nesillere aktarmak içindir. Kâinat kitabını okuyan her insan, Allah’ı kavrar ve her şeyi ona borçlu olduğunu anlar. İhtiyaçlar bitmeyeceği için şeytan işte bu kapıdan sokulur, Allah ile arasının iyi olduğunu göstermek için kılıktan kılığa girer ve insanı Allah ile aldatır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “O aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın.”(Lokman 31/33) Şeytan ilk uygulamayı Âdem ve Havva (a.s.) üzerinde yapmış, yasaklanan ağaçla ilgili olarak arzularını kabartan sözler söylemiş ve ondan yemelerini sağlamıştır. “Ey […]
Fıkıh Araştırmaları
Kadının Boşanma Yetkisi (Master Tezi)
Bakara Suresi’nin boşanma ile ilgili 228. ayetinin sonu şöyledir: “…Mâruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir. Erkeklerin onlara karşı bir dereceleri vardır. Allah azizdir hâkimdir.” (Bakara 2/228) Ayetlerde talak, hul’ ve iftida kararı diye üç ayrı boşanma şekli hükme bağlanmıştır. Talak, erkeğin tek taraflı kararı ile yaptığı boşamadır. Talâkın geçtiği ayetlerde kadına yetki verilmemiştir. Talakta bulunan erkeğin, eşine verdiği mehirden ve diğer mallardan bir şey alamaması (Bakara 2/229), kadının bekleme süresi (iddet) bitinceye kadar onunla aynı evi paylaşma mecburiyeti ve süre bitinceye kadar yine tek taraflı kararı ile talaktan vazgeçme hakkı (Talak 65/1-2) boşanmanın önüne konmuş tabii engellerdir. Hul’, evliliği yürütemeyeceklerine kanaat getiren kadın ile erkeğin, karşılıklı anlaşmalarıyla evliliğe son vermeleridir. Burada istek daha çok kadından geldiği için kadın evlenirken aldığı mehirden kocasına vermesi gerekir. Buna hul’ bedeli denir. Üçüncüsü iftidâdır. İftidâ, şartları gerçekleşdiği taktirde kadının tek taraflı iradesiyle evliliğe son vermesidir. Bakara Suresi‘nin 229. ayetinde şöyle buyurulur: “Karı-kocanın Allah’ın hududunu yerine getiremeyeceklerinden siz korkarsanız kadının fidye vermesinde her eşe de bir günah yoktur.” Evliliğin yüklediği sorumlulukları yerine getirememe korkusuna kapılan kadın, durumu yetkili makama bildirir. Çünkü ayetteki “..siz korkarsanız…” ifadesi bunu gerektirir. Bu korkunun tespitinden sonra kadına iftidâda bulunabileceği bildirilir. Bundan sonra […]
Abdest ve Hayız
Son zamanlarda en çok tartışılan konulardan biri de cünüplük, hayız ve nifas hallerinde Kur’an okunup okunmayacağı ile bu durumlarda ve abdestsiz olarak Kur’an’a dokunulup dokunulamamasıdır. Aşağıda Nursen KIŞLAKÇI adında bayan öğrencime konu ile ilgili olarak yaptırdığım bir araştırmayı bulacaksınız. Araştırmanın bu konuda okuyanlara faydalı olacağını umarım. Abdulaziz BAYINDIR FIKHİ YORUMLARLA ABDEST İBADET İLİŞKİSİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ GİRİŞ BİRİNCİ BÖLÜM ABDESTSİZ KUR’AN-I KERİM OKUMAK A) Kur’an’ın Abdestsiz Okunması B) Kur’an’ın Boy Abdesti Olmadan Okunması C) Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A) Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri Mezhebi F) Diğer Görüşler İKİNCİ BÖLÜM ABDESTSİZ KUR’AN-I KERİM’E DOKUNMAK Kur’an’a Abdestsiz Dokunulması Kur’an’a Boy Abdesti Olmadan Dokunulması Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A) Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri Mezhebi F) Diğer Görüşler ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ABDESTSİZ MESCİTLERE GİRMEK Mescitlere Abdestsiz Girilmesi Boy Abdesti Olmadan Mescitlere Girilmesi Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A) Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri Mezhebi F) Diğer Görüşler DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ABDEST-KUR’AN, ABDEST-MESCİT İLİŞKİSİNDE MEZHEPLERİN ROLÜ Rasulullah’dan Bu Yana Mezhep Anlayışı SONUÇ ——————————————————————————– DERLEMECİNİN NOTU: Bu çalışma sadece (oku) emriyle başlayan Kur’an-ı okuyabilmeyi kolaylaştırmak, Allah’ın kullarıyla Allah’ın kelâmı ya da […]
Nikâh Sözleşmesinde Veli
Kur’an’a göre nikâhın, marufa uygunluk açısından denetlenmesi gerekir. Maruf; güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şeydir. Nebi aleyhisselam, marufa uygunluğu velinin denetleyeceğini, anlaşmazlık olursa yetkinin kamu otoritesine geçeceğini açıklamıştır. Mezhepler arasında ayetleri esas alan, hadisleri onların açıklaması sayıp yorumu ona göre yapan bir yaklaşım gözükmemektedir. Bu da evliliğin marufa uygunluğu hususunda gerekli hassasiyetin gösterilmemesine yol açmıştır. Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirî mezhepleri, velisiz nikâhı geçersiz, Hanefîler ise geçerli saymışlardır. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler veliyi, marufa uygunluğun denetçisi değil, nikâhın tarafı saymış, kız bâkire ise babanın onu, kendine sormadan evlendirebileceği görüşüne varmıştır. Bu yaklaşımlar, evlilik kurumu ile ilgili sıkıntılara yol açmıştır. Hâlbuki ayetlerdeki marufa uygunluk hadislerle birlikte değerlendirilseydi evlilik işlemleri sağlam esaslara bağlanabilirdi. FIKHA GÖRE NİKÂH SÖZLEŞMESİNDE VELİNİN YERİ Nikâh, hem aile hem de toplum için büyük öneme sahip bir sözleşmedir. Bu sebeple yalnızca kadın ile erkeğin evlenmek üzere anlaşmaları yeterli görülmez. Bu konuda her toplumun, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre koyduğu kurallar vardır. İslam’dan önce Mekke’de kız, babasından veya velisinden istenir, kıza mehri verilir ve nikâhı kıyılırdı[1]. İslam bu uygulamayı kabul etmiştir. Hıristiyanlar nikâhı kilisenin, Yahudiler havranın gözetiminde kıyarlar. Çağdaş toplumlarda nikâh, yetkili makamın izni ve gözetimi ile kıyılmaktadır. Veli, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini elinde […]
İnsan Cesedi ve Otopsi
Otopsi, ölüm sebebini belirlemek amacıyla bir cesedi açıp inceleme anlamına gelir. Ölüm sebebinin belirlenmesi, çoğu zaman bir ihtiyaç olur. Bir insan cesedinin keyfi olarak incelenmesi insana hakaret olur. Ama ihtiyaç haline gelince dini bakımdan böyle bir incelemenin yapılması caiz olur. Kur’an’da bunun bir örneği vardır. Bakara Suresinde katilin belirlenmesi için ölünün kabrinden çıkarıldığı anlatılmaktadır. Allah Teâlâ, Hz. Musa zamanında yaşayan İsrailoğulları ile ilgili olarak şöyle buyurur: “Bir gün bir kimseyi öldürmüştünüz de suçu birbirinize atmıştınız. Oysaki Allah gizlemiş olduğunuz şeyi ortaya çıkarır. Sonra o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size belgelerini gösterir, belki aklınızı kullanırsınız.” (Bakara, 2/72-73)[1] Ceset kabirden çıkarılarak katil belirlenmiştir. Olay, Hz. Musa zamanında, bir mucize olarak gerçekleşmiştir. Bunun bizi ilgilendiren yanı, katilin belirlenmesi için cesedin kabirden çıkarılmasıdır. Burada ceset kabirden çıkarken ona can verilmiştir. Arkasında “Allah ölüleri böyle diriltir” ifadesi yer almıştır. Bu ifadenin de konumuzla ilgisi vardır. Bu, Kur’an’ın insan cesedine bakışını göstermektedir. Ceset ruhun yuvasıdır. O, ruhu taşıyabildiği sürece canlı kalabilir. Bunu doğru anlamak için ilgili ayetleri görmek faydalı olacaktır. İNSAN ÇAMURDAN (TÎN) YARATILMIŞTIR Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı yaratmaya çamurdan (tîn) başlamıştır. Sonra da onun soyunu süzülmüş bir özden, […]
İslam Hukukunda Yeni Metod Arayışları ve Faiz Örneği
Günümüze kadar İslam aleminde Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî mezhepleri etkin olmuştur. Mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel, 241 h. 855 m. senesinde vefat etmiştir. 12 asırdan beri Müslümanların hukuki işleri, bu mezheplerden birine göre yürütülmüştür. Bu mezhepler bugün de etkinliğini korumaktadır. 20 asır, büyük ölçüde ictihad tartışmaları ile geçmiştir. Artık tartışmalar geride kalmış ve ictihad dönemi başlamıştır. Şimdi ictihadlar, eskisine göre farklı metodlarla yapılmakta ve bu metodlar zaman zaman tartışılmaktadır. Bunları, baskıcı ve evrensel diye iki başlık altında toplamak mümkündür. Herkes evrenselin peşinde gözükmekten hoşlanır. Doğru olanı, evrenselin peşin de gözükmek değil, onu özümsemek ve ona göre davranmaktır. Varılan noktayı ortaya koyabilmek için mezheblerin ictihadlarını yeni ictihadlarla karşılaştırmak gerekir. Faiz örneği üzerinden hareketle kısa bir gezinti yapılacak ve bize göre doğru ve evrensel olanı takdim edilecektir. I- FAİZLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER A- Ayetler “Faiz yiyenlerin duruşu, şeytanın kandırıp aklını çeldiği [1] kimselerin duruşundan farklı değildir. Bu onların, “Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir” demeleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Her kime, Rabbinden bir öğüt ulaşır da faize son verirse geçmişte olan kendinindir; artık onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, işte onlar cehennemliktir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Allah faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir. Allah, nankörlük edip […]
İslam Fıkhı Açısından Borçlanmalarda Enflasyon Farkı
Günümüze kadar dolaşıma çıkmış paraları madenî ve kağıt para diye ikiye ayırabiliriz. Madenî para altın, gümüş ve diğer madenlerden basılır. İslamî kaynaklarda gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar, diğer madenlerden basılan paraya da fels denir (Çoğulu fülus’dur). Kağıt para, kağıttan üretilir ve üzerinde yazılı değerle dolaşıma çıkarılır. Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında çok fark vardır. Biri, içindeki altın veya gümüş sebebiyle dünyanın her yerinde değerli olduğu halde diğeri küçük bir kağıt parçasından başka bir şey değildir. O ancak, siyasi otoritenin kararı ve insanların kabulü ile bir değer kazanır. Bunun milli sınırlar dışında para sayılması, uluslararası ilişkilere, o parayı çıkaran devletin itibarına ve insanların bunu kabul etmelerine bağlıdır. Altın ve gümüş, değerli maden oldukları için dolaşımdan kalkan dinar veya dirhemin değeri fazla düşmezdi. Alacaklı taraf, o para ile ödeme yapılmasını dahi kabul edebilirdi. Osmanlı lirası 1920’lerden beri dolaşımda olmamasına rağmen değerini korumakta ve talepleri karşılamak için İstanbul Darphanesinde basılmaktadır. Çünkü o halâ, serveti biriktirmek veya ziynet amacıyla satın alınmaktadır. İlk zamanlar kağıt paranın karşılığı ilgili yerlerde altın veya gümüş olarak, kısmen veya tamamen bulunur yahut ileri bir tarihte karşılığının ödeneceği vaat edilirdi. Bu da paranın belli miktarın üstüne çıkmasına engel olurdu. Bugünkü […]
Kredi Kartının Taksitlendirilmesi
Kredi Kartının Taksitlendirilmesi Kredi kartı veren kuruluş, kart sahibinin belli yerlerden yapacağı, belli harcamaların bedelini ödemeyi kabul ederek ona kefil olur. Ayrıca borcun doğmasından ödenmesine kadar geçen işlemler bütününü takip edip sonuçlandırma konusunda hem kart sahibine, hem de alacaklıya hizmetler sunar ve karşılığında komisyon alır. Müşterinin payını da çoğu zaman, alacaklı öder. Ödemek istemeyenler, kart sahibinden komisyon alırlar. Ödemenin gecikmesi halinde uygulanacak ceza ile borcun vadeye yayılması önemlidir. Kredi kartları bu açıdan; normal kart, taksit kart ve özel kart olmak üzere üçe ayrılabilir. 1- Normal Kredi Kartı Banka, ödemeyi geciktiren kart sahibine faiz tahakkuk ettirir. Bu, ödenecek faize karşılık borcu geciktirme imkânı verirken, faizden kaçanların zamanında ödeme yapmasını da sağlar. Faizsiz finans kurumları ödemeyi geciktirenden faiz alamazlar. Ama faiz yerine uygulanan gecikme cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Bu problemi faize girmeden çözmek mümkün olduğu halde henüz uygulanmamaktadır. ÖDEMEYİ GECİKTİREN BORÇLUYA CEZA Bu konu ile ilgili on ayrı görüş vardır. Bunlar iki ana başlık altında incelenebilir. Biri, borcu geciktirme sıkıntısına çözüm arayan görüşleri, diğeri de alacaklıya faydası olmayan, sadece borçluyu cezalandırmaya yönelik görüşleri içine alır. I- SIKINTIYA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER Sıkıntıya çözüm arayan sekiz görüş vardır. Bunlardan biri, işlenen suça uygun cezayı öngörür, biri yeni bir akit türü önerir; diğerleri, […]
Talak (Erkeğin Boşama Hakkı)
Kur’ân’a göre talak, kocanın hakkıdır. Talakla ilgili fiillerin faili kocalardır. Kadının evliliği sona erdirme hakkına iftidâ denir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ بِإِحْسَانٍ. “Geri dönülebilir talak iki defa olur. Her birinden sonra kadını ya marufa /Kur’an’daki hükümlere göre tutmak ya da güzellikle ayırmak gerekir.” (Bakara 2/229) Âyetteki الطَّلاَقُ (el-talaku) ifadesinin başındaki “ال = el” marifelik ekidir; kelimeyi et-talâku şeklinde okutur ve “o talak” anlamı verir. Talakın ne olduğu talak sûresinde açıklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَأَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لَا تَدْرِي لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذَلِكَ أَمْرًا. فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآَخِرِ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا. وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا. “Ey Nebi! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz Allah’tan çekinin; onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. […]
Fıkıh Araştırmaları
Kadının Boşanma Yetkisi (Master Tezi)
Bakara Suresi’nin boşanma ile ilgili 228. ayetinin sonu şöyledir: “…Mâruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir. Erkeklerin onlara karşı bir dereceleri vardır. Allah azizdir hâkimdir.” (Bakara 2/228) Ayetlerde talak, hul’ ve iftida kararı diye üç ayrı boşanma şekli hükme bağlanmıştır. Talak, erkeğin tek taraflı kararı ile yaptığı boşamadır. Talâkın geçtiği ayetlerde kadına yetki verilmemiştir. Talakta bulunan erkeğin, eşine verdiği mehirden ve diğer mallardan bir şey alamaması (Bakara 2/229), kadının bekleme süresi (iddet) bitinceye kadar onunla aynı evi paylaşma mecburiyeti ve süre bitinceye kadar yine tek taraflı kararı ile talaktan vazgeçme hakkı (Talak 65/1-2) boşanmanın önüne konmuş tabii engellerdir. Hul’, evliliği yürütemeyeceklerine kanaat getiren kadın ile erkeğin, karşılıklı anlaşmalarıyla evliliğe son vermeleridir. Burada istek daha çok kadından geldiği için kadın evlenirken aldığı mehirden kocasına vermesi gerekir. Buna hul’ bedeli denir. Üçüncüsü iftidâdır. İftidâ, şartları gerçekleşdiği taktirde kadının tek taraflı iradesiyle evliliğe son vermesidir. Bakara Suresi‘nin 229. ayetinde şöyle buyurulur: “Karı-kocanın Allah’ın hududunu yerine getiremeyeceklerinden siz korkarsanız kadının fidye vermesinde her eşe de bir günah yoktur.” Evliliğin yüklediği sorumlulukları yerine getirememe korkusuna kapılan kadın, durumu yetkili makama bildirir. Çünkü ayetteki “..siz korkarsanız…” ifadesi bunu gerektirir. Bu korkunun tespitinden sonra kadına iftidâda bulunabileceği bildirilir. Bundan sonra […]
Abdest ve Hayız
Son zamanlarda en çok tartışılan konulardan biri de cünüplük, hayız ve nifas hallerinde Kur’an okunup okunmayacağı ile bu durumlarda ve abdestsiz olarak Kur’an’a dokunulup dokunulamamasıdır. Aşağıda Nursen KIŞLAKÇI adında bayan öğrencime konu ile ilgili olarak yaptırdığım bir araştırmayı bulacaksınız. Araştırmanın bu konuda okuyanlara faydalı olacağını umarım. Abdulaziz BAYINDIR FIKHİ YORUMLARLA ABDEST İBADET İLİŞKİSİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ GİRİŞ BİRİNCİ BÖLÜM ABDESTSİZ KUR’AN-I KERİM OKUMAK A) Kur’an’ın Abdestsiz Okunması B) Kur’an’ın Boy Abdesti Olmadan Okunması C) Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A) Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri Mezhebi F) Diğer Görüşler İKİNCİ BÖLÜM ABDESTSİZ KUR’AN-I KERİM’E DOKUNMAK Kur’an’a Abdestsiz Dokunulması Kur’an’a Boy Abdesti Olmadan Dokunulması Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A) Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri Mezhebi F) Diğer Görüşler ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ABDESTSİZ MESCİTLERE GİRMEK Mescitlere Abdestsiz Girilmesi Boy Abdesti Olmadan Mescitlere Girilmesi Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A) Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri Mezhebi F) Diğer Görüşler DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ABDEST-KUR’AN, ABDEST-MESCİT İLİŞKİSİNDE MEZHEPLERİN ROLÜ Rasulullah’dan Bu Yana Mezhep Anlayışı SONUÇ ——————————————————————————– DERLEMECİNİN NOTU: Bu çalışma sadece (oku) emriyle başlayan Kur’an-ı okuyabilmeyi kolaylaştırmak, Allah’ın kullarıyla Allah’ın kelâmı ya da […]
Nikâh Sözleşmesinde Veli
Kur’an’a göre nikâhın, marufa uygunluk açısından denetlenmesi gerekir. Maruf; güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şeydir. Nebi aleyhisselam, marufa uygunluğu velinin denetleyeceğini, anlaşmazlık olursa yetkinin kamu otoritesine geçeceğini açıklamıştır. Mezhepler arasında ayetleri esas alan, hadisleri onların açıklaması sayıp yorumu ona göre yapan bir yaklaşım gözükmemektedir. Bu da evliliğin marufa uygunluğu hususunda gerekli hassasiyetin gösterilmemesine yol açmıştır. Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirî mezhepleri, velisiz nikâhı geçersiz, Hanefîler ise geçerli saymışlardır. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler veliyi, marufa uygunluğun denetçisi değil, nikâhın tarafı saymış, kız bâkire ise babanın onu, kendine sormadan evlendirebileceği görüşüne varmıştır. Bu yaklaşımlar, evlilik kurumu ile ilgili sıkıntılara yol açmıştır. Hâlbuki ayetlerdeki marufa uygunluk hadislerle birlikte değerlendirilseydi evlilik işlemleri sağlam esaslara bağlanabilirdi. FIKHA GÖRE NİKÂH SÖZLEŞMESİNDE VELİNİN YERİ Nikâh, hem aile hem de toplum için büyük öneme sahip bir sözleşmedir. Bu sebeple yalnızca kadın ile erkeğin evlenmek üzere anlaşmaları yeterli görülmez. Bu konuda her toplumun, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre koyduğu kurallar vardır. İslam’dan önce Mekke’de kız, babasından veya velisinden istenir, kıza mehri verilir ve nikâhı kıyılırdı[1]. İslam bu uygulamayı kabul etmiştir. Hıristiyanlar nikâhı kilisenin, Yahudiler havranın gözetiminde kıyarlar. Çağdaş toplumlarda nikâh, yetkili makamın izni ve gözetimi ile kıyılmaktadır. Veli, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini elinde […]
İnsan Cesedi ve Otopsi
Otopsi, ölüm sebebini belirlemek amacıyla bir cesedi açıp inceleme anlamına gelir. Ölüm sebebinin belirlenmesi, çoğu zaman bir ihtiyaç olur. Bir insan cesedinin keyfi olarak incelenmesi insana hakaret olur. Ama ihtiyaç haline gelince dini bakımdan böyle bir incelemenin yapılması caiz olur. Kur’an’da bunun bir örneği vardır. Bakara Suresinde katilin belirlenmesi için ölünün kabrinden çıkarıldığı anlatılmaktadır. Allah Teâlâ, Hz. Musa zamanında yaşayan İsrailoğulları ile ilgili olarak şöyle buyurur: “Bir gün bir kimseyi öldürmüştünüz de suçu birbirinize atmıştınız. Oysaki Allah gizlemiş olduğunuz şeyi ortaya çıkarır. Sonra o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size belgelerini gösterir, belki aklınızı kullanırsınız.” (Bakara, 2/72-73)[1] Ceset kabirden çıkarılarak katil belirlenmiştir. Olay, Hz. Musa zamanında, bir mucize olarak gerçekleşmiştir. Bunun bizi ilgilendiren yanı, katilin belirlenmesi için cesedin kabirden çıkarılmasıdır. Burada ceset kabirden çıkarken ona can verilmiştir. Arkasında “Allah ölüleri böyle diriltir” ifadesi yer almıştır. Bu ifadenin de konumuzla ilgisi vardır. Bu, Kur’an’ın insan cesedine bakışını göstermektedir. Ceset ruhun yuvasıdır. O, ruhu taşıyabildiği sürece canlı kalabilir. Bunu doğru anlamak için ilgili ayetleri görmek faydalı olacaktır. İNSAN ÇAMURDAN (TÎN) YARATILMIŞTIR Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı yaratmaya çamurdan (tîn) başlamıştır. Sonra da onun soyunu süzülmüş bir özden, […]
İslam Hukukunda Yeni Metod Arayışları ve Faiz Örneği
Günümüze kadar İslam aleminde Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî mezhepleri etkin olmuştur. Mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel, 241 h. 855 m. senesinde vefat etmiştir. 12 asırdan beri Müslümanların hukuki işleri, bu mezheplerden birine göre yürütülmüştür. Bu mezhepler bugün de etkinliğini korumaktadır. 20 asır, büyük ölçüde ictihad tartışmaları ile geçmiştir. Artık tartışmalar geride kalmış ve ictihad dönemi başlamıştır. Şimdi ictihadlar, eskisine göre farklı metodlarla yapılmakta ve bu metodlar zaman zaman tartışılmaktadır. Bunları, baskıcı ve evrensel diye iki başlık altında toplamak mümkündür. Herkes evrenselin peşinde gözükmekten hoşlanır. Doğru olanı, evrenselin peşin de gözükmek değil, onu özümsemek ve ona göre davranmaktır. Varılan noktayı ortaya koyabilmek için mezheblerin ictihadlarını yeni ictihadlarla karşılaştırmak gerekir. Faiz örneği üzerinden hareketle kısa bir gezinti yapılacak ve bize göre doğru ve evrensel olanı takdim edilecektir. I- FAİZLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER A- Ayetler “Faiz yiyenlerin duruşu, şeytanın kandırıp aklını çeldiği [1] kimselerin duruşundan farklı değildir. Bu onların, “Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir” demeleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Her kime, Rabbinden bir öğüt ulaşır da faize son verirse geçmişte olan kendinindir; artık onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, işte onlar cehennemliktir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Allah faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir. Allah, nankörlük edip […]
İslam Fıkhı Açısından Borçlanmalarda Enflasyon Farkı
Günümüze kadar dolaşıma çıkmış paraları madenî ve kağıt para diye ikiye ayırabiliriz. Madenî para altın, gümüş ve diğer madenlerden basılır. İslamî kaynaklarda gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar, diğer madenlerden basılan paraya da fels denir (Çoğulu fülus’dur). Kağıt para, kağıttan üretilir ve üzerinde yazılı değerle dolaşıma çıkarılır. Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında çok fark vardır. Biri, içindeki altın veya gümüş sebebiyle dünyanın her yerinde değerli olduğu halde diğeri küçük bir kağıt parçasından başka bir şey değildir. O ancak, siyasi otoritenin kararı ve insanların kabulü ile bir değer kazanır. Bunun milli sınırlar dışında para sayılması, uluslararası ilişkilere, o parayı çıkaran devletin itibarına ve insanların bunu kabul etmelerine bağlıdır. Altın ve gümüş, değerli maden oldukları için dolaşımdan kalkan dinar veya dirhemin değeri fazla düşmezdi. Alacaklı taraf, o para ile ödeme yapılmasını dahi kabul edebilirdi. Osmanlı lirası 1920’lerden beri dolaşımda olmamasına rağmen değerini korumakta ve talepleri karşılamak için İstanbul Darphanesinde basılmaktadır. Çünkü o halâ, serveti biriktirmek veya ziynet amacıyla satın alınmaktadır. İlk zamanlar kağıt paranın karşılığı ilgili yerlerde altın veya gümüş olarak, kısmen veya tamamen bulunur yahut ileri bir tarihte karşılığının ödeneceği vaat edilirdi. Bu da paranın belli miktarın üstüne çıkmasına engel olurdu. Bugünkü […]
Kredi Kartının Taksitlendirilmesi
Kredi Kartının Taksitlendirilmesi Kredi kartı veren kuruluş, kart sahibinin belli yerlerden yapacağı, belli harcamaların bedelini ödemeyi kabul ederek ona kefil olur. Ayrıca borcun doğmasından ödenmesine kadar geçen işlemler bütününü takip edip sonuçlandırma konusunda hem kart sahibine, hem de alacaklıya hizmetler sunar ve karşılığında komisyon alır. Müşterinin payını da çoğu zaman, alacaklı öder. Ödemek istemeyenler, kart sahibinden komisyon alırlar. Ödemenin gecikmesi halinde uygulanacak ceza ile borcun vadeye yayılması önemlidir. Kredi kartları bu açıdan; normal kart, taksit kart ve özel kart olmak üzere üçe ayrılabilir. 1- Normal Kredi Kartı Banka, ödemeyi geciktiren kart sahibine faiz tahakkuk ettirir. Bu, ödenecek faize karşılık borcu geciktirme imkânı verirken, faizden kaçanların zamanında ödeme yapmasını da sağlar. Faizsiz finans kurumları ödemeyi geciktirenden faiz alamazlar. Ama faiz yerine uygulanan gecikme cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Bu problemi faize girmeden çözmek mümkün olduğu halde henüz uygulanmamaktadır. ÖDEMEYİ GECİKTİREN BORÇLUYA CEZA Bu konu ile ilgili on ayrı görüş vardır. Bunlar iki ana başlık altında incelenebilir. Biri, borcu geciktirme sıkıntısına çözüm arayan görüşleri, diğeri de alacaklıya faydası olmayan, sadece borçluyu cezalandırmaya yönelik görüşleri içine alır. I- SIKINTIYA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER Sıkıntıya çözüm arayan sekiz görüş vardır. Bunlardan biri, işlenen suça uygun cezayı öngörür, biri yeni bir akit türü önerir; diğerleri, […]
Talak (Erkeğin Boşama Hakkı)
Kur’ân’a göre talak, kocanın hakkıdır. Talakla ilgili fiillerin faili kocalardır. Kadının evliliği sona erdirme hakkına iftidâ denir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ بِإِحْسَانٍ. “Geri dönülebilir talak iki defa olur. Her birinden sonra kadını ya marufa /Kur’an’daki hükümlere göre tutmak ya da güzellikle ayırmak gerekir.” (Bakara 2/229) Âyetteki الطَّلاَقُ (el-talaku) ifadesinin başındaki “ال = el” marifelik ekidir; kelimeyi et-talâku şeklinde okutur ve “o talak” anlamı verir. Talakın ne olduğu talak sûresinde açıklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَأَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لَا تَدْرِي لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذَلِكَ أَمْرًا. فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآَخِرِ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا. وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا. “Ey Nebi! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz Allah’tan çekinin; onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. […]
Hanefi Mezhebine Göre Cuma Namazı
Hanefi mezhebinde Cuma namazının kılınmasının farz olması için bazı şartlar koşulmuştur. Bu şartlardan birisi de Cumayı kıldıracak olan imamın sultan veya onun görevlendireceği bir kişi olmasıdır. Hanefî mezhebinin böyle bir görüşe varmasının sebeplerini okumamış olan bir kısım müslümanlar, burada sözü edilen sultan kelimesini devlet başkanı olarak anlamışlardır. Bu sebeple Cuma namazını ya müslüman devlet başkanının veya onun görevlendireceği bir kimsenin kıldırması gerektiği zannedilmektedir. Bu görüşe, bazı hayali gerekçeler de eklenerek, Hanefî mezhebinin Cuma namazı için belirlediği şartların Türkiye’de oluşmadığı öne sürülmektedir. Bu yanlış iddia şu şekilde özetlenebilir: “Türkiye laik bir ülkedir. Burada devlet başkanının Cuma namazını bizzat kıldırması söz konusu değildir. Cuma namazı İslâmî egemenliğin bir simgesidir. Fakat laik yönetim İslam’ın egemen olmasını kabul etmez. Bu sebeple böyle bir yönetimin görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı kılınmaz.” Allah’ın emrini yerine getirmekten başka arzusu olmayan ve çoğunluğu gençlerden oluşan kardeşlerimizden bir kısmı bu görüşün doğru olduğuna inanmışlardır. Günümüzde, bu sebeple Cuma namazını kılmayan ve bunu İslam’ın egemen olması uğruna yapılan bir cihat sanan insanlar ortaya çıkmıştır. Hanefî mezhebi böyle bir görüşü asla kabul etmez. Bu gerekçelerle ortaya çıkan kişiler, Cuma namazı gibi bir ibadete engel oldukları için çok ağır bir vebale girmektedirler. Bu yanlış yoldan dönmedikleri sürece hem kendi günahlarını hem de onların görüşlerine dayanarak Cuma namazı kılmayanların günahları kadar […]
İslam’da Müzik
KONUNUN ÖZETİ Müzik konusu tarih boyu hemen bütün medeniyetlerin konusu ve problemi olmuş bir konudur. İnsanlar tarihin her döneminde müziğin gizemli dünyasından istifade etmeye çalıştıkları gibi, müzik sebebiyle meydana gelen bir takım olumsuzluklardan da şikayetçi olmuş ve bunun önünü almaya çalışmışlardır. İslâm tarihinde de tarih tekerrür etmiş, insanlar müziğin gizemli dünyasından kendilerini alamamışlar, bununla beraber çeşitli sebeplerden dolayı olumsuz sonuçlarından da kaçınamamışlardır. Bu da müziğin meşruluğunu tartışma konusu yapmıştır. Yaptığımız araştırmada konu ile ilgili vardığımız sonuçları şu şekilde özetleyebiliriz: I- Kur’ân-ı Kerim’de ses sanatı olarak “müzik” kavramını ifade eden özel bir kelime ve kavram bulunmamaktadır. Ancak müziğin muhtevası, icrası ve sonuçlarını ilgilendiren ve bu hususlarda temel ölçü sayılacak kurallardan söz eden bir çok ayet-i kerime yer almaktadır. Bu kuralları şu şekilde özetleyebiliriz: 1- Müziğin, insanları Allah yolundan alıkoymaması. 2- Din ve dince mukaddes kabul edilen şeyleri alay konusu etmemesi. 3- Dini sorumluluk ve görevleri ihmal edecek seviyede olmaması. 4- Dini değerlere aykırı konularda propoganda özelliği taşımaması. 5- Söz veya icrâsında yalan, iftira, zinaya teşvik gibi dince yasaklanan hususların yer almaması. 6- İbadet gibi telakki edilmemesi. 7- Kur’ân okuma ve dinleme kültürünün önüne geçmemesi. 8- İnsanları nefsânî arzularına esir edecek bir icra, muhteva ve seviyede olmaması. 9- insanları dini ya da […]
Peygamberimizin Hac ve Umresi
Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), (üç kere hacc yaptı. Şöyle ki:) Hicret etmezden önce iki, hicretten sonra da bir hacc ve bununla birlikte bir umre yaptı. Bu hacc sırasında (Medine’den) altmışüç deve sevketti. O sırada Hz. Ali (radıyallahu anh) Yemen’den geldi [beraberinde, Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’ın kestiği kurbanların] geri kısmı da vardı. Bunlar arasında (Ebu Cehl’e ait olup Bedir savaşında ganimet olarak alınan) burnunda gümüş halka bulunan deve de vardı. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) hepsini kesti. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) her deveden bir parça alınmasını emretti. Bunlar (bir kapta) pişirildi. Efendimiz suyundan içti.” [Tirmizî, Hacc 6, (815)] Abdullah İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), saçlarını tarayıp yağladıktan, rida ve izarını giydikten sonra Medine’den ashabıyla birlikte ayrıldı. Rida ve izâr çeşitlerinden, vücudun cildine boyası geçen za’feranla boyanmış olanlar dışında hiçbir şeyi yasaklamadı. Böylece Zülhuleyfe’ye geldi. Orada devesine bindi. Devesi onu Beydâ sırtına çıkarınca O (aleyhisselâtu vesselâm) da, ashabı (radıyallahu anhümâ) da telbiye getirdiler. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) kurbanlığın takısını takıp nişanladı. Bu iş, Zilkade ayının sondan beşinci gününde cereyan etmişti. Mekke’ye Zilicce’nin dördünde indi. (İlk iş) Beytullah’ı tavaf etti. Safa ve Merve arasında sa’yde bulundu. Kurbanlığı sebebiyle ihramdan çıkmadı. Çünkü ona (kurbanlık alameti olan takıyı) takmıştı. sonra Mekke’nin Hacûn yanındaki […]
Ayet ve Hadislerle Hac (Özet)
1- Haccın Farz Olması “Oraya bir yol bulabilenin Beyt’i haccetmesi Allah’a karşı insanların görevidir.” (Âl-i İmrân 97) Afra’ b. Hâbis Nebi sallallahu aleyhi ve selleme sordu: “Ya Resulellah hac her sene midir, yoksa bir tek kere midir?” Buyurdu ki, ” Bir tek keredir. Kimin gücü yeterse nafilesini yapar.[1] 2- İhram a- Ayet “Hac bilinen aylardadır. O aylarda hacca girişen kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, sövüşmek, dövüşmek yoktur. Ne iyilik yaparsanız Allah onu bilir. Kendinize azık edinin, şüphe yok ki azığın en iyisi Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun.” (Bakara 2/197) b- Elbise Bir adam, “Ey Allah’ın Elçisi ihramlı ne giyer?” diye sordu, o şu cevabı verdi: “İhramlı ne ömlek, ne sarık, ne şalvar ne bornos[2], ne mest giyer. Kim ayakkabı bulamazsa, mestin topuktan aşağısını kessin. Vers[3] veya zaferân bulaşmış bir giysi giymeyin. ” [4] c- Koku “Aişe şöyle dedi: “Sanki ben şimdi, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin ihramlı iken, ( daha önce süründüğü) kokunun saç ayrımlarındaki parlamasına bakıyor gibiyim.” [5] 3- Telbiye Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bana Cebrail geldi ve dedi ki, “Ya Muhammed ashabına emret telbiyede seslerini yükseltsinler. Çünkü o haccın simgesidir.” İbn Abbas anlatıyor: “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem umrede […]
Velisiz Nikah
Soru- Gençler ana-babalarından habersiz olarak nikah kıydırıyorlar. Düzenli bir aile hayatı yaşamıyor, çoğu zaman gerdeğe girmeden ayrılıyorlar. Bu olayı fıkıh ve toplumsal açılardan nasıl değerlendiriyorsunuz? Cevap- Hz. Aişe radıyallahu anha’nın bildirdiğine göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem üç kere “Hangi kadın velisinin onayı olmadan nikahlanırsa nikahı batıldır.”[1]buyurmuştur. Ebu Musa radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Hz. Peygamber, “Velisiz nikah olmaz.”buyurmuştur.[2] Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu da rivayet edilmiştir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikah olmaz. Bu şekilde kıyılmayan nikah batıldır. Anlaşamazlarsa sultan velisi olmayanın velisidir.”[3] Sultan bölgenin yetkili amiri demektir. Bugün bildiğimiz kadarıyla velisiz nikah kıyılmamaktadır. Nikahı onaylama yetkisine sahip makam ister Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi belediye başkanları, ister Hıristiyan dünyasında olduğu gibi kilise olsun onların böyle bir yetkiye sahip olmaları velilik yetkisini kullanmaları demektir. Nikah memurunun gerekli incelemeleri yaptıktan ve tarafların onayını aldıktan sonra “Belediye başkanının verdiği yetkiyle sizleri karı koca ilan ediyorum.” diyerek evliliği onaylaması bundandır. Bugün anne-babanın onayı, reşit olmayanların evlenmesinde aranmaktadır. Evlenmek için Hz. Peygamber’in koyduğu veli şartı nikahın, eşler dışında yetkili biri tarafından onaylanması şartı demektir. Eğer veli bulunmaz veya görevini yapmazsa o zaman velilik bölgenin yetkili amirine geçer. İslâm’da veli yalnızca, bakire kız için aranır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Dulun, kendisiyle ilgili olarak velisinden önceliği […]
Dâru’l-Harp’Ta Faiz
Müslümanların egemen olduğu ülkelere dâru’l-İslam, yani İslam ülkesi, egemen olmadığı ülkelere de dâru’l-harp, yani düşman ülkesi adı verilir. Bunların içinde müslümanlarla saldırmazlık ve barış anlaşması yapmış olanlara dâru’l-harp yerine daha çok sulh, eman ve ahid ülkesi denir. Ebû Hanife ile İmam Muhammede göre gayrimüslimlerin ülkesinde (dâru’l-harp) bulunan bir Müslüman, o ülkenin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse orada müslüman olmuş ve henüz İslam ülkesine (dâru’l-İslam’a) göç etmemiş olsun. Ebû Yusuf ise bu görüşte değildir. Çünkü islam ülkesine girmesine müsade ettiğimiz bir gayrimüslim (المستأمن = müste’men) burada faizli işlem yapamayacağına göre bir müslüman da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz. Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde yasaktır. Çünkü faizi yasaklayan ayet ve hadislerde böyle bir yer ayırımı yoktur. Eğer yiyorlarsa, dâru’l-harp ahalisine ölmüş hayvan eti ve domuz satmada ve onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre bunlar da yapılabilir. 1 – DELİLLER a – Hadis Mekhûl’un rivayetine göre Allah’ın Elçisi, sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle demiştir: لا ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب “Dâru’l-harpta müslüman ile harbî arasında faiz olmaz.” Bu hadis hakkında çok söz söylenmiş ve bir çokları böyle bir hadisin varlığını kabul etmemiştir. Kemaleddin b. el-Hümâm şöyle diyor: […]
Nişanlıların Nikahı
NİŞANLI ÇİFTLER KENDİ ARALARINDA NİKAH KIYABİLİRLER Mİ? Soru – Nişanlı çiftlerin haram işlemeksizin bir araya gelerek konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan dinî nikahın, dinî ölçülerimize göre geçerliliği nedir? Nişanlılıkla birlikte kıyılan dinî nikah, nişanlıların cinsel arzu ve eylemlerine meşruiyet kazandırır mı? Cevap – Nişanlı çiftler arasında kıyılan nikah, tam bir nikahtır. Bununla nişanlılık dönemi biter, evlilik dönemi başlar. Yalnız kaç-göçün önlenmesi ve nişanlı çiftlerin haram işlemeksizin bir araya gelerek konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan ayrı bir nikah çeşidi yoktur. Bir tek nikah vardır ve o nikah kıyılınca evlilik dönemi başlar. Artık kızla erkek birer nişanlı çift değil, evli çift olmuş olurlar. Bu nikahtan sonra erkek karısını kendi evine götürme hakkını elde eder. Kadın, kocasının evine gitmemek için, yalnızca mehr-i muaccelinin (yani peşin olarak ödenmesi şart koşulan mehrin) ödenmemiş olmasını engel gösterilebilir. Bundan başka hiç bir şey ileri sürülemez. Çeyiz bitmedi, nişan töreni ya da düğün töreni yapılacak gibi engeller ileri sürülemez. Eğer düğün yapılacaksa derhal yapılır ve koca karısını evine götürür. Mehir, bilindiği gibi erkeğin karısına vermek zorunda olduğu bir maldır. Tarafların anlaşmasına ya da örfe göre bir kısmı peşin bir kısmı da daha sonra ödenebilir. Tamamının peşin olması veya tamamının daha sonra ödenmesi şartını koşmak da caizdir. Nikah sırasında […]
Domuz Derisi
Soru- Tabaklanmış domuz derisi ve ondan yapılan eşyalar alınıp satılabilir mi? Bunlar giyili olarak namaz kılınabilir mi? Cevap- Tabaklanan deri temiz olur. Abdullah b. Abbas, ona dua ve selam olsun, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini bildirmiştir: “Hangi deri tabaklanırsa temiz olur.” (Nesei, Fer’, 4) Kur’an’da ve hadislerde domuz derisinden bahsedilmez. Kur’an’ın dört ayetinde[1] domuz etinin haram olduğu bildirilmiştir. Bunlardan biri şöyledir: “De ki: “Bana gelen vahiyde yiyen kişiye, şunlardan başka yemesi haram kılınmış bir şey bulamıyorum: Ölü (leş), akmış kan, domuz eti ki bir pisliktir ya da üzerine Allah’tan başkasının adı anılarak kesildiği için fısk olan hayvan. Kim çaresiz kalır da birinin hakkına saldırmadan ve ihtiyaç sınırını da aşmadan bunlardan yerse şüphesiz Rabbin, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.” (el- En’am 6/145) Domuz eti necis, yani pis sayılmıştır. Onun pis olduğu, ayette geçen domuz eti (لحم الخنزير) ki, o gerçekten pisliktir ifadesinden anlaşılır. Bu iğrençliğin domuz eti ile ilgili olduğu açıktır. Ama fakihlerin çoğu, buradaki “o” zamirinin domuz etini değil, domuzu gösterdiğini söylemiş ve domuzun, eti gibi derisinin de necis olduğu, tabaklama ile temizlenemeyeceği görüşüne varmışlardır. Bunların dayanaklarını yazının sonunda bulacaksınız. Bunun zorlama bir yorum olduğu bellidir. Çünkü “domuz eti ki, o gerçekten pisliktir” ayetini okuyan herkes, buradaki “o” zamirinin domuzu değil, domuz […]
Delillerle Cuma Namazı
CUMA NAMAZI Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Müminler ! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı anmaya yönelin ve alım satımı bırakın. Bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ın adını da çokça anın ki, umduğunuza kavuşasınız.”(Cuma, 62/9-10) Ebu Hureyre radiyellahü anh Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Namaz kılınacağı zaman koşarak gelmeyin, sükunetle gelin. Yetiştiğiniz rekatları kılın, yetişemediğinizi de tamamlayın.” (Buhârî, Cuma, l8) Cuma Kimlere Farzdır? Abdullah b. Ömer radiyellahü anh, Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Cuma namazı nidayı (müezzinin sesini) işiten herkese farzdır.” (Ebû Davud, Cuma, l056)[1] Tarık b. Şihab, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Cuma namazı, bir topluluk içindeki her müslümana farzdır, köle, kadın, çocuk ve hasta olursa o başka.” (Ebû Davud, Cuma, l067)[2] Ebu Davud, Tarık b.Şihab’ın Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellemi gördüğünü ancak ondan bir şey işitmediğini bu hadisin arkasına not etmiştir. Cuma Gününün Fazileti Ebu Hureyre radiyellahü anh, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor. “Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür. Adem o gün yaratılmış, o gün Cennete konmuş ve o gün Cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de başka bir günde değil, […]
Oruçla İlgili Genel Bilgiler
Oruç, İslâm’ın beş esasından biridir. Farsça “ruze” kelimesinden Türkçe’ye geçmiştir. Önceleri “Oruze” (günlük) olarak kullanılmış; daha sonra “Oruç” şeklinde telaffuz edilmeye başlamıştır. Arapça karşılığı “savm” ve “sıyam”dır. Savm; ‘yiyip-içmemek’, ‘hareketsiz kalmak’ ve ‘her şeyden el etek çekmek’ anlamlarına gelir. Terim olarak oruç, “ibadet niyetiyle tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak”tır. Orucun farz kılındığını bildiren ayet şöyledir: “Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size de farz kılındı.”(Bakara, 2/183) Nebîmiz sallallahu aleyhi selem de orucun önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “Oruç, insanı koruyan bir kalkandır.” [1] Ramazan kameri aylardandır. Yani ayın hareketlerine göre belirlenir. Bu sebeple Ramazan, her yıl bir önceki yıla göre on veya on bir gün önce gelir. Dolayısıyla bazen kışın, bazen yazın oruç tutulur. Böylece Müslüman, soğukta, sıcakta ve her mevsimde Allah’ın oruç emrini yerine getirme fırsatını yakalar. Oruç, davranışlara olumlu etki etmelidir. Nebîmiz şöyle buyurmuştur: “Yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmayan bir kimsenin, yemeği ve içmeyi bırakmasına, aç kalmasına, Allah’ın ihtiyacı yoktur!”[2] “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki, kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir.”[3] “Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin ve onunla dalaşmasın.” […]
Oruca Başlama ve Takvimlerimiz
Soru: Çeşitli takvimler, değişik imsak vakitleri vermekte, aralarındaki fark 20 dakikaya kadar çıkmaktadır. Bunlardan hangisine uymak gerekir? Cevap: Oruca ikinci fecrin doğmasıyla başlanır, akşam güneş batıncaya kadar devam edilir. Güneşin yuvarlağının ufukta kaybolmasıyla iftar edilir. Dağlık arazide bulunanlar, dağların üzerinden güneş ışıklarının çekilmesini beklerler. Bulutlardaki ışıklara bakılmaz. Sabahleyin doğu ufkunda iki çeşit ağarma olur. Birincisi, gökyüzünün ortasına doğru uzanan, üst tarafı daha parlak, altı ufuk çizgisine kadar inmeyen, ortası oval biçimde bir aydınlıktır. Bu, bir müddet sonra keskin bakışlı kimseler dışındakilerin fark edemeyeceği kadar azalır ve bazı bölgelerde tamamen görülmez olur. Bu anda ne sabah namazı vakti girer ne sahur vakti sona erer. Bununla bir dini hüküm sabit olmayacağı için ‘fecr-i kâzib’ yani ‘yalancı tan’ adı verilmiştir. İmsak vakti yaklaşmıştır ama yemeye içmeye devam edilebilir. Bilal Habeşi bu vakitte ezan okuduğu için Peygamber sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur: “Bilal’ın okuduğu ezan ve dikey olarak beliren fecir sahurunuza engel olmasın, fakat ufukta enine yayılan fecir böyle değildir.” ((Müslim, Sıyâm, 41 (1094), 42-44)) İkinci fecir, doğuda gökle yerin birleştiği çizgi boyunca yayılan aydınlıktır. Bu anda yemeye içmeye son verilir ve oruca başlanır. Bununla sabah namazı vakti de girmiş olur. Bu hususlarda bütün mezhepler ittifak etmişlerdir. ((Hanefi Mezhebi’nden İbrahim el-Halebi, Halebi-i Kebir, […]
Aile Adına Tek Kurban
KURBANIN FERT YA DA AİLE ADINA KESİLMESİ TARTIŞMALARI Kurban kesmenin vacip olduğunu söyleyen İslâm hukukçuları aynı zamanda kurbanın tek tek fertlere dönük bir ibadet olduğu kanaatindedirler (aynî vacip). Kurban kesmenin sünnet olduğunu söyleyenlerden bazılarına göre (Ebû Yûsuf (182/798) gibi) de, bu ibadet aynî bir sünnettir. Dolayısıyla aile bireylerinden birinin kurban kesmesi yeterli değildir; yükümlülük şartlarını taşıyan herkesin kesmesi gerekir. ((Mergînânî, el-Hidâye, IV,71; Kadızâde Şemsüddîn Ahmed, Netâicü’l-efkâr, IX,510-1)) Kurban kesmenin müekked sünnet olduğu görüşünde olan İmam Mâlik (179/795)’e göre ise, bir davar, sığır veya deveyi, kişinin kendisi ve şer’an nafakalarını sağlamakla yükümlü bulunduğu aile bireyleri adına kesmesi caizdir. Ancak Mâlik’in görüşü, adına kurban kesilen bireylerin kurbanlık hayvana iştiraki yönüyle değil, sırf kendi adına satın almakla birlikte söz konusu kişileri de buna ortak etmesi bakımından yani sevap itibariyledir. Diğer bir ifadeyle Mâlikî hukukçulara göre, kurban kesen kimsenin niyet etmesi halinde aynı kurbanın sevabına nafaka halkası içinde bulunan birlikte oturduğu yakınlarını da iştirak ettirebilir ve bu kurban onlar için de yeterli olur. (İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I,351-352)) Bununla birlikte İmam Mâlik, maddî durumu iyi olanların ayrı ayrı her bir fert için kurban kesmelerinin daha uygun olacağını belirtmektedir. ((Mâlik, el-Müdevvene, I,547; Bâcî, el-Müntekâ, Beyrut 1403/1983, III,97)) Şâfiî ve Hanbelî fakihler de benzer bir yaklaşımla kurbanın […]
Namazların Birleştirilmesi
Her müslümanın gündüz iki vakitte, gece de üç vakitte namaz kılması farzdır. Allah Teala şöyle buyurur: وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ “Namazı, gündüzün iki bölümünde ve gecenin (gündüze) yakın vakitlerinde düzgün ve sürekli kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, bilgisini kullananların akıllarında tutmaları gereken doğru bilgidir.” (Hud 11/114) “Bölüm” diye anlam verilen kelime “taraf (طرف)”tır. Taraf, bir şeyin bölümlerinden biri anlamına gelir (Lisan’ül Arab). “Gündüzün iki tarafı”, iki bölümü demektir. Namaz kılınması gereken ilk bölüm, güneşin tepe noktasından batıya doğru kaydığı öğle vaktidir (İsra 17/78). İkincisi ise güneş batmadan önce kılınması gereken ikindi namazının vakti olur. “Yakın vakitleri” anlamı verilen kelime, “yakınlık” anlamına gelen “zülfe (زلفة)”nin çoğulu olan “zülef (زلف)”dir (Lisan’ül Arab), Gün, gece ve gündüzden oluştuğu için bu yakınlık, gecenin gündüze yakın vakitleri dışında bir anlama gelmez. Yakınlık, gündüzün aydınlığının gecenin karanlığına karışmasıyla anlaşılır. Kutuplarda beyaz gecelerin yaşandığı zamanlarda da hava sakinleşmeye başladığı zaman akşam namazının vaktinin girdiği, hava soğuduğu zaman ise gündüze yakınlığın ve yatsının son vaktinin bittiği rahatlıkla anlaşılır. Bunlar, gecenin gündüze yakın olan ilk iki bölümüdür. Üçüncü bölümün başlaması ise gündüze ait ışınların doğu ufkuna ulaşmasıyla doğudaki küçük yıldızların kaybolması ve oluşan ısı değişiminin tabiattaki canlıları […]
Borsa
Menkul kıymetlerin alınıp satıldığı yere menkul kıymetler borsası adı verilir. Menkul kıymetler kapsamına tahvil, hazine bonosu ve hisse senetleri girer. Tahvil ve hazine bonosu faizli borç senetleridir. Bunların alım satımı faizli işlem kapsamına girer. Hisse senetleri ise şirketlerin ortaklık senetleridir. Bunları alanlar, ilgili şirketin ortağı olurlar. Bunlar küçük ortak olacağından A.Ş.’nin büyük ortaklarının insafına terk edilmiş olurlar. S.P.K. (Sermaye Piyasası Kanunu) ve yönetmeliklerle bunların durumu iyileştirilmeye çalışılmıştır. Ancak A.Ş.’lerin yapısında temel değişiklikler yapılmadan, yönetimi üstlenen kişiler, yaptıkları haksız davranışlardan bizzat sorumlu tutulmadan, en küçük ortağın hakkını koruyacak değişiklikler yapılmadan bu haksızlıkların önüne geçmek mümkün olmaz. Bugüne kadar yapılan değişiklikler yeterli olmamıştır. A- Menkul Kıymetlerin Halka Arzı ve Satışı S.P.K.’nın 6. maddesine göre, “Menkul kıymetlerin halka arzında açıklanacak bilgiler izahnâmede yer alır. İzahnâmede hangi bilgilerin bulunacağı hisse senetleri ve tahvil ihraçları bakımından ayrı ayrı olmak üzere T.T.K.’nın ilgili maddelerindeki hususlar göz önünde tutularak kurul tarafından belirlenir. Halka arz izninin verilmesinden sonra izahnâme Ticaret Sicili’ne tescil ve ilan edilir. Halkın menkul kıymetleri satın almaya davet edilmesi izahnâme ve esas sözleşmeye, kurulun gerekli maddeleri eklediği bir sirküler ile yapılır. Yapılacak ilan ve açıklamalar, ne gerçeğe uymayan abartılı veya yanıltıcı bilgiler içerebilir ne de halka arz izninin resmî bir teminat olarak yorumlanmasına yol açacak […]
İç Denetim
(Bu yazı, Caferilik İnancını Tanıtma, Araştırma ve Eğitim Derneği’nin 14-15 Nisan 2007 tarihinde İstanbul’da düzenlediği “Fikirde Uzlaşı, Eylemde Birlik” uluslararası sempozyumunda sunulmak üzere hazırlanmıştır.) Hıristiyanlıkta şirk en büyük günahtır. “Birinci emir şirki yasaklar. Allah’tan başka ilahlara inanmak ve Tek ilahtan başka ilaha saygı göstermek yasaktır. Putları reddetmek gerekir. ((Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, İstanbul 2000, paragraf 2112. (Papa 14. Lui’nin (Episkopos II. Jean Paul) emriyle 1986’da Kardinal Joseph Ratzinger başkanlığında kurulan 12 kişilik bir heyetin altı yıllık çalışmasıyla meydana getirilmiş ve Vatikan Kilisesi tarafından kabul edilmiş öğretileri içerir. Dominik PAMİR Türkçe’ye çevirmiş, Türkiye Episkoposlar Konferansı adına neşredilmiştir.)) İncil’de şöyle geçer: فَأَجَابَهُ يَسُوعُ:«إِنَّ أَوَّلَ كُلِّ الْوَصَايَا هِيَ: اسْمَعْ يَا إِسْرَائِيلُ. الرَّبُّ إِلهُنَا رَبٌّ وَاحِدٌ. وَتُحِبُّ الرَّبَّ إِلهَكَ مِنْ كُلِّ قَلْبِكَ، وَمِنْ كُلِّ نَفْسِكَ، وَمِنْ كُلِّ فِكْرِكَ، وَمِنْ كُلِّ قُدْرَتِكَ. هذِهِ هِيَ الْوَصِيَّةُ الأُولَى. ( مرقس اصحاح 12/29-30) “Dinle ey İsrail, Allah’ımız Rab, bir olan Rab’dir”. (İncil, Markos 12/29) فَأَجَابَهُ يَسُوعُ وَقَالَ:«اذْهَبْ يَا شَيْطَانُ! إِنَّهُ مَكْتُوبٌ: لِلرَّبِّ إِلهِكَ تَسْجُدُ وَإِيَّاهُ وَحْدَهُ تَعْبُدُ». لقا اصحاح /48 “Tanrın olan Rabb’e secde et ve yalnız ona kul ol.” (İncil/Luka 4: 8) İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır. Ama bugünkü İncil’in büyük bölümü Pavlus’un, bir kısım havarilerin ve kimliği bilinmeyen kişilerin mektuplarından oluşur. Bu sebeple şirki […]
Kadının Dövülmesi
GİRİŞ Nisa 34. âyette “Nüşuzundan korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin/güzel sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları (oraya) darb edin” emirleri yer alır. Nüşûz =نُشُوزً, gideceği zaman oturduğu yerden hafifçe kalkmaktır[1]. Darb =ضرب, bir şeyi bir şeyin üstüne vurmak veya sabitlemektir[2]. Hemen hemen her iş için kullanılan[3]darb kelimesinin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre değişir. Türkçede, darb’a en yakın olan “vurmak” fiilinin de otuz civarında anlamı vardır. Damga vurma, ayağını yere vurma, silahla, yumrukla veya sopayla vurma, ışık vurması, karaya vurma gibi kullanımlar, “bir şeyi bir şeyin üzerine vurma” anlamındadır. Duvara boya vurma, ata eğer vurma, başörtüyü boyuna vurma, binaya çatı vurma, kafayı vurup yatma, kapıya kilit vurma, soğuk vurması, dolu vurması ve birine vurulma gibi kullanımlar da “bir şeyi bir şeyin üstüne sabitleme” anlamındadır[4]. Gelenekte Nisa 34. âyetteki nüşûz’a baş kaldırma, darb’a da dövme anlamı verilmiştir. İlgili hadislere de bu anlam verilince İslâm’ın erkeğe, eşini dövme yetkisi verdiği kanaati oluşmuştur. Türkiye Diyanet Vakfı meâli şöyledir: الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا. “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün […]
Kadınların Şahitliği
“ …Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa, kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir. Biri yanılırsa, diğeri hatırlatır. Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister büyük, ister küçük olsun, vâdesi ile birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böylesi Allah katında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygun olur…” (Bakara 2/282) Kur’ân, şahitlik konusunda kadın-erkek ayırımı yapmadığı halde, fıkıh geleneğinde ayrım yapılmış hatta had ve kısas davalarında şahitlerin tamamının erkek olması şart koşulmuş, diğer davalarda iki erkek veya bir erkek ile iki kadın yeterli görülmüştür. Borç doğuran hukuki ilişkileri tespit ile ilgili âyette şöyle buyurulmuştur: “…Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın da olabilir. Biri yanılırsa diğeri hatırlatır…” (Bakara 2/282) Bağlantılarına bakmayınca âyetin şahitlik konusunda kadın erkek ayırımı yaptığı kanaatine varılabilir. Nitekim eski fakihler bu kanaatle hareket etmişlerdir. Âyetin devamı şöyledir: “…Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister büyük, ister küçük olsun, vâdesi ile birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böylesi; Allah yanında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygun olur….” “…Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır…” ifadesi, borcu yazıyla tespit açısından da şahitlik nisabı açısından da değerlendirilebilir. “Daha sağlam” sözü “sağlam”ın karşıtıdır. Sağlam olan iki şey karşılaştırılınca birine […]
Kadir Gecesi ve İtikâf
“Doğrusu Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece Rab’lerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”(Kadr, 97/1–5) Kadir gecesinin Ramazanda olduğu bellidir. Çünkü Allah Teala şöyle buyurur: “Ramazan öyle bir aydır ki Kur’an o ayda, insanlara doğruyu gösteren ve doğruyu yanlıştan ayıran belgeler halinde indirilmiştir…” (Bakara, 2/185) Ama Ramazanın hangi gecesinin Kadir Gecesi olduğu belli değildir. Peygamberimizin (sav) tavsiyesi onu Ramazan ayının son on gününün tek gecelerinde aramaktır. Buna göre kadir gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş, yirmi yedi ve yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir. Kadir gecesi ile ilgili hadisler şöyledir: “Her kim sevabına inanıp onu kazanmak ümidiyle Kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları affedilir.”[1] Aişe (r. anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha çok çaba gösterirdi. Son on günde geceyi ihya eder, ailesini de (gecenin ihyası için) uyandırırdı…”[2] Aişe (r. anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikafa girer ve derdi ki: “Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın.”[3] Ebu Saîd (ra) anlatıyor: “Biz Peygamberimiz (aleyhissalâtu […]
Şarta Bağlanan Talâk (Master Tezi)
ÖZET Aile, iki temel üzerinde kurulmuştur. Temelin biri erkek diğeri kadındır. Eşlerin hür iradelerine ve karşılıklı isteklerine dayanan nikâh akdi ise aile yuvasının kurulmasını sağlayan önemli bir akittir. İslâm Hukuku, evlilik birliğinin sürekli olması için sağlam temellere oturtulmasını hedeflemiş ve buna yönelik düzenlemeler yapmıştır. Bununla birlikte karı-koca, evliliği sürdüremeyecek derecede anlaşmazlığa düşerse bu durumda İslâm Hukuku en son çare olarak boşamaya cevaz vermektedir. Ancak bunu da belli bir düzene koymuştur. Allah c.c. talâkın nasıl yapılacağını Kur’an’da bizlere açıklamıştır. Allah c.c. bu konuda bir sure indirmiş, bununla birlikte yaklaşık otuz üç ayette doğrudan veya dolaylı olarak talâktan söz etmiştir. Kur’an’da bu kadar geniş yer alan talâk konusu, İslâm âleminde, ayet ve hadisler açısından yeterince ele alınmamış, Kur’an ve sünnete aykırı içtihatlarda bulunulmuş, bu içtihatlar ise birçok aileyi felâkete sürüklemiştir. Bu içtihatlardan biri de şarta veya belli bir zamanın gelmesine bağlanan talâk, konusudur. Böyle bir talâk, kadına gözdağı vermenin bir ihtiyaç olduğu düşüncesiyle geçerli sayılmıştır. Biz de böyle önemli bir konunun Kur’an ve Sünnet ışığında araştırılmasının gerekli olduğunu düşünerek, danışman hocamın da tavsiyesiyle bu çalışmayı yapmaya karar verdik. Çalışmamız giriş hariç üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde talâkı Kur’an ve Sünnete göre genel olarak anlatmaya çalıştık. Şarta veya zamana bağlanan talâkın, fıkıh kitaplarında […]
Kadınların Yolculuğu – 2
KADINLARIN MAHREMSİZ OLARAK YOLA ÇIKMASI Mahremsiz bir kadının bazen görev gereği, bazen de gezmek amacıyla tek başına veya hanımlardan oluşan bir grupla, sefer müddeti ve mesafesinde şehirlerarası yolculuklara çıkmasını; yolculuk ve yol güvenliği başlıkları altında incelemek uygun olacaktır. A- YOLCULUK Allah Teâlâ, bazı sebeplerle yolculuk yapmayı emretmektedir. Bunlar: 1- Kültür amaçlı yolculuk: أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ “(Kafirlik edenler) Yeryüzünü gezip dolaşmadılar mı ki kendisiyle doğru bağlantı kuracakları kalpleri, dinleyecekleri kulakları oluşsun! Şu bir gerçek ki, gözler kör olmaz ama göğüslerdeki kalpler kör olur.” (Hac 22/46) 2- Bilim ve araştırma amaçlı yolculuk قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللَّهُ يُنشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “De ki: “Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın yaratmaya nasıl başladığına bir bakın!” Sonra Allah, yaratmayı son kez yapacaktır. Allah her şeye bir ölçü koyar.”(Ankebut 29/20) 3- Dinler tarihi amaçlı yolculuk وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ “Kulluğu Allah’a yapın ve tağutlardan uzak durun!” desinler diye her ümmete bir elçi gönderdik. Onların içinden, Allah’ın yoluna kabul ettiği kimseler de oldu, sapıklığı […]
Kadın Erkek Tokalaşması
Kadın Erkek Tokalaşması Haram mıdır? İslâm Dini’nin ana kaynakları Kur’ân-ı Kerim’dir ve de O’nun açıklaması ve uygulaması niteliğindeki Muhammedî Sünnet’tir. Bir sözü, davranışı ve işi haramlıkla vasıflandırabilmek için haram hükmünün doğrudan bu iki kaynağa veya bu iki kaynaktan birine dayanması gerekir. Yüce Rabbimiz Kur’ânımızın İsra sûresinin 32. âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, apaçık bir çirkinliktir ve kötü bir yoldur.” Bu âyet zinayı yasaklamanın yanı sıra zinaya yaklaştırıcı eylemleri de yasaklamaktadır. Sevgili Peygamberimizin ilgili sözlerinden hareketle zinaya yaklaştırıcı eylemleri çıplaklık, aralarında mahremiyet bağı bulunmayan kadınla erkeğin gözlerden ırak beraberliği, iradeli ve arzulu bakış ve bedenî temas olarak özetleyebiliriz. Bedenî temasın bir şekli de tokalaşmadır. İslâm literatüründe müsâfaha olarak isimlendirilen tokalaşmanın yükümlülük yönünden Mubah, Sünnet ve Haram türleri vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de tokalaşma, mübâya’a masdarından fiil ve emir kipleriyle fakat çağrışımı yapılan soyut tokalaşma manasında değil, siyasî otoriteye bağlılık anlamında kullanılmaktadır. ((Fetih 10; Mümtahine 12.)) Bu sebeple açıklamalarımızı sözlü ve fiilî sünnet merkezli olarak yapacağız. a- Müslüman erkeklerin ve kadınların karşılaştıklarında erkek erkeğe ve kadın kadına tokalaşmaları yükümlülük bakımından Sünnet’tir. Bir diğer anlatımla Hz. Peygamberin uygulamasını izlemektir. Bu konuda İslâm bilginlerinin görüş birliği vardır. Çünkü Peygamberimiz bizzat kendileri tokalaşmışlar, tokalaşmaya yönlendirici buyruklarında da şöyle buyurmuşlardır: “Allah, karşılaştıklarında müsafaha eden (tokalaşan) iki […]
Mescid-i Nebî’de Kırk Vakit Namaz
Peygamberimizin şöyle dediği iddia edilir: “Kim, bir tek namaz kaçırmaksızın benim mescidimde kırk vakit namaz kılarsa ona cehennem ateşinden uzak oluş ve azaptan kurtuluş yazılır. O, nifaktan uzak olur.” ((Ahmed İbni Hanbel, el-Müsned, III, 155; Taberânî, el-Evsat, VI,210; No.5540: من صلى فى مسجدى اربعين صلاة لاتفوته صلاة كتب له براءة من النار و نجاة من العذاب و برىء من النفاق الجهد: بلوغك غاية الأمر الذي لا تألو عن الجهد فيه)) Namaz, bütün müminlere farzdır ve her yerde kılınabilir. Mescit, namazın cemaatle kılındığı yerdir. Peygamberimizin mescidi, bu açıdan diğer mescitler gibidir. Kur’an-ı Kerim, yeryüzündeki ilk mabedin Mekke’de olduğunu, oraya girenin güven içinde olacağını, o mabedi ziyaretin oraya yol bulabilen her mümine farz olduğunu bildirir. Ama onu, başka konularda diğer mescitlerden ayırmaz. Mescid-i Haram’a ve hacılara hizmetle övünen Mekkeli müşriklerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Müşrikler, kendi kâfirliklerini bilip dururken Allah’ın mescitlerine hizmete yetkili değillerdir. Onların çalışmaları boşunadır. Onlar hep ateş içinde kalacaklardır. Allah’ın mescitlerine hizmeti sadece, Allah’a ve ahiret gününe inanan; namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar yapabilirler. Bunların doğru yolda olmaları umulur.” (Tevbe 9/17-18) Mekkeli müşrikler Mescid-i Haram derken, Allah Teâlâ’nın bütün mescitleri içine alacak şekilde “Allah’ın mescitleri” demesi önemlidir. Daha önemlisi, Allah’a ve ahiret gününe inanan, […]
Oruç Fidyesi
Allah Teâlâ şöyle buyurur: اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ “(Size yazılan oruç) sayılı günlerde tutulur. Sizden kim, hasta veya yolculuk halinde olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Orucu tutabilecek olanların bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) vermesi de gerekir. Kim bir iyiliğin fazlasını yaparsa onun için iyi olur. Oruç tutmanızın ne kadar iyi olduğunu bilseniz, (hasta ve yolcu olmanıza rağmen) tutarsınız. …” (Bakara 2/184) Âyette geçen (الذين يطيقونه وعلى ) = ve alellezîne yutîkûnehû) ifadesi “…onu tutabilenlere…” anlamındadır. Ancak âlimlerimizin çoğu âyete; “…onu tutamayanlara…” şeklinde olumsuz anlam vermişlerdir. Bu, şaşırtıcı bir durumdur. Şimdi olumlu anlam ile ortaya çıkan hükümleri ve anlamı olumsuza çevirmenin sebep ve sonuçlarını görmeye çalışalım: 27.1. Olumlu Anlam Bakara 184. âyetteki ( الذين يطيقونهوعلى ) ibaresine “..onu tutabilenlere..” şeklinde olumlu anlam verince, “onu” zamiri ya bu âyette sözü edilen hasta ve yolcuların, tutamadıkları Ramazan orucunu kaza etmeleri halini ya da 183. âyette yer alan orucu (الصيام es-sıyâm) gösterir. 27.1.1. Zamirin Orucu (الصيام) Göstermesi 184. âyette olan “onu” zamirinin 183. âyetteki orucu gösterdiğini söyleyenlere göre yolcu ve hasta olmayıp oruç tutabilenler önceleri serbestti; isteyen […]
Hacda Ticaret ve Sosyal Etkinlik
Allah Teâlâ İbrahim aleyhisselama şöyle demişti: “Hac için insanlara çağrı yap da yaya olarak ve bitkin binekler üzerinde derin vadilerden geçip sana gelsinler. Gelsinler de kendi menfaatleri bizzat görsünler ve onlara rızık olarak verdiği küçük ve büyük baş hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın adını ansınlar. Onlardan yiyin, eli darda olan yoksula da yedirin. Sonra Arafat vakfesini[1] tamamlasınlar, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i atîki (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (Hac 22/27–28) Dikkat edilirse âyetlerin iki faklı şeye vurgu yaptığı görülür; biri elde edilecek menfaat, diğeri yapılacak ibadettir. Bunların ikisi de menfaattir; biri din ile diğeri de dünya ile ilgilidir. Şu âyette de buna benzer bir vurgu vardır: “(Hac mevsiminde) Rabbinizin ikramını aramanızda bir günah yoktur. Arafat’tan boşalıp aktığınız zaman Meş’ar-i Haram yanında Allah’ı anın. Size nasıl gösterdiyse onu öyle anın. Doğrusu, bundan önce siz gerçekten, yanlış yolda idiniz.” (Bakara 2/198) Sahabeden Abdullah İbn Abbas diyor ki: “Hac ibadeti başlamadan önce insanlar Mina’da, Arafat’ta, Zü’l-mecaz panayırında ve diğer panayırlarda alım satım yaparlardı. Sonra ihramlı ilken alım satım yapmaktan korkar oldular. Bunun üzerine Allah Teâlâ yukarıdaki âyeti indirdi.” ((Ebu Davud, Sünen, Menasik 7, hadis no 1734.)) Bu panayırlar İslâm’dan sonra da kurulmaya devam etti. İlk terke uğrayan Ukâz panayırı oldu. Hâricîler zamanında (hicri 129 yılında) kurulamadı ve ondan sonra tamamen bırakıldı. […]
Fırsatlar Ayı Ramazan
Kur’an-ı Kerim’de oruçla ilgili hükümlerin anlatıldığı ayetler, Bakara sûresinin 183 ilâ 187. ayetleridir. Bu ayetler okunduğunda bazı kavramların ön plana çıktığı görülmektedir. Aşağıda bu ayetlerde ramazan ayının Müslümanlara sunduğu fırsatlar olarak değerlendirilen “takvâ”, “Kur’an”, “şükür” ve “dua” kavramları üzerinde durulacaktır: 1. Fırsat: Takvâ Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de orucun amacını şöyle belirtmiştir: “Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.” (Bakara, 2/183) Mealde altı çizili olan yer, ayet metnindeki (لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ) “leallekum tettekûn” ifadesinin karşılığıdır. “Tettekûn” kelimesi, takvâ (تقوى) kelimesinden türemiştir. Bu durumda ayetin anlamı; “takvâlı olasınız diye” demek olur. ‘Bir şeyi kendisine sıkıntı ve zarar veren şeylere karşı korumak’ anlamındaki vikâye kelimesinden türeyen takvâ ‘kişinin kendisini korktuğu bir şeye karşı koruma altına alması’ yani kısaca ‘korunmak’ demektir.[1] Günahlardan, haramlardan, şirke düşmekten vs. her türlü kötülükten korunmak… Bu yüzden oruç insanları aç bırakmak için değil, onları takvâlı birer kul haline getirmek, Allah’a karşı sorumluluk bilinci ve otokontrol melekesi kazandırmak için farz kılınmıştır. Zaten Farsça rûze kelimesinden dilimize geçen orucun Arapça karşılığı da savm/sıyâm’dır. Bu da ‘tutmak’ anlamına gelir: Kendini tutmak. Oruçluyken yemeye, içmeye ve cinsel ilişkiye karşı kendini tutmak. İşte insan oruçluyken aynı zamanda Allah’ın yasakladığı diğer şeylere karşı da kendini koruduğu vakit orucun […]
Kadir Gecesi
Kadir Gecesi’ni, kader gecesi diye tercüme edebiliriz. Kadr veya kader, ölçü koyma ve ölçü anlamlarına gelir. Kadir gecesi, bir yıllık ölçülerin belirlendiği ve görevli meleklere emirler halinde verildiği gecedir. Yaratılacak her şeyin önce ölçüsü oluşturulur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz, her şeyi bir kadere (ölçüye) göre yaratırız.”. (Kamer 54/49) Kadir gecesi Ramazan ayı içerisindedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ramazan Kur’ân’ın indirildiği aydır.” (Bakara 2/185) “Biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sen nereden bileceksin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gece melekler, Rablerinin izniyle, her konudaki ruhlarla (kendilerine verilmiş görevlerle) inerler. O, tanyeri ağarıncaya kadar güvenlik ve esenlik gecesidir.” (Kadr Suresi) “Hâ, Mîm. Her şeyi açıkça ortaya koyan bu Kitap önemlidir. Onu bereketli bir gecede (kadir gecesinde) indirdik. Onunla uyarılarda bulunmaktayız. Karara bağlanmış her iş için o gece görev paylaşımı yapılır. Paylaşım tarafımızdan yapılır. Biz, elçiler (melekler) göndeririz. Rabbinin /Sahibinin bir ikramı olarak… O, her şeyi dinler ve bilir. ” (Duhân 44/1-6) Kadr suresi 4. ayetteki melekler, ruh ve emir ile ilgili Nebimizden gelen bir açıklama yoktur. Bu bize konuyu Kur’ân’dan kolayca öğrenebileceğimizi gösterir. MELEKLER Allah Teâlâ meleklerle ilgili olarak şöyle buyurur: “Göklerin ve yerin fıtratını (kanun ve kurallarını) koyan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah her şeyi güzel yapar. Koyduğu kurala göre yaratılışa ilavelerde de bulunur. Allah […]
Nebi Aleyhisselamın Cuma Namazı
Cuma günü zevalden önce kılınan namaz Mücahid Ebû Halil’den, o Ebû Katâde’den, Nebi aleyhisselamın cuma günü dışında günün ortasında namaz kılmayı mekruh gördüğünü rivayet etmiştir. şöyle buyurmuştur : “Cuma günü dışında Cehennem tutuşturulur.” (Ebû Davud Cuma l083)[1] İmamın minberden indikten sonra konuşması Enes radiyellahü anh şöyle dedi: Resulüllah aleyhisselamı namaz için ikamet alındıktan sonra gördüm, bir kişi kendisi ile kıble arasında durmuş onunla konuşuyordu. Konuşup durdu, o kadar ki, Nebi aleyhisselamın uzun süre ayakta kalmasından dolayı bazılarımızı uyku basmıştı.” (Tirmizî Cuma 518) Cumanın farzından sonra kılınan namaz Abdullah b. Ömer radiyellahü anh şöyle dedi : Nebi aleyhisselam Cuma namazından sonra mescidden ayrılıncaya kadar namaz kılmaz, ayrılınca evinde[2] iki rekat kılardı. (Buhârî Cuma 39, Müslim Cuma 71) Abdullah b. Ömer, Cuma günü olduğu yerde iki rekat namaz kılan birini gördü ve onu iterek şöyle dedi : “Cumayı dört rekat olarak mı kılmak istiyorsun ? ” Abdullah evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle derdi : “Resulüllah aleyhisselam böyle yapardı. “(Ebû Davud Cuma l127) Atâ, Abdullah b. Ömer ile ilgili olarak şunları söylemiştir : Mekke’de bulunur da Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekat kılar, sonra ileri geçer dört rekat kılardı..Medine’de olduğu zaman Cumayı kılar, sonra evine döner iki rekat kılardı. Mescitde kılmazdı. […]
Fitre (Fıtır Sadakası)
Sözlükte ‘yaratmak’, ‘icat etmek’, ‘kesmek’ manalarına gelen “fatr” kökünden türeyen “fıtr” kelimesi oruca son vermeyi, orucu açmayı (iftar) ifade eder. Ramazan ayını yaşamanın, onun mükâfat ve bereketinden faydalanmanın bir şükran belirtisi olarak verilen sadakaya sadaka-i fıtr denir.[1] Kelime Türkçede yaygın olarak fitre şeklinde kullanılmaktadır. Fitre, Ramazan orucunun farz kılındığı hicri ikinci yılda farz kılınmıştır. Bir hadiste Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellemin, fitreyi 1 sâ’ (yaklaşık 3 kg civarında bir ölçek) hurma veya 1 sâ’ arpa olmak üzere kadın erkek her Müslümana farz kıldığı rivayet edilmiştir.[2] Allah’ın Resûlü’nün bir şeyi farz kılmış olması, onun Allah tarafından farz kılınmış olması demektir. Zira resûl, kendisine verilen sözü yüklenen ve kendisini gönderenin haberlerine/emirlerine tabi olan kişidir. Dolayısıyla Allah’ın Resûlü, Allah’ın emir ve yasaklarını olduğu gibi tebliğ eder. Buradan hareketle Resûlullâh fitrenin farz olduğunu söylemişse mutlaka Allah öyle emrettiği içindir. Allah’ın bununla ilgili emri ise şu ayette yer almaktadır: وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ “… Onu tutabilecek olanların bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) vermesi gerekir. Kim bir iyiliğin fazlasını yaparsa onun için iyi olur…” (Bakara, 2/184) Ayet metninde yer alan “yutîkûnehû (يُطِيقُونَهُ)” kelimesindeki “hû (ه) onu” zamiri 183. ayetteki “es-sıyâm” yani “o oruç” kelimesini gösterir. Bu durumda […]
Teravih Namazı
Teravih, ‘tervîha’ kelimesinin çoğuludur. Tervîha ise sözlükte ‘istirahat etmek’, ‘dinlenmek’, ‘huzur duymak’, ‘sevinmek’ ve ‘bir işi kolaylaştırmak için nöbetleşe yapmak’ gibi anlamlara gelir. Teravih namazı Ramazan ayında yatsı namazının son sünnetinden sonra kılındığı ve her dört rekâtından sonra biraz istirahat edildiği için bu adı almıştır. Buharî’de geçen bir rivayette Aişe Validemiz, Nebimizin Ramazan ayında olsun ya da başka vakitte olsun geceleri on bir rekâttan fazla nafile namaz kılmadığını söylemiştir.[1] Aişe Validemizden gelen bir başka rivayet şöyledir: “Allah’ın elçisi bir gece mescitte nafile namaz kılmıştı. Birçok kimse de ona uyarak namaz kıldı. Sabah olunca Ashab, “Allah’ın elçisi geceleyin mescitte namaz kıldı” diye konuştular. Ertesi gece Allah’ın elçisi yine namaza durdu. Halk yine onları konuştu, katılanların sayısı iyice arttı. Üçüncü veya dördüncü gece halk yine toplandı. Öyle ki mescid, insanları alamayacak hâle gelmişti. Ancak Nebimiz o gece yanlarına çıkmadı Sabah olunca: “Yaptığınızı gördüm. Size çıkmamdan beni alıkoyan şey, o namazın sizlere de farz oluvermesinden korkmamdır” dedi. Bu hâdise Ramazanda cereyan etmişti.”[2] Konuyla ilgili olarak nakledilen hadislerde Nebimizin ashaba kaç rekât namaz kıldırdığı belli değildir. O, Ramazan dışında nafile namazlarını mescitte kılmazdı. Ramazan’ın son on gününde itikâfta bulunduğu için sürekli kıldığı 11 rekâtı mescitte kılmıştı. Bunlardan üç rekâtı vitir olduğu için geriye sekiz […]
Ramazan ve Kur’ân
Kur’an, Ramazan ayında indirilmiştir. Bu itibarla Ramazan, Kur’an ayıdır. Allah Teala şöyle buyurur: “Ramazan öyle bir aydır ki, insanlara yol gösteren, doğrunun belgelerini içeren ve doğruyu yanlıştan ayıran Kur’ân o ayda indirilmiştir…” (Bakara, 2/185) Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi bu aydadır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Biz onu Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır…” (Kadr, 97/1–3) Kur’an’ın indiği gece olduğu için bin aydan hayırlı olduğu ilan edilen Kadir Gecesi, Kur’an’ın Allah katında ne kadar önemli olduğunu gösterir. Kur’an’ı okuyup anlamı üzerinde düşünürsek onun önemini asıl o zaman anlamış ve Kur’an’dan yararlanmaya başlamış oluruz. Bunun için Ramazan ayı tam bir fırsattır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed, 47/24) “Biz o Kur’an’ı senin dilinde indirerek kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar.” (Duhan, 44/58) “Andolsun ki biz bu Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Yok mu düşünen?” (Kamer, 54/17) Allah Teala, Kur’an’ın nasıl okunması gerektiğini ise şöyle açıklamıştır: “Ey örtünüp bürünen! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce kalk ve ağır ağır Kur’an oku. (Müzzemmil, 73/1–9) Biz, sana, taşıması ağır bir söz (bir görev) yükleyeceğiz. Gece kalkmak daha dokunaklı ve o okumak […]
Ramazan ve Dualarımız
Ramazan ayı bağışlanma için tam bir fırsat. Bu ayda kendimizi gözden geçirmeli, günahlarımıza tevbe ve istiğfar etmeliyiz. Bu ay bizim için yeni bir başlangıç olmalı. Yaptığımız ibadetler sadece bu ayda kalmamalı, Ramazanı fırsat bilip kendimizi rabbimizin razı olacağı yeni alışkanlıklara hazırlamalıyız. Bunun için öncelikle günahlarımızdan tevbe etmeli, yüce rabbimizden bağışlanma dilemeliyiz. Yüce rabbimiz “bana dua edin duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60) buyurmuştur. Oruçla ilgili ayetler arasında dua ile ilgili bir ayet vardır. Ayet şöyledir: “Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına karşılık veririm. Onlar da bana karşılık versinler. Bana güvensinler. Böylece olgunlaşırlar.” (Bakara, 2/186) Demek ki oruç ile dua arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu yüzden Peygamberimiz (sav), Allah tarafından reddedilmeyecek duaları sayarken oruçlunun duasını özellikle belirtmiştir. [1] Bu bölümde Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı dua cümlelerini hem Arapça asılları hem de Türkçe anlamları ile vermeyi uygun gördük. Bu duaları ezberlemeli, özellikle iftar ve sahur vakitlerinde, namazlarımızda, yolda yürürken, gece yatarken kısacası her zaman bu dualarla rabbimize yalvarmalıyız. سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ “İşittik ve boyun eğdik. Bağışla bizi rabbimiz! Dönüş sanadır.” (Bakara, 2/285) رَبَّنَا لا تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلا تَحْمِلْ […]
Fıkıhta Kıyas ve Değerlendirilmesi
ÖZET FIKIH USÛLÜ ESERLERİNDEKİ FIKHÎ KIYAS ÖRNEKLERİNİN BU ESERLERDE ÇERÇEVESİ ÇİZİLEN FIKHÎ KIYAS ANLAYIŞINDAN HAREKETLE DEĞERLENDİRİLMESİ Fıkıh eserlerinde kendisine en fazla atıfta bulunulan metodlardan biri belki de ilki olan fıkhî kıyasa dair usûl eserlerinde verilen örneklerin yüzyıllarca belli birkaç örnekten öteye geçememesi dikkat çekicidir. Öte yandan bu örneklerin usûl eserlerinde çerçevesi çizilen fıkhî kıyas anlayışıyla ne derece örtüşüp örtüşmediğinin yani teori-pratik uygunluğunun tahlil edilmesi de çok önemlidir. Bu makalede usûl eserlerinde en çok zikredilen üç fıkhî kıyas örneği yine bu eserlerde çerçevesi çizilen kıyas anlayışından hareketle test edilecektir. Ayrıca seçilen üç örnek kapsamındaki konular Kuran’dan hareketle çözüme kavuşturulmaya çalışılacaktır. SUMMARY EVALUATION OF EXAMPLES OF QIYAS (ANALOGY) IN THE BOOKS OF USUL AL-FIQH (PRINCIPLES OF THE ISLAMIC JURISPRUDENCE) IN POINT OF UNDERSTANDING OF QIYAS IN THIS BOOKS It is striking that, for centuries, at the books of usul-al fıqh, it has been limited to a few examples relating to qıyas (analogy) that it is one of the methods, perhaps one of the first, refered in the books of fiqh. Moreover, it is very important to be analyzed that to what extent whether these examples overlap to understanding of analogy or not. In this article, three examples that the most mentioned at […]
Kadınların Cuma Namazı
Beş vakit namazdan farklı olarak mutlaka cemaatle kılınması gerekli olan Cuma namazı Yüce Rabbimizin erkek-kadın ayırımı yapmaksızın Kur’an’ın Cuma sûresinin 9. âyetiyle emrettiği bir namazdır. Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed de ayırım yapmamış, Cuma namazı erkekler gibi kadınlara da meşrulaştırılmıştır. Ancak meşrû mazeretler sebebiyle erkeklere olduğu gibi kadınlara da Cuma namazlarına katılmama ruhsatı verilmiştir. Cuma namazının kadınlar için görev olmaktan çıkarıldığına ilişkin bir tek sahih hadis yoktur. Örneğin 5474 hadis rivayet eden Ebû Hüreyre’den, 2630 hadis rivayet eden Abdullah b. Amr’dan, 2286 hadis rivayet eden Enes b. Malik’ten ve sürekli olarak Peygamberimizle birlikte olan ve ondan 2210hadis rivayet eden annemiz Hz. Âişe’den ve diğer bilinen kadın sahabilerden kadınlardan Cuma namazının düşürüldüğüne dair bir tek hadis gelmemiştir. Hadislerin Hanefî Mezhebi müctehitlerinin istidlal ettiği “Çocuk, esir/köle, kadın ve hasta dışında Allah’a ve Âhiret Gününe inanan kişiye Cuma günü Cuma Namazı farzdır” hadisi dâhil bütünü delil getirilemeyecek türde zayıf hadislerdir. Bu konudaki hadislerin hadis tekniği bakımından en kuvvetlisi olan Ebû Davûd’un Tarık b. Şihab’dan rivayet ettiği “Cuma namazı esir, kadın, çocuk ve hasta dışındaki bütün ergin müminlere farzdır.” anlamındaki hadistir. Tarık b. Şi hab, Hz. Peygamberi görmüş fakat ondan hadis rivayet etmediği için bu hadis delil olarak getirilemeyecek türden zayıf (Mürsel) bir hadistir. ((Ebû […]
Bir Kadın Erkeklere İmamlık Yapabilir mi?
Soru: Bir kadın erkeklere imamlık yapabilir mi? Cevap: Namazda huşû çok önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Namazlarında huşû içinde olan müminler kurtuluşa ermişlerdir.” (Mu’minûn, 23/1-2) Huşû, kişinin Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle tevazu gösterip boyun eğmesini ifade eder. Bu yüzden gerek kıyamda ve gerekse namazın diğer bölümlerinde huşûya engel olacak şeylerden uzak durmak gerekir. Bir kadının erkeklerin önünde imamlık yapması hem onun için, hem de arkasında bulunan cemaat için huşûya engel teşkil eder. Bu, şeytana arayıp da bulamadığı fırsatlar verir. Zira şeytan, bulunduğu yerden kovulup kıyamete kadar yaşama sözü alınca Allah Telalaya şöyle demişti: “…. And olsun ki ben de onlar için, senin doğru yolunun üzerinde oturacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.” (Arâf, 7/16-17) Namaz kılmakta olan kişi, doğru yolda olacağından şeytan hemen göreve başlar. Namaz kılanlar, onun kendilerine ne vesveseler verdiğini gayet iyi bilirler. Kadının imam olması halinde o, yeni vesvese imkânları elde eder. Kadında da erkekte de artık huşu kalmaz. Bu sebepten dolayı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem mescitte saf düzenini önce erkekler, onların arkasında erkek çocukları, sonra kadınlar ve kız çocukları olacak şekilde tanzim etmiştir. (Bkz: Buhârî, Salât 20, Ezân 78, 161, 164; Müslim, Mesâcid 266-268, (658-660); Muvatta, Kasru’s-Salât 31; […]
Kadına Pozitif Ayırımcılık
KADINA POZİTİF AYRIMCILIK Batılılar, ana çizgisinden kaymış olan Hristiyanlığın etkisinden çıkınca bazı konularda evrensel doğrulara yani fıtratlarına yöneldiler. Bu da Kur’ân ve Sünnet çizgisine oldukça uygun düştü. Çünkü Allah Teâlâ, kendi doğru dininin tarifini şu âyete yerleştirmiştir: “Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur, ama insanların çoğu bunu bilmez.” (Rum 30/30) Demek ki, doğru din fıtrat, yani varlıklarda geçerli kanunlar bütünüdür. Bu kanunlar, indirilmiş veya yaratılmış âyetlerden öğrenilir. İndirilmiş âyetler Kur’ân’da olanlardır. Yaratılmış âyetler ise canlı ve cansız tüm varlıklardır. İşte Batılılar, yaratılmış âyetlerden bir şeyler okuyarak bazı doğrulara ulaştılar. Bunlardan biri de kadınları korumak yani onlara pozitif ayrımcılık yapmaktır. Allah Teâlâ kadınları bizzat korumuş ve şöyle buyurmuştur: “… İyi kadınlar, boyun eğenler ve Allah’ın onları korumasına karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır… ” (Nisa 4/34) Kadınlar için oluşturulan koruma duvarları için şu âyetler örnek verilebilir: “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin…” (Nisa 4/15) “İffetli kadınlara zina suçu atan sonra dört şahit getiremeyenlere seksen kamçı vurun ve şahitliklerini ebediyen kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” (Nur 24/4) “Karılarına zina suçu atan ve kendileri dışında şahitleri olmayanlardan birinin şahitliği, kesinkes doğru söylediğine dair dört defa Allah’ı […]
Başkasının Yerine Hac Yapmak
FUKAHÂNIN İSTİTÂAT KAVRAMINA YAKLAŞIMININ VEKÂLETLE HACCIN HÜKMÜNE ETKİSİ Doç. Dr. Servet BAYINDIR ÖZET İslâm’ın beş temel şartından biri olan hac, hem mâlî hem bedenî yönü olan bir ibadettir. Hastalık veya yaşlılık gibi nedenlerle bu ibadeti bizzat kendileri eda edemeyenler adlarına başkalarını gönderirler. Bu hac uygulaması günümüzde vekâlet yoluyla hac, niyâbeten hac veya bedel hac diye adlandırılır. Ancak, başkası adına hac yapmanın hükmü fıkhın ibâdât bölümünün tartışmalı konularındandır. Tartışmanın özünü, haccın şartlarından istitâat kavramı oluşturur. Çünkü hüküm bu kavrama yaklaşım tarzına göre değişmektedir. Elinizdeki makalede fıkıh mezheplerinin haccın şartlarından istitâatı algılama biçimleri ve bunun vekâletle haccın hükmü üzerindeki yansıması ele alınmıştır. Anahtar kelimeler: Vekâletle hac, Bedel hac, İstitâat, Haccın şartları THE REFLECTION OF JURISTS’ APPROACH TO THE CONCEPT OF ISTITÂAT ON THE JUDGMENT OF THE PILGRIMAGE BY PROXY SUMMARY Hajj is a kind of Islamic prayer which has been performed financially and bodily. Being not able to perform due to his/her illness or age, a person send someone else to pilgrimage on the behalf of his/her names. This kind of pilgrimage is called “al-Hajj bi’l-vakala”, “al-Hajj bi’n-Niyaba” (Pilgrimage by proxy) or Badal Hajj (Substitute pilgrimage). However, the judgment is a controversial issue of Ibadat section in Islamic law. The main point […]
Kadınların Erkeklerle Birlikte Yan Yana Namaz Kılmaları
Nebi aleyhisselam döneminde kadınların erkeklerin arkasında saf yaptıkları Buhari ve Müslim gibi sahih hadis kitaplarında geçmektedir.[1] Bu, namazın huşu içinde kılınmasını sağlar. Ama bir kadın bu kurala uymazsa âlimlerin çoğunluğuna (cumhûra) göre kadının namazı bozulmaz. Hanefîlere göre erkeklerle aynı safta duran kadının namazı bozulmasa da erkeklerin namazı bozulur. Onların bu konudaki görüşlerinin özeti şöyledir: “Bir kadın veya büluğ çağına yaklaşmış olan bir kız çocuğu bir erkeğin önünde veya tam hizasında aynı namazı cemaatle kılsa, erkeğin namazı bozulur. Kadınlar, erkeklerin safı önünde bir saf teşkil etseler, bütün bu erkeklerin namazları bozulur. Erkeklerin arasında üç kadın bulunsa, bunların hem sağ ve hem sol yanlarındaki birer erkeğin, hem de arka taraflarındaki her saftan üç erkeğin namazları bozulur. Aradaki kadınlar iki olursa yanlarındaki birer erkek ile arka taraflarındaki yalnız iki erkeğin namazı bozulur. Daha arkadakilerin namazlarına bir şey olmaz. Aradaki kadın, bir tane olunca sağ ve sol tarafındaki birer erkek ile arka tarafındaki saftan bir erkeğin namazı bozulur, başkalarının namazları bozulmaz.”[2] Hanefilerin görüşleri, kendi kitaplarında yer alan şu rivayete dayandırılmaktadır: “Kadınları Allah’ın koymuş olduğu yere, arkaya / arka safa koyunuz.”[3] Hadis âlimleri bunun Peygamberimizin sözü (merfu’) olarak sabit olmadığını, sahabeden Abdullah b. Mes’ud’a ait (mevkûf ) bir söz olduğunu söylemişlerdir. Müslim, Ebu Davud, Tirmizi […]
Bayramı Nebimiz Gibi Yaşayalım
BAYRAMI NEBİMİZ GİBİ YAŞAYALIM, BAYRAM NAMAZINA AİLECE GİDELİM Bayram coşkusunu yaşamak, bayram namazına birlikte gitmekle olur. Nebimiz (s.a.v) bayramlarda eşlerini ve kızlarını namaz kılınan yere çıkarır, bütün kadınların namaza gelmelerini emrederdi. Hanım sahabîlerden Ümmü Atiyye diyor ki: “Her iki bayram gününde de bize verilen emir; adetli kadınları, bakireleri ve evlerinden çıkmayan kadınları çağırmamız ve bayram yerine çıkarmamızdı. Adetli olanlar, diğer kadınların namaz kıldıkları yerden ayrı bir yerde dururlardı.” (Buhârî ve Müslim) Adetli kadınlar arkada durur, herkesle beraber tekbir getirir ve duaya katılırlardı. Bayram namazlarını ayıran en önemli özellik tekbirlerdir. Onlar Allah’ın emridir. Çünkü Ramazan ve Kurban ile ilgili âyetlerde şu sözler yer alır: “… Size doğruyu göstermesinden dolayı tekbir getirerek Allah’ın yüceliğini ifade edesiniz diye … ” (Bakara 2/185 ve Hac 22/37) Tekbirler abdestsiz de getirilebileceğinden Resulumuz bayram namazına adetli kadınları bile çağırmış, arkada durup herkesle birlikte tekbir alarak görevlerini yerine getirmelerini sağlamıştır. Evli, bekâr, genç, yaşlı bütün kadınların da gelmesi cemaati çok büyüttüğünden Nebimiz bayram namazlarını açık sahada kılar, o neşeyi herkese yaşatırdı. Daha sonra kadınlar camilerden uzaklaştırılmışlardır. Yeniden eski günlere dönmek, yanlış alışkanlıkları terk etmek ve Nebimizin yaşattığı heyecanı tekrar yaşatmak için Sultanahmet Camii gibi büyük meydanlarda yer alan camilerin çevresinde gerekli tedbirleri alıp oraları, bu büyük coşkunun […]
Hürmet-i Musahare – (Babanın Kızını Şehvetle Öpmesi)
GİRİŞ NİKAH ve MANİLERİ I-Nikahın Kelime Anlamı Nikah kelimesi, Arapça “nekeha” fiilinden masdardır. “nekeha” fiili; ‘evlenmek’, ‘cinsel ilişkide bulunmak’, ‘başını veya sırtını eğmek’, ‘kontrol altına almak’[1] ‘kendine çekmek’, ‘birleşmek’, ‘bulûğ ve ihtilam olmak’ ve ‘akit’ manalarına gelir.[2] El-Ezherî: “Arapların kelamında nikahın aslı, ilişkiye girmektir” demiştir. “Mubah ilişkiye sebep olduğu için evlilik için de nikah denildiği” söylenmiştir. El-Cevherî (ö.393/1003) “Nikah, cinsel ilişkidir, bazen de akit manasına gelir.” [3]demiştir.[4] Nikah kelimesinin cinsel ilişki ve akid manaları üzerine bir hayli tartışma vardır. Özeti luğatte, cinsel ilişki manasına gelir ve akit manası mecazendir.[5] Kur’ân’da ise akit manasına gelmektedir. [6] II-Nikahın Tarifi Nikahın şer’î manası: “Eşler arasında cinsel ilişkiyi helal kılan akittir”[7] Fakihlere göre ise nikah, “erkeğin nikahlanmasına şer’î bir mâni bulunmayan kadınla ilişkiye girmesini mubah kılan akittir.”[8] Bu akid ile bir aile teşekkül eder, bir erkek ile bir kadın arasında bir takım haklar doğarak bunların birbirlerinden meşru surette istifadeleri caiz olur. [9] III-Evlenme Manileri İslam hukukunda (fıkıhta) “muharramât” sözleriyle ifade edilen husus “evlenmeyi, husûsî şartlar altında, devamlı veya geçici olarak engelleyen” durum ve münasebetlerden ibarettir. Şahısların kendilerinden ayrılması mümkün olmayan bazı vasıfları vardır ki ilgili bulundukları diğer şahıslara karşı devamlı bir evlenme mânii teşkil eder. Bunlar üç nevi olarak tespit edilmiştir: Kan hısımlığı , […]
Daru’l-Harbde Faizin Hükmü
DÂRU’L-HARBDE FAİZİN HÜKMÜ Doç. Dr. Servet BAYINDIR ÖZET Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki faiz sözleĢmesinin hükmü Ġslâm hukukçularının üzerinde önemle durduğu konulardan biridir. Fukahanın bir kısmı yer ve kiĢi farkı gözetmeksizin faizi her durumda haram, diğer bir kısmı ise müslümanla gayrimüslim arasında yapıldığında bazı Ģartlarla caiz görürler. Bu görüĢlerde fukahanın Kur’an, Sünnet ve diğer delillere yaklaĢım tarzı ile “ötekine” atfettikleri hukukî konumun etkisi görülür. Bu makalede din, uyruk ve ülke ayrılığının faizin hükmüne etkisi konusunda fıkıh mezheplerince ileri sürülen görüĢler incelenecektir. Faizin kapsamına yaklaĢım tarzlarına göre mezheplerin durumu tespit edilerek ileri sürülen deliller ve bu delillerin değerlendirilmesi yapılacaktır. Ayrıca mevcut görüĢler günümüzün siyasi ve ekonomik Ģartlarıyla mukayese edilecektir. Anahtar Kelimeler: Dârulislâm, Dârussulh, Faiz, Harbî, Müste’men, Zimmî REFLECTION OF THE RELIGIOUS AND TERRITORIAL DIVERSITY ON RIBA’S (INTEREST) RULES SUMMARY One of the most important subjects which preoccupy the Muslim jurists is the legal rule (Hokum) of interests’ contracts between Muslim and non-Muslims. While some of jurists declare that this contract is illicit without any distinction between persons or territories, some others find them licit if they are contracted under some conditions. In these opinions it can be seen the approach method of Islamic Jurist’s to Quran, Sunna, and the other arguments in addition […]
Avliyye Meselesi
Avliyye Meselesi Sözlükte zulüm, haksızlık, yükselme, artma, haddi aşma anlamlarına gelen “عول , avl” kelimesinden türeyen[1] avliyye ıstılah olarak, vârislerin hisseleri toplamının terekenin ortak paydasını aştığı meseleye denir[2]. Bir başka ifâdeyle terekenin hisse sahiplerine hisseleri oranında paylaştırıldığında terekenin yetmemesidir. Avliyyeye yönelik iki uygulama bulunmaktadır. I. Avliyye Meselesinin Ortaya Çıkışı ve Cumhurun Uygulaması Ömer b. Hattab’ın halifeliğinde ilk defa meselenin ortaya çıktığı, sahabeyle istişâre esnasında Resûlullah’ın amcası Abbâs (v. 32/653)’ın önerisiyle avliyye yapıldığı belirtilmektedir[3]. Bir görüşe göre de ilk defa Zeyd b. Sâbit’in ilk defa avl yapmıştır[4]. Hanefî, Hanbelî, Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinin uygulaması da bu şekilde olup avliyye olduğu belirtilen meselelerde mirasçıların alacakları pay kendi hisseleri oranında azaltılarak paylaştırılır. Genel uygulama bu yönde olduğundan ve konu fıkıh kitaplarında tüm avliyye yapılan meselelerle birlikte yer aldığından, aşağıda da kısmen değinileceğinden burada ayrıntıya girmiyoruz. II. Avliyye Meselesinin Kabul Edilmediği Uygulama İkinci uygulama ise terekenin kalanını kız çocuklara veya kız kardeşlere vermek suretiyle onların asabe yapıldığı, mirasçıların bir kısmını öncelikli bir kısmını sonraya bırakarak İbn Abbâs’ın avliyyeyi reddettiği uygulamadır[5]. İbnü’l Hanefiyye (v. 81/700)[6], İbnü’l-Müseyyeb (v. 94/712)[7], Atâ (v. 115/713)[8], Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn (v. 114/733)[9], Tâvus b. Keysân (v. 106/724)[10] ve Dâvud ez-Zâhirî (v. 270/883)’nin[11] de İbn Abbâs’ın görüşünde oldukları belirtilmektedir. Miras […]
Kadını Erkekten Aşağı Gören Anlayış ve Kur’ân
Kadın, tam bir ilgi odağıdır. Şu ayete göre o, insanı etkileyen varlıkların başında gelir: “Kadınlar, çocuklar, yığınla altın ve gümüş, cins atlar, en’am[1] ve toprak ürünleri insana, içi gidecek kadar süslü gösterilmiştir.” (Âl-i İmrân 3/14) Kadınlar, kadın erkek her insana süslü gösterilmiştir. Nitekim bir kadının diğer kadınların beğenisini kazanma isteğinin, erkeğin beğenisini kazanma isteğinden fazla olduğu daima gözlemlenebilir. Bu yüzden kadının çok iyi korunması gerekir. Allah, Müslüman – kâfir, hür ve esir ayrımı yapmadan, namusunu koruyan her kadına “muhsana” demiş[2] ve onu kalenin içindeymiş gibi koruma altına almıştır.[3] Ama Kur’an’a uyma yerine onu kendilerine uyduranlar her şeyi bozmuş, kadının korunmuşluğunu yok saymış ve onu değersizleştiren hükümleri, Sünni – Şii bütün mezheplere yerleştirmeyi başarmışlardır. Bu yazıda, kadına yapılan haksızlıkların bir kısmı, ilgili ayetler ışığında ele alınacaktır. A. KADININ KABURGA KEMİĞİNDEN YARATILDIĞI İDDİASI Elimizdeki Tevrat mealine göre Havva, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. “RAB Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi. Âdem, «İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir» dedi, «Ona Kadın denilecek, Çünkü o adamdan alındı.»” (Yaratılış 1/21-23) Tevrat ve İncil meallerine sokuşturulan bazı yanlışlar, bize hadis olarak geçmiştir. […]
Mut’â Nikâhı
Mut’a, erkeğin kadına vereceği bir mala karşılık, sadece onun cinselliğinden yararlanmasına imkân veren, belli bir süre ile sınırlı sözleşmedir. Bununla taraflar karı koca sayılmaz, aralarında nafaka, miras, boşanma vs. hükümler geçerli olmaz. Süre dolunca ayrılık gerçekleşir. Mut’anın, Nebimiz Muhammed aleyhisselam döneminde uygulandığı iddia edilir. Ehl-i Sünnete göre daha sonra yasaklanmıştır ama Caferîlere göre geçerliliği devam etmektedir. Her iki iddia da kabul edilemez. Çünkü. Mekke’de inen âyetlerde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Müminler, edep yerlerini ve çevresini koruyanlardır. Sadece (hür) eşleri veya hâkimiyetleri altında olan(esir eşleri) hariç [1]. Onlar, bundan dolayı ayıplanmazlar [2]. ” (Mü’minûn, 23/1-6, Meâric 70/29-31) Mut’a, taraflardan birini diğerinin eşi yapmayacağı için âyet, onun yanında avret yerlerini açmayı yasaklamıştır. Yanında avret yerlerini açmanın yasak olduğu kişiyle cinsel ilişkiye girilemez. Cinsel ilişki evlenmenin asıl gayesi değildir. Asıl gaye, cinsel ilişkinin de caiz olduğu huzurlu bir ortama kavuşmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kendilerine ısınasınız diye kendi cinsinizden sizin için eşler yaratmış olması ve aranızda sevgi ve merhamet oluşturması onun belgelerindendir. Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Rum, 30/21) Mut’ada erkek, cinsel arzusunu tatmini, kadın da alacağı malı düşünür. Ayette belirtilen birbirine ısınma, sevgi ve merhamet burada hedeflenen şeylerden değildir. Nisa 22’den 24’e kadar evlenilmesi haram olan kadınlar sayılmış ve şöyle buyrulmuştur: […]
Ekvatordan Kutuplara Namaz ve Oruç Vakitleri
GİRİŞ İmsâk ve yatsı vakitlerinin yanlış hesap edildiğini ve bunun sıkıntı doğurduğunu 1978’den beri her vesile ile dile getirdim. T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın öncülüğünde, 1988-1991 yılları arasında yaptığımız gözlemlerle de yanlışları önemli ölçüde belgeledik. Daha sonra gittiğim her yerde gözlemler yaparak çalışmalarımı sürdürdüm. Süleymaniye Vakfı – Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi olarak 2011 yılı Ocak ayının ikinci haftası ile Haziran ayının dördüncü haftasında, dünyanın en kuzeyinde, kutuplara en yakın yerleşim yeri olan Norveç’in Tromso şehrine iki seyahat gerçekleştirip gözlemler yaptık. Bu sayede gecenin göstergesinin olmadığını, gündüzün göstergesinin de güneş değil, aydınlık olduğunu bildiren âyetleri keşfettik. Ayrıca yazın namaz ve oruç vakitlerinin kutup bölgelerinde hem hesapla hem gözlemle belirlenebileceğini ve hesabın ölçülerinin Kur’ân’da ayrıntılı olarak açıklandığını gördük. Takvimi ve saati olmayan kişilerin, bu vakitleri belirleme ölçütlerini de Kur’an’dan ve hadislerden çıkardık. İlgili ayetler okunduğunda görüleceği gibi Allah, güneş ışınlarının geliş zamanlarını ve yerlerini değişmez ölçülere bağlamıştır. Bu ışınların gün boyu dolaştığı 360 derecelik çemberin, dünyanın ekseniyle, doğu ufkuyla bir de gözlemciyle yaptığı açılar, vakit hesabı açısından büyük öneme sahiptir. Güneş ışınlarının dolaştığı çember, 21 Mart ve 23 Eylül günlerinde, kutup noktasıyla 180 derece ve ekvator çemberi ile 90 derecelik açı yapar. Namaz vakitlerinin hesaplanmasında gölge son derece önemlidir. Güneşin, kutup noktasında […]
Fitre ve Bayram Namazı
HACI–Hocam, Ramazan’ın sonuna geldik; bayram namazından önce fitreleri vereceğiz, bunu biliyoruz. Çok merak ediyorum; fitreyi emreden bir âyet var mı? HOCA–Elbette var; Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(İster hasta, ister yolcu olsun) Orucu tutabilenlerin bir çaresizi doyuracak fidye (fitre) vermesi de gerekir.” (Bakara, 2/184) Fidye, ibadetteki eksiği gidermek için ödenmesi gereken bedeldir[1]. Abdullah b. Abbâs demiş ki: “Allah’ın Elçisi fitreyi, oruçlunun ağzından çıkmış olabilecek boş ve çirkin sözler için temizlik ve çaresiz kalmış kişiler (miskinler) için yemek olsun diye farz kıldı. Kim onu (bayram günü) namazdan önce verirse makbul bir zekât olur. Kim de namazdan sonra verirse sadakalardan bir sadaka olur.” (Ebû Davûd, Zekât 18) HACI–Allah’ın Elçisi nasıl farz kılıyor; onun böyle bir yetkisi var mı? HOCA–Elçi, kendinden bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaştırmakla görevli kişidir[2]. Dolayısıyla Muhammed aleyhisselamın Allah’ın Elçisi sıfatıyla söylediği sözler kendi sözü değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bu Elçi’ye itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/80) HACI–Tamam, anladım ama fitre vacip değil mi? HOCA–Fitre Hanefilere göre vaciptir. Onlara göre vacib, kesin bir delile dayanmamakla birlikte pek kuvvetli bir delil ile sabit olan dini görevdir. Onlar şu hadise dayanırlar: “Her hür, esir, küçük ve büyük adına yarım sa’ (yaklaşık 1.5 kilo) buğday veya bir sa’ hurma […]
Kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitleri
Yaz aylarında hep aydınlık olan kuzey ülkelerinde oruç nasıl tutulacak? Karanlık olmasa veya hep karanlık olsa ne yapılacak, nasıl oruç tutulacak? İşte tüm bu soruların cevabını Süleymaniye Vakfı Başkanı Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitlerini” gözlemlemek üzere gittiği Norveç’te verdi. Güneşin hiç doğmadığı zamanlarda da namaz ve oruç vakitlerinin oluştuğunu ifade eden Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Norveç’te yaptığımız tespit ve gözlemlerle, insanların burada 13 saatten fazla oruç tutamayacaklarını tespit ettiklerini söyledi. Süleymaniye Vakfı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi ve Marmara Üniversitesi eski Dekanı Prof. Dr. M.Saim Yeprem, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim Üyesi Doç. Dr. Servet Bayındır, İstanbul Üniversitesi Uzay Bölümleri Öğretim Üyesi Adnan Ökten, Türkiye ve Norveç’ten basın mensuplarının katıldığı “kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitlerini” gözlemlemek üzere Norveç’e kalabalık bir ekiple program düzenlendi. Programın içeriği hakkında bilgi veren Süleymaniye Vakfı Başkanı aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Kutuplarda Namaz ve Oruç vakitlerini gözlemlemek amacıyla geldiğimiz Norveç’te güneşin doğmadığı zamanlarda da gündüzün olduğu ve namaz vakitlerinin oluştuğunu gözlemledik. Kışın günler kısa, geceler uzun olmasına rağmen oruç ve namaz vakitleri açısından herhangi bir problem olmadığını tespit ettik.” Dedi Ayrıca Prof.Dr. […]
İslam Miras Hukukunda Dede Yetimliği
Dr. Abdurrahman YAZICI ÖZET İSLAM MİRAS HUKUKUNDA DEDE YETİMLİĞİ VE BENZERİ PROBLEMLERE ÇÖZÜM ARAYIŞLARINA İLİŞKİN BİR DEĞERLENDİRME İslam miras hukukundaki, “dede yetimliği”, günümüzde de bir problem olarak önemini devam ettiren meselelerden birisidir. Bu çalışmada konunun tüm yönleriyle ortaya konulması hedeflenerek öncelikle dede yetimliğinin ortaya çıktığı haller çerçevesinde sorunun kaynağının tespiti amaçlanmıştır. Dede yetimliği meselesine ilişkin çözüm önerileri, İslam ülkelerindeki ilgili düzenlemeler ve gerekçeleriyle ortaya konulmuştur. Çalışmanın son bölümünde ise mesele halefiyet temelinde leh ve aleyhteki deliller değerlendirilerek Kur’an ve sahih sünnet çerçevesinde tartışılmıştır. SUMMARY THE PROBLEM OF ORPHANED GRANDCHILDREN IN ISLAMIC INHERITANCE LAW AND REFLECTIONS ON SEARCHES FOR ITS SOLUTION “The problem of orphaned grandchildren”, has been one of the key issues of the Islamic Inheritance Law. This study aims at revealing the whole aspects of the issue with prominent examples and detecting its point of origin. Besides, the regulations in practice on this issue in Islamic countries are overviewed and laid out with their justifications. The last part of the study, whereas, discusses the issue with regards to the issue of inheritance by right through laying out arguments for and against it. Key Words: Orphaned Grandchildren, Inheritance by Right, Obligatory Bequest NOT: Bu makale İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır. Yazıya ait dosyayı aşağıdaki […]
Teravih Namazı
Resulüllah’ın (s), gerek ramazanda olsun ve gerekse ramazan dışında olsun, kıldıkları gece namazı sekiz rekâttır. Bu namaza üç rekâtlık da vitir namazının eklenmesiyle, toplam 11 rekât 11 olmaktadır. Kimileri de olayı çarpıtarak: “Sahabe başlangıçta, Nebimizin uygulamasına bakarak sekiz rekât kılmışlardır” diyerek bir gerçeği dile getiriyor. Ki bu gerçek, Resulüllah’ın kıldığı sekiz rekâtlık gece namazıdır, teravih namazı değildir. Hz. Aişe (ra) diyor ki: “Resulüllah (s) (Mescitteki) hücresinde geceleyin namaz kılardı. Hücresinin kenarları yüksek değildi. Halk Resulüllah’ın karaltısını görüyordu. Onlar da kalkıp onun kıldığı gibi namaz kılmaya başladılar. İki veya üç gece böyle oldu. Resulüllah, bir daha öyle yapmadı, bulunduğu yerde oturup kaldı, halkın kendisini görebilecekler şekilde davranmadı. Sabah olunca Resulüllah (s) “Ben, gece namazının size farz kılınacağından endişe duydum dedi.”[1] Buhari’nin rivayetinde Hz. Aişe (rh) hücre ile ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Resulüllah’ın (s) bir Hasırı vardı, onu gündüzleri yere serer ve üzerinde dinlenirdi. Geceleyin de kendisine hücre edinirdi. Bu durumu gören insanlar da buna katılarak saf halinde Resulüllah ile birlikte onun kıldığı gibi kılmaya başladılar.”[2] Zeyd b. Sabit’ten gelen rivayette de Zeyd diyor ki: “Resulüllah (s), Ramazanda kendisine bir hücre edinirdi. Hücresi hasırdan idi. Resulüllah (s) geceleri bunun içinde kalarak namaz kılardı. Ashabı da, onun kıldığı gibi namaz kılmaya başladılar. Resulüllah […]
İslam Miras Hukuku ile Türk Medeni Kanunu Miras Sisteminin Mukayesesi
Dr. Abdurrahman YAZICI ÖZET 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunundan hareketle Türk Medeni Kanunu kabul edilmiş ve miras sistemi buna göre düzenlenmiştir. Türk Medeni Kanunu miras sistemi ile bu tarihten önce yürürlükteki İslam miras hukuku arasında kaynak, muhteva açısından bir takım farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar, “kanûnî ve irâdî mirasçılık”, “mahfuz hisseyle mirasçılık”, “erkek ve kadınlar arasındaki mirasçılık farkı”, “evlatlık”, “mirasçılıktan çıkartma”, “redd-i miras” gibi belirli konularda yoğunlaşmaktadır. Bu çalışmada mirasçılıktaki pratik sonuçları dikkate alınarak iki hukuk sisteminin miras hükümlerindeki bu farklılıkların mukayese edilmesi amaçlanmıştır. SUMMARY The Comparison of Islamic Inheritance Law and Turkish Civil Code Inheritance System Turkey adopted Swiss Civil Code with some minor alterations in 1926. The law of inheritance, among others, was regulated in the new (Turkish) civil code. Indeed, there aredefinite differences between Turkish and Islamic Laws of Inheritance. These differences include “intestate and testate succession”, “forced heirship”, “share difference between the men and women”, “adoption”, “disinheritance”, “disclaimer of inheritance” and soon. This study aims at comparing these two laws of inheritance as to these subjects. NOT: Bu makale Ekev Akademi Dergisi’nin 55. sayısında yayımlanmıştır. Yazıya ait dosyayı aşağıdaki linkten PDF formatında okuyabilir veya bilgisayarınıza indirebilirsiniz: İslam Miras Hukuku ile Türk Medeni Kanunu Miras Sisteminin Mukayesesi
Kur’ân ve Geleneğe Göre Küçüklerin Evlendirilmesi
GİRİŞ Erken dönemlerden günümüze dek başta fıkıh kitapları olmak üzere konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgili nerdeyse tüm eserlerde küçüklerin evlendirilebileceğine hükmedilmiştir.[1] Bu eserlerde konuyu delillendirme bağlamında özellikle Talâk sûresinin 4. ve Nisâ sûresinin 6. âyetlerine, Hz. Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetlere, icmâ deliline, fıkhî kıyas metoduna ve maslahat prensibine atıf yapılmıştır.[2] Konu, fürû-ı fıkıh ve usul-i fıkıhta Kuran, sünnet ve kıyasın nasıl algılanıp uygulandığı açısından teorik; varılan sonucun hukuki, sosyal ve psikolojik etkileri açısından da pratik öneme sahiptir. Bu yazıda, bu hükmün delili olarak öne sürülen âyetlerden yapılan istidlaller, Hz. Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetler, icmâ delili, yapılan kıyas işlemi ve maslahat prensibi değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Yanlış hatta vahim olduğunu düşündüğümüz bu hükme varılırken yapılan hatalara değinilecektir. Bu hükmün sadece yanlış bir hüküm mü yoksa bir usul ve anlayış meselesi mi olduğu üzerinde durulacak, ilgili âyetlerin nasıl anlaşılması gerektiği anlatılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamada âyetler arası ilişkiler üzerinde durulacak, sünnetin konumu ve fonksiyonu hakkında açıklamalarda bulunulacak ve yapılan kıyas işlemi en azından kendi teorisi içinde teste tabi tutulacaktır. I- KONUNUN FÜRÛ-I FIKIH ESERLERİNDE ELE ALINIŞI Furû-ı fıkıh eserlerinde özellikle nikâh ve talâk bölümleri ve bu bölümlerin ilgili meselelerinde küçüklerin velileri tarafından evlendirilebileceğine hükmedilmektedir.[3] Bu eserlere göre evlilik akdini […]
Kur’ân’â Göre Kadın ve Evlilik(Tez)
ÖZET Evlilik ve evlilikte kadının yeri, her hukuk sisteminin en önemli konularındandır. Eski hukuk sistemlerinde evlilikle ilgili hükümler ve evlilikte kadının konumu birbirine büyük benzerlik göstermektedir. Bu hukuk sistemleri ve onların dayandığı felsefe günümüzde de etkilerini korumaktadır. Kadının evlenme yetkisini sınırlandıran, onun hem aile ve hem de toplumdaki yerini pasifleştiren eski hukukun aksine, Kur’an’ı Kerim’de ve Hz. Muhammed’in uygulamasında evlilik, her iki tarafın hür iradesine dayalı bir işlemdir ve evlilikte her iki tarafa adil bir şekilde hak ve sorumluluklar yüklenmiştir. Tezi Okumak İçin Tıklayınız. Edlira Llukaçaj İncekara
Babaanne-Torun Evliliği
Kur’an’da babaanne-torun evliliğine dair bir hüküm olmadığı, bu konunun hadisler sayesinde hükme bağlandığı iddia edilir. Kur’an’ın anlaşılmasında hadislerin oldukça önemli olduğu muhakkaktır. Fakat bu iddia tamamen bir çarpıtmadan ibarettir. Bunu ortaya atanlar da gayet iyi bilirler ki Kur’an’da geçen “âbâ” yani “babalar” kelimesi ile kişinin hem babası hem de babasının babası, onun babası vs. yani yukarıya doğru bütün üst soyu (fıkıh diliyle, usulü) kast edilir. Nisâ suresinin 22. ayetinde de “Babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlamayın” buyurulmuştur. Bu, kişinin kendi babasının nikahladığı kadınları kapsadığı gibi dedesinin nikahladığı kadınları da kapsar. Buna göre dedesinin nikahladığı babaannesi de kendisiyle evlenilmesi haram olan kadınlar sınıfına girmektedir. Kitap ile Sünnet arasındaki bütünlüğün görülememesi, dini anlama ve uygulamada ardı arkası kesilmez yanlışlara ve sıkıntılara sebep olmuştur. Sünnetin, vahy-i gayri metluv sayılması, Kitap ile Sünnetin iki ayrı kaynak kabul edilmesi ve Sünnetin Kitap üzerine hâkim görülmesi bu yanlışların en önemlilerindendir. Kur’an-Sünnet ilişkisine dair kaleme aldığımız ve sitemizde yayımladığımız Kur’an’a ve Geleneğe Göre Kitap ve Hikmet başlıklı yazımızı aşağıdaki linkten mutlaka okumanızı tavsiye ederiz: http://www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kitap-ve-hikmet.htm
İmam Nikâhının Şartları
Cevap: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikâh olmaz. Bu şekilde kıyılmayan nikâh batıldır. Anlaşamazlarsa sultan, velisi olmayanın velisidir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 20; Tirmîzî, Nikâh, 14; İbn Mâce, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/66.) Sultan, yetkili amir demektir. Veli; baba, dede, oğullar, erkek kardeşler amca vs. dir. Bunlar bulunmaz veya bulunur da görevini yapmazsa görev yetkili amire geçer. Bugün dünyanın hiçbir yerinde velisiz nikâh kıyılmaz. Belediye başkanlarının, kilisenin, havranın veya bir başka makamın nikâhı onaylamaya veya redde yetkili olması, bunların velilik yetkisini kullanmaları demektir. Peygamberimizin erkekler için veli aramaması, kadınlar için de velinin onayını yeterli görmesi evliliği kolaylaştırmakta ve sağlıklı yuvaların kurulmasına sebep olmaktadır. http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/velisiz-nikah.html
Ramazan: Bir Hazırlık Kampı
Çeşitli spor dallarında sporcular, kamplara tabi tutulurlar. Sezon öncesi hazırlık kampları olarak nitelenen bu kampların birçok amacı vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: 1. Sporculara bir disiplin kazandırmak ve bu sayede onlara sporcu yaşam tarzını benimsetebilmek, 2. Yoğun antrenmanlarla, sporcuların sportif bilgi ve yetkinliklerini geliştirebilmek için onlara kondisyon, teknik ve taktik bilgiler yükleyebilmek, 3. Dengeli beslenme programı ile sporcu beslenmesi gerekliliklerini alışkanlıklara dönüştürebilmek, 4. Arkadaşlık bağlarını güçlendirebilmek ve sporcuların sosyalleşebilmelerini sağlamak. Peki, bu anlatılanların, yazının başlığında belirtilen Ramazanla, oruçla ne ilgisi var? Bu sorunun cevabına geçmeden önce, şunları söylememiz gerektiğini düşünüyoruz: Kur’an-ı Kerim’de oruç ibadeti, Bakara suresinin 183-187. ayetleri arasında etraflıca tarif edilmiş, bu ibadetin tarihi arka planı, hangi vakitler arasında tutulabileceği, kimlerin tutup tutamayacağı, nelerin orucu bozacağı vs. gibi konular hakkında geniş ve yeterli bilgiler verilmiştir. Bunun yanı sıra, ilgili ayetlere bütüncül bir bakış açısı ile bakıldığında dört büyük kavramın ön plana çıktığı görülmektedir: Takvâ, Kur’an, şükür ve dua. Bunlar, oruç ibadeti ile birlikte insana, normal zamanlardan daha fazla kazandırılmak istenen hasletlerdir. Kişi, diğer zamanlarda olmadığı kadar Ramazan’da kendisini koruyacak (takvâ), bu ayda Kur’an’a daha fazla zaman ayıracak, daha fazla şükredip daha çok dua edecektir. Bu açıdan Ramazan, tam bir fırsatlar ayı olarak değerlendirilmeye hazırdır.[1] Oruçla ilgili olarak buraya […]
Namaz ve Oruç Vakitleri
Müslim[1], Allah’a teslim olan ve onun yolunda her zorluğa göğüs geren kişilere Allah’ın verdiği addır[2]. Dini, eğip bükmeden uygulayanlar onlardır. “Kimin sözü, Allah’a çağıran, iyi işler yapan ve “Ben Allah’a tam teslim olanlardanım!” diyenin sözünden daha güzel olabilir!”(Fussilet 41/33) Bu yazıda namaz ve oruç vakitleri, müslim olanlar için anlatılacaktır. Kendisini yahut bir kişiyi veya kurumu, dini konularda yetkili sayanlar, hedef kitlemizin dışındadırlar. Kur’ân’da namaz vakitleri, ayrıntılı olarak açıklanmıştır. “Namazı kıl“ emriyle başlayan iki âyet vardır: وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ “Namazı, gündüzün iki tarafında ve gecenin zülfelerinde/gündüze yakın vakitlerinde düzgün ve sürekli kıl.” (Hûd, 11/114) أَقِمِ الصَّلَاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا “Namazı, Güneşin dülûk’ndan /tepe noktasını geçmesinden gecenin ğasakına/ gecenin soğuğunun /karanlığının bastırmasına kadar kadar düzgün ve sürekli kıl! Bir de fecrin kur’ân’ında/ doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplandığı vakitte kıl! Fecrin kur’ânı meşhûddur./ Doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplanması gözle görülür. “ (İsrâ 17/78) Bunlar, birbirini açıklayan ayetlerdir. Bu âyetleri, anlamaya yardımcı olan âyetlerin başlıcaları şunlardır: ومِن الليلِ فتهجد بِهِ نافِلةً لك عسى أن يبعثك ربك مقامًا محمودًا “Sana özel ek görev olarak gecenin bir kısmında namaz kılmak için uykudan kalk. Belki […]
Yatsı Namazının Vakti Ne Zaman Sona Erer?
İnsanlık tarihi kadar eski olduğu bilinen, Rasûlullah’tan en fazla fiili uygulamanın gözlemlenip nakledildiği, vakitle mukayyet olduğu için cephede dahi terkine izin verilmeyen bir ibadetin vakti konusunda, o ibadeti geçersiz kılacak herhangi bir ihtilaf beklenmemelidir. Beklenti böyle olsa da; bu konuda, mesela yatsı namazının son vaktinin ne olduğu hususunda mezhep imamları ile onların takipçileri arasında, bazen de mezheplerin genel kabulüne muhalefet gösterenler arasında görüş farklılıklarının olduğu, konuya derinlemesine eğilenlerin malumudur. Yazının Devamını Okumak İçin Lütfen Tıklayınız. Dr. Fatih Orum
Zikir ve Namaz
Zikir, çok önemli bir kavramdır. Namaz da Allah’ı zikir için kılınır. Allah Teâlâ Musa aleyhisselama şöyle emretmiştir: إِنَّنِيأَنَااللَّهُلَاإِلَهَإِلَّاأَنَافَاعْبُدْنِيوَأَقِمِالصَّلَاةَلِذِكْرِي “Ben, evet ben Allah’ım; benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve benim zikrim için namaz kıl.”(Taha 20/14) Namazda zikir emri bize de verilmiştir: فَإِذَاقَضَيْتُمُالصَّلاَةَفَاذْكُرُواْاللّهَقِيَامًاوَقُعُودًاوَعَلَىجُنُوبِكُمْ… “Namazı kıldığınızda ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde iken Allah’ı zikredin…”(Nisa 4/103) Namaz “Allah’ın zikri için” kılındığına göre “zikir” kavramını iyi bilmek gerekir. Bir şeyi bağlantıları ile birlikte düşünerek öğrenmeye marifet[1], o marifeti koruyup kullanıma hazır tutmaya veya dil ile söylemeye de zikir denir[2]. Zikrin ilk kaynağı doğadır. İnsan, doğada yaptığı gözlemlerle elde ettiği bilgi parçaları arasında bağlantılar kurar ve zikre ulaşır. İlgili ayetlerden bir kaçı şöyledir: وَهُوَالَّذِيأَرْسَلَالرِّيَاحَبُشْرًابَيْنَيَدَيْرَحْمَتِهِوَأَنزَلْنَامِنَالسَّمَاءمَاءطَهُورًا.لِنُحْيِيَبِهِبَلْدَةًمَّيْتًاوَنُسْقِيَهُمِمَّاخَلَقْنَاأَنْعَامًاوَأَنَاسِيَّكَثِيرًا.وَلَقَدْصَرَّفْنَاهُبَيْنَهُمْلِيَذَّكَّرُوافَأَبَىأَكْثَرُالنَّاسِإِلَّاكُفُورًا. Rüzgârları, ikramının önünde müjdeci olarak gönderen Allah’tır. Gökten dupduru su indirir ki, onunla ölü bir beldeyi canlandırsın. Yarattıklarını; büyük ve küçükbaş hayvanları ve çok sayıda insanı suya kavuştursun. O suyu, aralarında halden hale çevirir ki tezekkür etsinler. Ama insanların çoğu, nankörlük dışında her şeye direnç gösterir[3].(Furkân 25/48- 50) Âyetteki “tezekkür” tefa’ul (تفعُّل) bâbındandır. Bu bâb[4], fiile tekellüf yani hedefe adım adım ulaşma anlamı yükler. Bu sebeple tezekkür’ün anlamlarından biri, zikre adım adım ulaşmaktır. Çünkü doğa olaylarını izleyerek bir bilgiye ulaşmak için zamana ihtiyaç olur. Doğa, bilginin kaynağıdır. Kur’ân’ın Allah’ın indirdiği […]
Kız ile Hala veya Teyzesinin Aynı Nikah Altında Birleştirilmesi
KIZ İLE HALA VEYA TEYZESİNİN AYNI NİKAH ALTINDA BİRLEŞTİRİLMESİ Kur’ân’da olmayıp Rasûlullah’ın teşrîi ile bilindiği iddia edilen meşhur bir örnek de bir kadının, hala veya teyzesi ile bir nikâhaltında tutulmasının haram olduğuna dair hükümdür. Geleneğe göre, iki kız kardeşin bir nikâh altında birleştirilemeyeceğine dair hükümKur’ânda olmasına rağmen, bir kadının hala veya teyzesiyle bir nikâh altında tutulamayacağına dair hüküm Kur’ân’da bulunmamaktadır ve bu yasak, Sünnettarafından konulmuştur.[1] Bunun iddia edildiği gibi olmadığını şöyle ortaya koyabiliriz: Kendisiyle evlenilmesi haram olanların sayıldığı Nisâ sûresinin 23. âyeti şöyle bitmektedir: “…İki kız kardeşi birlikte nikâhınız altında bulundurmanız da haram kılınmıştır. Geçmişte olan oldu…”(Nisâ 4/23) وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ Bu, iki kız kardeşin bir nikâhaltında bulundurulamayacağının açık delilidir. Öte yandan Rasûlullah “Bir kadın halası veya teyzesi ile bir nikâh altında tutulamaz.” demiştir.[2] Onun risâletle ilgili olan söz ve fiilleri, Kur’ân’dan çıkartılmış doğru hükümler (hikmetler)olduğuna göre,[3] onun yukarıdaki ifadesi de Kur’ân’ın konuyla ilgili hükmünden başka bir şey olamaz. İki kız kardeşin bir nikâhaltında bulundurulmasının akrabalık ilişkilerine zarar vereceği söylenir.[4] Aynı durumun, bir kadının halası veya teyzesi ile bir nikâh altında bulundurulması durumunda da ortaya çıkacağı açıktır. Çünkü, aşağıda görüleceği üzere, Kur’ân’daki miras hükümlerine göre kadının, halasıyla arasında kardeş; teyzesiyle arasında ana ilişkisi olduğu görülür. […]
Kurbanla Gönülleri Hoş Tutmak
Allah izin verirse bu yıl kurban bayramı 04-07 Ekim 2014 tarihlerinde idrak edilecek. Tarihî geçmişi insanlık kadar eski olup dinin tevhid ilkesiyle doğrudan bağlantılı olan kurban ibadetine Kitap ve Hikmet Dergisi’nin 3. sayısında özel olarak yer verilmişti. Kapak başlığı İnsanlığın Ortak Değeri Hac ve Kurban olan o sayıda Abdulaziz Bayındır’ın “Hac ve Kurban”, Abdurrahman Yazıcı’nın “Kurban İbadetiyle İlgili Fıkhi Bilgiler” ve bu satırların yazarı Yahya Şenol’un “Hz. Peygamber İçin Kurban Kesmek” başlıkları yazıları yayımlanmıştı. Konuyla ilgili “Fetvalarla Kurban” başlıklı son yazıda ise adından anlaşılacağı üzere kurban konusunda cevabı merak edilen birkaç önemli mesele ele alınmaktaydı. Bu yazıda ise yukarıda bahsi geçen 3. sayıda yer alan konuları aynen tekrar etmeksizin kurban ibadetiyle alakalı olan ve orada yer verilmeyen bazı hususlara değinilecektir. Bunlardan bir tanesi ve belki de -tarafımıza yöneltilen sorulardan anladığımız kadarıyla- en çok merak edileni, aile adına tek bir kurban kesilmesinin yeterli olup olmayacağıdır. Hanefi mezhebi mensuplarının çoğunlukta olduğu ülkemizde aynı çatı altında yaşayan aile bireylerinin tek bir kurban kesebileceği hususu, bunu ilk kez duyanlar için biraz garip gelebilir. Fakat hem aşağıdaki kısa yazı hem de yazının sonunda tavsiye edilen makale dikkatli bir şekilde okunduğunda meselenin zihinlerde daha iyi bir yer tutacağını düşünüyoruz. Bunun yanı sıra ölmüşlerimiz adına kurban kesilip […]
Kölelik ve Cariyelik Kur’ân’â Aykırıdır
İçinizden evli olmayanlar ile erkek ve kadın esirlerinizden uygun durumda olanları evlendirin. Yoksul iseler Allah, kendi ikramıyla onların ihtiyacını giderir. İmkânları geniş olan ve her şeyi bilen Allah’tır. وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّى يُغْنِيَهُمْ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا وَآتُوهُم مِّن مَّالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاء إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِّتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَن يُكْرِههُّنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِن بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَّحِيمٌ Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar namuslarını korusunlar. Hakimiyetiniz altındaki esirlerden sözleşme yapmak isteyen olur da kendilerine bir fayda sağlayacağını anlarsanız sözleşme yapın ve Allah’ın size verdiği maldan onlara verin. Evlenmek isteyen kızlarınıza, dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için baskı yapıp onları isyana zorlamayın. Onlara kim baskı yaparsa (bilsin ki), baskı altında kalmalarından (istemedikleri şeyi yapmak zorunda kalmalarından) sonra Allah onları bağışlar, ikram eder.(Nur Suresi 32-33). ayetler Hocalara Sorun! 1. Nur Suresi’nin 33 (Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar namuslarını korusunlar. Hâkimiyetiniz altındaki esirlerden sözleşme yapmak isteyen olur da kendilerine bir fayda sağlayacağını anlarsanız sözleşme yapın ve Allah’ın size verdiği maldan onlara verin. Evlenmek isteyen kızlarınıza, dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için baskı yapıp isyana zorlamayın. Onlara kim baskı […]
Oruç Keffâreti
Dinde teşrî yetkisine sahip olduğu düşünülünce, fıkıhta bazı hükümler Rasûlullah’a nisbet edilmiştir. Oruç keffâreti, bunun sayısız örneklerinden sadece biridir. Şöyle ki; gelenekte, oruç keffâretinin yani herhangi bir özür bulunmaksızın Ramazan ayında orucunu bozana verilecek sözde cezanın Sünnetle teşrî kılındığı, bu konuda Kitap’tan herhangi bir delil bulunmadığı hususunda neredeyse ittifak vardır.[1] Sünnetle kastedilen de Ebû Hureyre’nin naklettiği şu rivâyettir: “Adamın biri geldi ve ‘helak oldum Yâ Rasûlallah’ dedi. Rasulûllah, ‘seni helak eden nedir?’ diye sorunca adam, ‘Ramazan’da eşimle ilişkiye girdim’ diye cevap verdi. Rasûlullah, ‘bir köle azat edebilir misin?’ deyince adam, ‘hayır’ dedi. Bunun üzerine ‘peki iki ay peş peşe oruç tutabilir misin?’ diye sordu. Adam ‘hayır’ dedi. Rasûlullah bu defa ona altmış yoksulu doyurup doyuramayacağını sordu. Adam yine ‘hayır’ dedi. Rasûlullah, adama oturmasını söyledi, adam da oturdu. Bu arada Nebî’ye içi hurma dolu bir sepet getirildi. Rasûlullah o adama ‘al bunu dağıt’ dedi. Adam, ‘benden daha fakiri yok’ deyince Nebî, arka dişleri görünecek derecede güldü ve ona ‘al ve ailene yedir’ buyurdu.”[2] Bu rivâyeti delil alan Hanefî ve Mâlikî fakihlere göre, Ramazan’da orucunu kasten yeme-içme veya cinsel ilişkiye girme yoluyla bozan kişinin, peş peşe olmak şartıyla iki ayı keffâret, bir günü de kaza olmak üzere toplam altmış bir gün[3] oruç […]
Hac ve Kurban
I. HACCIN FARZİYETİ İmkânı olan her mü’minin hac ibadetini yapması Kur’an’ın açık emridir: اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمينَ فيهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰهيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًا وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَبيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمينَ “İnsanlar için kurulan ilk mabet, kesinkes Bekke[1]‘de olandır. Bereketli olsun ve bu âlem için yön belirleyici (kıble) olsun diye kurulmuştur. Orada açık âyetler, İbrahim’in (ibadet için) durduğu yerler vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur. Bir yolunu bulup gidebilenlerin o mabedi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde hakkıdır. Kim bunu göz ardı ederse, bilsin ki; Allah’ın kimseye ihtiyacı yoktur.“(Âl-i İmrân 3/96- 97) II. HACCIN TARİHİ Yeryüzünün ilk mabedini, ilk insan olan Âdem aleyhisselam bina etmiş ve ilk haccı o yapmış olmalıdır. Çünkü İbrahim aleyhisselam, Nuh tufanından sonra Kabe’yi eski temellerinin üstüne kurmuştu: وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰهيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰعيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّميعُ الْعَليمُ “Bir gün İbrahim, İsmail’le beraber Kâbe’nin temellerini yükseltiyordu. Dedi ki: “Rabbimiz, bunu bizden kabul et; işiten de sensin, bilen de.”(Bakara 2/127) Sonra Allah Teâlâ’dan hac ibadetinin yapıldığı yerleri göstermesini istemişti: رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِلَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآإِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ “Rabbimiz! Bizi sana […]
Geleneğe Aykırı Söylemler
Geçtiğimiz yıl takvimler 17.07.2013 (8 Ramazan 1434) tarihini gösterirken “imsak” yani oruca başlama ve sabah namazı vakti konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı bir basın açıklaması yapmış ve şunları söylemişti: “Diyanet İşleri Başkanlığı, elbette orucun başlangıç vakti konusunda fıkıh kitaplarımızda yer alan farklı görüşleri bilmektedir. Elbette bunlardan bir kısmının itibara alınamayacak şâz[1] görüşler olduğunun da farkındadır… Söz konusu iddia sahiplerinin dile getirdiği görüşleri İslam tarihi boyunca kabul eden hiçbir ciddi ilim insanı olmadığı gibi günümüz İslam dünyasında bu alanda söz sahibi olan hiçbir ilim insanı ve astronom da benimsememektedir.”[2] Erbabınca malum üzere Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi yıllardır Türkiye başta olmak üzere birçok İslam ülkesinde Ramazan ayında oruca erken başlandığını, bundan daha da önemlisi, sabah namazlarının özellikle Ramazan aylarında henüz vakti girmeden kılınmakta olduğunu iddia etmekte ve bunun ispatı için hem yazılı hem de görsel deliller sunmaktadır. Bu iddiaların son yıllarda basında da sıkça yer bulması ve halk arasında infiale (!) yol açması sebebiyle Diyanet İşleri Başkanlığı yukarıda bir kısmı aktarılan basın açıklamasını yapmış ve bu görüşlerin İslam dünyasında hiç kimse tarafından benimsenmemiş olmasını kendi söylediklerinin doğruluğunun kanıtı olarak göstermiştir. Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki imsak ve sabah namazı vakti konusunda fıkıh mezhepleri arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Ama […]
Hz. Peygamber İçin Kurban Kesmek
Ülkemizdeki camilerde kurban bayramı öncesine rastlayan Cuma günlerinde, bir “kurban hutbesi” okunması âdettendir ve bu, halkın bilinçlendirilmesi açısından yanlış da değildir. 2013 yılında da bu âdet yerine getirilir mi getirilmez mi bilinmez; ama önceki yıllarda okunan hutbelerde, öncelikle kurbanın öneminden ve konuyla ilgili fıkhî hükümlerden bahsedilmişti. Daha sonra ise Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin hicretin ikinci yılından itibaren (miladi 624) vefat edinceye kadar daima kurban kestiği vurgulanmış ve bunun yanı sıra Ali radıyallahu anh’a, vefatından sonra kendisi için de bir kurban kesmesini tavsiye ettiği bilgisine yer verilmişti. Bu yazıda işte bu vasiyetle ilgili rivayetten bahsedilecektir. Peygamberimizin, vefatından sonra kendisi için kurban kesilmesini vasiyet ettiğine dair hadis ilminde “Kütüb-ü Tis’a”[1] olarak meşhur olan hadis kitaplarından Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel’debir rivayet bulunmaktadır. Tirmizî’deki rivayet şöyledir: Ali radıyallâhu anh’tan rivayete göre o, biri Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem adına diğeri de kendi adına olmak üzere iki kurban keserdi. Kendisine bunun sebebi sorulunca da şöyle derdi: “Böyle yapmamı bana Resulullah emretti. Ben de bu şekilde yapmayı hiç terk etmeyeceğim.”[2] Bu rivayete kitabında yer veren İmam Tirmizî, rivayet hakkında:“Bu hadis garîbtir.[3] Bunu sadece Şerîk’in rivâyetiyle bilmekteyiz.” demiştir. Hadisin Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel’de yer alan rivayeti ise şöyledir: Haneş şöyle […]
Seslendirilmiş Makale – Kur’ân’da Namaz Vakitleri
Prof.Dr. Abdulaziz Bayındır hocamızın 24 Aralık 2011 tarihli “Kur’anda Namaz Vakitleri” isimli makalenin seslendirilmiş halidir.
Adetli Kadının Orucu ve Namazı
ADETLİ KADININ ORUCU VE NAMAZI Âdetli ve Lohusa Kadın ile İlgili Nesih Nesih sözlükte, bir kitaba diğerindeki bilgiyi aktarma veya bir şeyi uygulamadan kaldırıp yerine başka bir şey koyma anlamlarına gelir[1]. Neshin tarifini veren âyet şudur: مَا نَنْسَخْ مِنْ آَيَةٍ أَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak, yerine daha hayırlısını ya da dengini getiririz. Bilmez misin, Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/106) Buna göre nesih, bir âyeti bir başka âyetle değiştirmektir. Bu, hem Kur’an’ın ayetleri arasında, hem de Kur’an ayetleri ile önceki kitaplardaki ayetler arasında olur. Kur’an, ilahi kitapların son nüshası olduğu için ondaki ayetlerin çoğu, önceki kitaplarda olanların aynısıdır, yani onları dengiyle neshetmiştir. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Allah Nuh’a ne emretmişse onu, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: “Bu dini ayakta tutun ve o konuda birbirinizden ayrı düşmeyin.” Senin çağırdığın şey müşriklere ağır gelir. Allah, bu dini tercih edeni kendi tarafına (yoluna) seçer ve ona yöneleni hedefine ulaştırır.”(Şûrâ 42/13) “Gerçekleri içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitab’ı sana, indiren O’dur. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmiştir.”(Al-i İmran 3/3) Bu ayetler, önceki kitaplardaki âyetlerin büyük […]
Resim, Karikatür ve Heykelin Hükmü
Kur’an’da canlı varlıklarının resimlerini çizmenin, karikatürlerini veya heykellerini yapmanın haramlığıyla ilgili bir şey yoktur. Aksine aşağıda belirteceğimiz ayetlerde bunun helalliğini gösteren ifadeler vardır. Yüce Allah, İsa a.s’ın kuş heykeli yapmasından bahseder: “İznimle topraktan kuş şeklinde bir şey yaratır, sonra ona üflerdin de yine iznimle kuş oluverirdi.” (Maide 5/110). İsa a.s, topraktan kuş şeklinde bir şey yapıyordu. Hiç şüphesiz bu bir heykeldir. Bu heykel, daha sonra Allah’ın izniyle gerçek bir kuş olmuştu. Bu olay İsa a.s’ın Allah’ın elçisi olduğunun delillerinden biriydi. Bazıları bu ayetin, canlı varlıkların resim ve heykelinin yapılmasının helalliğine delil olmayacağını düşünebilir. Zira böyle mucizevi bir olayın, resim ve heykel gibi genel bir hükme delil teşkil etmeyeceği savunulabilir. Bu itiraz makul değildir. Çünkü hiçbir nebi, haram olan bir şey yapıp onu insanlara mucize olarak sunamaz. Aşağıdaki ayetler şüphelerini kesin olarak gidermektedir: Yüce Allah, Süleyman a.s ve hizmetine verdiği cinler hakkında şu ifadeleri kullanır: “Süleyman ne isterse onu yapıyorlardı; değerli meskenler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve sabit kazanlar yaparlardı. Ey Davut ailesi! Şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe 34/13). Bu ayet, kesin olarak Allah’ın nebisi Süleyman a.s’ın heykeller yapılmasını emrettiğini gösteriyor. Hiçbir nebi, haddini bilmezce, haram olan bir şeyi emredemez. Aksine Yüce Allah, cinlerin Süleyman a.s’a heykeller yapmasını bize […]
Kur’ân’da Zekât ve Faiz
Bizim zekât dediğimiz şey, Kur’an’da sadaka olarak geçer. Sadaka, ihtiyaçlılara yapılan karşılıksız yardımdır. Faiz ise ihtiyaçlılara verilen borçtan elde edilen gelirdir. İhtiyacı olmayan, faizli borç almaz. Sadaka, ihtiyaçlıları ve sosyal yapıyı rahatlatır. Faiz ise ihtiyaçlıları daha kötü duruma sokar ve sosyal yapıyı bozar. Sadaka deyince akla gelen, fakirlere yapılan yardımdır. Bu kelime geleneğimizde, daha çok dilencilere yapılan basit yardımlar için kullanılır. Halbuki fakirler, sadakanın sekiz harcama kaleminden sadece birini oluşturur. Bu yazıda sadaka, devletin aldığı vergi anlamındadır. Allah Teâlâ, devletin başı olan Nebî’mize şöyle emretmiştir: خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Mallarından sadaka al; böylece onları arındırmış ve geliştirmiş olursun. Onlara sürekli destek ol, senin desteğin onları rahatlatır[1]. Her şeyi dinleyen ve bilen Allah’tır.”(Tevbe 9/103) Bu âyetin öncesinde ve sonrasında samimi müslümanlardan söz edildiği gibi Nebî’mize sürekli tuzak kuran münâfıklardan ve kâfirlerden de söz edilmiştir. Onlardan alınacak sadaka, sadece devlete sadakatlerinin göstergesi olur. Verilecek destekle rahatlar ve kendilerini geliştirme fırsatı bulurlar. Müslümandan alınan sadaka, Allah’a sadakatin göstergesi olacağı için zekât diye de adlandırılır. Sonuç olarak bu âyette sözü edilen sadaka, devletin aldığı vergidir; müslümandan ne alınırsa gayrimüslimden de o alınır[2]. Aşağıda gelecek olan Tevbe 60. âyette de sadakaların yani devletin […]
Başörtüsü Yasakçıları
KUR’AN’A GÖRE BAŞÖRTÜSÜ YASAKÇILARININ DURUMU Türkiye’de ve bazı İslam ülkelerinde müslüman kadının başını örtmesi istenmemektedir. Bunu istemeyenler genellikle dine ve gerçek dindarlara saygılı olduklarını söyler ve din dışılıkla suçlanmayı reddederler. Bir taraftan da Müslümanlar dini hayatlarını Kur’an ışığında gözden geçirmeye başlamışlardır. Kur’an’a yönelme ile birlikte hurafelere karşı da savaş açılmıştır. Artık iki türlü müslümanlıktan söz edilmektedir; biri Kur’an müslümanlığı, diğeri Kur’an dışı müslümanlıktır. Kur’an dışı müslümanlıkla kastedilen geleneksel müslümanlıktır. Dindarların büyük çoğunluğu, geleneksel anlamda müslüman oldukları için Kur’an müslümanlığı başörtüsü yasakçılarının da ilgisini çekmektedir. Bu yazıda başörtüsü yasakçılarının durumu sırf Kur’an ayetleri ışığında ele alınmıştır. Okuyucuya kolaylık olması için karşılıklı sohbet havası içinde yazılan yazı ile sizi baş başa bırakıyorum. – Müslüman kadınların başlarını örtmelerine karşı çıkanlarla ilgili bir hüküm gerçekten Kur’an’da var mı? – Elbette var. Müslüman kadınların başını örtmesi Allah’ın bir emridir. Allah’ın bir tek emrini bile kabul etmeyenin durumu Kur’an’da açıklanmıştır. Her müslümanın bunu çok iyi bilmesi gerekir. Şimdi ben sorayım, Kur’anda sapmanın ve saptırmanın simgesi haline gelmiş varlık hangisidir? – Şeytan mı? – Evet.. Şeytan, diğer adı ile İblis, meleklerle beraberken Allah ona ve bütün meleklere Adem için secdeye kapanma emri verdiğinde o bu emri kabul etmediği için kafir olmuştur. Konu ile ilgili ayetler şöyledir: “Vaktin birinde […]
Kadının Boşanma Hakkı: İftida
Evlilik İslam’da tavsiye edilen bir müessesedir. Neslin devamı için tek yoldur. Evlilik süresince eşlerin, karşılıklı sevgi ve saygı ortamını olabildiğince korumaları istenmiş, evlilik bağının önemli bir sebep bulunmadıkça keyfi bir şekilde ya da küçük sorunlarla sona erdirilmesi hoş görülmemiştir. Bu sebeple durum boşanma aşamasına gelmeden önce tarafların aralarındaki sorunun çözülmesi ve barıştırılması için gereken her yol denenmelidir. Bütün bunlara rağmen hala uzlaşma sağlanamadıysa Allah’ın en sevmediği helallerden biri[1] olduğu söylenen evliliği bitirme kararı alınabilir. Her ne kadar evliliğin devamı tavsiye edilse de bazı dinlerde ve hukuk sistemlerinde görüldüğü gibi kağıt üzerinde evli kalıp gönül ve bedenen ayrı yaşamamak için gereken bütün tedbirler alınmıştır. Evlilik bağının kurulmasında kadın ve erkek yetkilidir. Ancak kadının yetkisi velinin denetimime tabidir. Onun nazik yapısı bunu gerektirir. Boşanmada da iki taraf yetkilidir. Evlenmede olduğu gibi boşanmada da kadının yetkisi denetim tabi tutulmuştur. Ama her iki denetimde yol göstericidir yoksa kararı geçersizleştirecek nitelikte değildir. Kuranı Kerim, kadının ve erkeğin haklarını ayrı ayrı ele almış, Nebimiz Hz. Muhammed de Müslümanlar arasında yaptığı uygulamalarla konuyu iyice anlamamıza yardımcı olmuştur. Kuranda erkeğin boşanma hakkına “Talak” kadının boşanma hakkına ise “İftida” denilmektedir. KURAN-I KERİMDE KADININ BOŞANMA HAKKI Yüce Allah “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.”[2] […]
Herkesin Bildiği Namaz
A.GİRİŞ Namazın ilk defa Allah Rasûlü’ne öğretildiği, önceden namaz diye bir uygulamanın olmadığı düşüncesi halk arasında son derece yaygındır. İnsanlar nazarında itibar sahibi, ilim ehli olarak görülen bazı şahısların bile bu yanılgıya düştüklerini görebiliyoruz. Namaz konusunun zihinlerde yanlış ve eksik bilgilere dayandırılması, beraberinde pek çok sorunu ve soru işaretini ortaya çıkarmaktadır. Kişinin Kur’an algısının bozulması, vahiy algısının bozulması, nebî algısının bozulması, din algısının bozulması, usûl algısının bozulması vb. pek çok sorunun temelinde bu yanlış tasavvurlar yatmaktadır. Bu yazımızda namazla ilgili olarak Kur’anî bir algı ortaya koymaya çalışacağız. B. NAMAZIN KILINIŞI Kur’an’da namaz var mı? Namazın nasıl kılındığını bana Kur’an’dan gösterebilir misin? Bu gibi soruları daha önce sormuş veya benzer sorularla karşılaşmış olabilirsiniz. Aslında bu sorular birçok sorunun göstergesidir. Bunların en başında Kur’an ve din algısının doğru oluşmaması gelmektedir. Kur’an’da neler yer alır, nelerin yer alması gerekmez? Bir rasul veya nebinin Kitap’da olmaksızın dine bir şey sokup çıkarma (teşri) yetkileri var mıdır? İnsanın Kur’an dışında inanmak zorunda olduğu bir kaynak var mı? Bu ve benzeri soruların cevapları kişinin zihninde doğru bir şekilde yer etmezse doğru bir din anlayışına sahip olması imkansız hale gelir. O halde biraz Kur’an algısı üzerinde durup, Allah’ın elçisinin başta namaz olmak üzere dindeki ibadetleri nasıl ve nereden […]
Ana Hatlarıyla Oruç İbadeti
Oruç, İslâm’ın beş esasından biridir. Bu kavram Farsça “rûze” kelimesinden Türkçeye geçmiş, zamanla “rûze”, “urûze”, “uruç” şeklinde kullanılmış ve daha sonra “oruç” halini almıştır. Arapça karşılığı ise “savm (الصوم)” ve “sıyâm (الصيام)”dır. Savm sözlükte; ‘kişinin yeme, içme, karı-koca ilişkisi, konuşma vs. gibi herhangi bir şeyi terk etmesi’ anlamına gelir. Terim olarak oruç; tan yerinin ağarmasından akşam oluncaya kadar şer’an belirlenmiş ibadeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak[1] demektir. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre oruç, hicretin ikinci yılı Şaban ayında (Şubat 624) farz kılınmıştır. Namaz, zekât, hac, kurban vs. ibadetlerde olduğu gibi oruç da yalnızca Ümmet-i Muhammed için değil, tüm nebîler ve ümmetleri için farz kılınmış bir ibadettir. Nitekim orucun farz kılındığını bildiren ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.” (Bakara, 2/183) Ayet metninde yer alan “es-sıyâm (الصِّيَامُ)” kelimesinin başında yer alan elif-lâm (harf-ı ta’rîf) takısı, Arapçada belirlilik (ma’rifelik) ifade ettiği için mana “o oruç” olur ki bu da bize farz kılınan orucun bizden önceki ümmetlere farz kılınanla aynı olduğunu gösterir. Zaten ayetteki “sizden öncekilere yazıldığı şekliyle (كَمَا […]
Kur’an’da Oruç İbadeti
Ay takvimindeki 12 aydan biri olmasına rağmen, adı söylendiğinde dünya üzerindeki herkesin, sadece yılın bir ayını kastetmediğimizi anladığı tek aydır Ramazan. Zira Yüce Allah’ın yerine getirilmesini farz kıldığı, her biri insanlıkla yaşıt ibadetlerden biri bu ay boyunca yerine getirilir. Oruç ayı geldiğinde her birimizin aklına pek çok soru takılır. Gerçekte bu soruların tamamı Allah’ın Kitabı’nda cevaplanmıştır. Oruç ibadetiyle ilgili Kur’an’da yer alan tüm ayetler dikkatle okunursa akıllarda cevaplanmamış bir soru kalmayacaktır. O halde biz de öyle yapalım ve Ramazan orucundan bahseden ayetleri dikkatle okuyarak ayetlerden öğrendiklerimizi sıralayalım: Bakara Suresi 183. Ayet: Ey inanıp güvenenler! Oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız. 1. Oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı: Ayette oruç ibadeti الصيام(es-sıyâm) şeklinde belirlilik takısı ile kullanılmaktadır. Bu durum oruç ibadetinin herkes tarafından bilindiğini gösterir. Nitekim ayetin tamamından da orucun önceki ümmetlerde de aynı şekilde tutulduğu ve farz bir ibadet olduğu net bir biçimde anlaşılmaktadır. 2. Ki kendinizi koruyasınız: Oruç insanı koruyan bir ibadettir. Allah’ın oruç tutma emrini yerine getiren bir kimse aynı zamanda kendini korumuş olmaktadır. Bu korumanın hem maddi hem manevi olması gerekir. Diğer bir deyişle oruç tutan kişi, Allah’ın bir emrini yerine getirmekle manevî olarak korunduğu gibi bedensel bir ibadet olması […]
Herkesin Bildiği Oruç
Beslenme yaşamın kaynağıdır. Mikroorganizmalar da dahil beslenmeksizin yaşayabilen bir canlı yoktur. Hatta cansız nesneler bile bir şeylerden beslenerek varlıklarını sürdürürler. Dünya, Güneşten aldığı enerjiyle, Güneş, kendi içinde sahip olduğu yakıtla beslenir. Beslenme ihtiyacı olmayan tek varlık Allah’tır. O’nun dışındaki tüm varlıklar hayatta kalabilmek için beslenmek zorundadırlar. Yüce Allah da kendisinden başkalarının tanrılaştırılması konusunda beslenme çelişkisine dikkat çekmiştir: “Meryem oğlu Mesih sadece Elçi’dir. Ondan önce gelmiş elçiler de vardır. Annesi ise doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Şimdi sen şu ayetleri nasıl açıkladığımıza bak; bir de onların nasıl yanlışa sürüklendiklerine bak.” Maide 5/75. Tüm canlılar doğar doğmaz yeme içgüdüsüyle hareket ederler. Bebekler ilk bir yıl ellerine geçirdikleri her şeyi ağızlarına sokmak isterler. Bu dönemde yeme içgüdüsü her şeyin üstündedir. Bu dönemlerde insan yavruları ile hayvan yavruları arasında bir fark göremezsiniz. İnsan geliştikçe yeme içgüdüsüne hükmetmeyi öğrenir. Hayvanlar ise aynı çizgide devam ederler. Öyle ki hayvanlar için yemek bulma ve beslenme bir varoluş gayesi gibidir. İnsanlar gibi yeme içgüdüsünü dizginleyemeyen hayvanların yemekten çatlayıp ölmeleri de bilinen bir şeydir. Özellikle çayıra salınan sürüler işi bilen bir çoban tarafından otlatılmazlarsa telef olabilirler. İnsan, yeme içgüdüsünün kölesi olduğu oranda hayvanlara benzemeye başlar. Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor: “… Ayetleri görmezlikten gelenler ise […]
İtikaf
Orucun tarif edildiği Bakara sûresi 187. ayetinde oruçla veya bir başka deyişle Ramazan ayı ile yakından alakalı başka bir ibadete daha yer verilmiştir: İ’tikâf. Sözlükte ‘hapsetmek, alıkoymak; bir yere yerleşmek, oraya bağlanıp kalmak’ anlamlarındaki “akf” kökünden türeyen i’tikâf, fıkıh terimi olarak kişinin ibadet amacıyla ve belirli bir şekilde camide kalmasını ifade eder.[1] İ’tikâfın meşruiyeti Kur’an ve Sünnetle sabittir. Orucu tarif ettiği ayetin sonunda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ … Mescitlerde i’tikâf halinde iken kadınlarınızla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini korusunlar.” (Bakara, 2/187) Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem Medine’ye hicretten sonra vefat edinceye kadar her yıl Ramazanın son on gününde i’tikâfa çekilirdi.[2] “Allah’a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet ve taatte bulunmak amacıyla zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşru bile olsa her türlü nefsanî ve şehevî arzulardan uzak durması kişinin manen olgunlaşması için önemli vesilelerden biridir. Zorunlu ibadetlerin yanı sıra nafile ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı, mümkün olduğu ölçüde maddî ilgilerden uzaklaşarak yüce yaratıcıya yönelinen bir ortam insana derin bir manevî ufuk ve imkân sunmaktadır. Bu bakımdan i’tikâf yalnız İslâm ümmetine has bir ibadet olmayıp vahiy geleneğine sahip hemen bütün dinlerde […]
Kadir Gecesi
Kadir gecesini, Türkçeye “kader/takdir gecesi” diye tercüme edebiliriz. Arapçada “kadr” veya “kader”, ‘ölçü koyma’ ve ‘ölçü’ anlamlarına gelir. Tâbiînden Atâ b. Ebî Rebâh, Abdullah İbn Abbâs’ın bu geceye niçin “kadir gecesi” denildiğine dair şu sözlerine yer vermiştir: “Allah Teâlâ, bu yıl içinde yağmur, rızık, diriltme, öldürme vs. gibi olabilecek şeyleri, gelecek yılın bu gecesine kadar takdir eder.”[1] Buradan hareketle kadir gecesi, ‘bir yıllık ölçülerin belirlendiği ve görevli meleklere emirler halinde verildiği gece’ olarak tarif edilebilir.[2] Kadir gecesi ile ilgili olarak Allah Teâlâ müstakil bir sûre indirmiş ve sûrede bu geceyi şöyle tarif etmiştir: Biz Kur’an’ı kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sen nereden bileceksin? (Öyleyse dinle!) Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece melekler, her bir konuyla ilgili ruh (aldıkları emir) yanlarında, Rablerinin izniyle inerler. O, tanyeri ağarıncaya kadar esenlik gecesidir.” (Kadr, 97/1-5) Kadir gecesinin Ramazan ayının içinde olduğu bellidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ramazan, insanlara rehber olan ve rehberin açıklayıcı ayetlerinden oluşan Kur’an’ın ve o Furkan’ın indirildiği aydır…” (Bakara, 2/185) Başka bir ayetler grubunda ise bu gecede neler olup bittiğine dair şu hususlara yer verilmiştir: “Hâ, Mîm. Her şeyi açıklayan Kitaba yemin olsun. Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Biz insanları uyarırız. Karara bağlanmış görevler o gece taksim […]
Kur’an’ı Tahrife Modern Bir Örnek: Hımâr (Başörtüsü)
Kur’an’dan hüküm çıkarmanın veya bir hükmün Kur’an’a ait olduğunu söylemenin olmazsa olmaz şartları vardır. Bunlardan biri Kur’an’ın dili olan Arapça’yı bilmek, bir diğeri Arapça Kur’an metni üzerinde, bizzat Allah’ın belirlediği, ayetlerin ayetleri açıklaması yöntemi ile çalışmak ve bir başkası da bu çalışmayı Arapça ve metot bilgisine sahip bir ekip ile yapmaktır. Bu şartlardan biri veya daha fazlası yerine getirilmediği takdirde çıkarılan hükmün Kur’an’a dayandırılmasının elîm ve vahim sonuçları olacaktır. Günümüzde Kur’an üzerinde çalıştığı düşünülen kişilerin sayılan bu şartların hepsini aynı anda yerine getirmemelerinden kaynaklanan hataları da vahim sonuçlara yol açmakta, vardıkları hükümler Allah’ın indirdiği Kitaba ait olmadığı için ne akıl ne de insan fıtratı tarafından kabul görmemektedir. Ancak öyle ayetler vardır ki samimi bir mümin böyle bir ayetin, onu tahrif edenlerin söyledikleri anlama asla gelemeyeceğini görebilir. Bunun için başka bir ayete veya metot bilgisine dahi ihtiyaç yoktur. Aklî melekeleri doğru çalışan herkes o ayeti doğru anlayacaktır. Başörtüsü ile ilgili ayet de bunlardan biridir. Akıl ve mantık hiçe sayılmaksızın bu ayeti başka şekilde anlamak ve anlamlandırmak mümkün değildir. Toplumda kendileri için “Kur’an üzerinde çalışan kişiler” algısı oluşturmuş bazı kişi ve gruplar, ne Arapça’nın ne de Allah’ın belirlediği metodun hiçbir ilkesini gözetmediklerinden ve her konuda sonuna kadar işlettikleri akıllarını, işlerine gelmeyen konularda […]
Kurban İbadeti ve Sözde Kur’an’cılar
Allah’ın dinine en büyük kötülüğü daima dinden konuştuğunu söyleyen kişiler yapmışlardır. Günümüzde bu durum değişmemiş, kıyamete kadar da değişmeyecektir. Bugün de aynı tutumu, Kur’an’dan konuştuğunu söyleyen ve takipçileri üzerinde Kur’an’cı olduğuna dair algı oluşturmuş kişi ve gruplar sergilemektedirler. Bu kişiler, Allah’ın Kitabından konuşmadıkları aklı olan herkes tarafından bilinen bir takım hoca kılıklıları ve mezheplerin yanlışlarını haklı olarak eleştirmekle ve bunun alternatifinin Kur’an’a yönelmek olduğunu dile getirmekle muhatapları üzerinde Kur’an’dan konuştukları algısını oluşturmaktadırlar. Ancak hemen ardından Kur’an’ı kendilerine uydurmaya başlamakta, Allah’ın ayetlerini kendi şahsi yorumlarına ve felsefeye kurban etmektedirler. Kur’an üzerinde çalışmanın, bizzat Allah tarafından açıklanmış metodunu bilmek, Arapça’ya hakim olmak ve ekip çalışması yapmak gibi yeterli teknik donanıma sahip olmadıklarından ayetleri kendi küçük dünyalarına göre yorumlamakta, güya hurafelere karşı cevaplar geliştirmektedirler. Geçtiğimiz günlerde, bu şahısların Allah’ın kesin bir emri olan başörtüsünü, keyfî yorumlarla mantığa, Arap diline ve Kur’an’ın iç bütünlüğüne tamamen aykırı bir şekilde nasıl görmezden geldiklerini detaylı bir biçimde ortaya koymuştuk[1]. Aynı grubun kurban ibadeti konusunda da farklı bir tutum sergilemediğini üzülerek tesbit etmekteyiz. Bahsettiğimiz kişiler kendilerine Kur’an Araştırmaları Grubu adını vermelerine rağmen insanlardan korktukları için bu grubun kimlerden oluştuğunu açıklayamamaktadırlar. Allah’tan korkmadıklarını ise kurban ibadetini de başörtüsü gibi görmezden gelerek bir kez daha ispatlamışlardır. Hatta bu ibadeti Allah’ın […]
Helal ve Haramı Kim Belirliyor?
Bir zamanlar koyu bir Hristiyan iken daha sonra İslam’ı seçen Adiyy b. Hâtim, bir gün Resûlullâh’ın: “(Yahudi ve Hristiyanlar) Bilginlerini ve din adamlarını Allah ile aralarına koyup rab edindiler…” (Tevbe, 9/31) mealindeki ayeti okuduğunu işitmiş ve: “Ya Resûlallâh! Hristiyanlar onlara ibadet etmezler ki!” diyerek bu ayeti anlayamadığını belirten bir soru yöneltmiştir. Resûlullâh da bunun üzerine ona şöyle cevap vermiştir: “(Evet) Aslında Hristiyanlar onlara ibadet etmediler! Ama onlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helal kılınca hemen helal sayıverdiler, (Allah’ın helal kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram sayıverdiler.”[1] Çoğu zaman vaaz ve hutbelerde anlatılan bu rivayette iki farklı grup göze çarpmaktadır: Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını ise helal sayan bilginlerle din adamları ve bir de bunlara sorgusuz sualsiz itaat edenler. Hem ayetlerden hem de rivayetlerden anlaşılacağı üzere bile bile helali haram, haramı helal saymak Allah’a ortak koşmak olduğu gibi bunu yapanlara sorgusuz sualsiz itaat etmek de Allah’tan başkasına ibadet etmek, onları rab edinmek anlamına gelmekte ve neticede bu da şirk kapsamına girmektedir. Bu ciddi tehlike yüzünden helal ve haram konusu çok iyi bilinmeli, bu konuda Yüce Allah ne demiş ve nasıl buyurmuşsa ona göre hareket edilmelidir. Bu yazıda önce helal ve haram kavramlarının kısaca tanımları yapılacak, daha […]
Namazlarda Okunan Dua ve ZİKİRLER
1- Allâhu Ekber الله اكبر “Allah en büyüktür.” Kıbleye yani Kâbe’nin bulunduğu tarafa yönelerek ayakta, eller kulak hizasına kadar kaldırılır ve Allâhu Ekber denerek namaza başlanır. 2- Namazın başında okunan dua: “Allâhu Ekber” diyerek namaza başladıktan sonra “Sübhâneke” okunur. سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، وَتَبَارَكَ اسْمُكَ، وَتَعالَى جَدُّكَ وَلاَ إِلٰهَ غَيْرُكَ “Allahım, sana yöneldim. Ne yaparsan güzel yaparsın. Adın yücedir. Zenginliğin çok fazladır. Senden başka ilah yoktur.” “Sübhâneke” yerine; şu ayet de okunabilir: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا مُسْلِمًا وَمَا أَنَاۨ مِنَ الْمُشْرِكِينَ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لَا شَرِيكَ لَهُ وَبِذٰلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَاۨ مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Ben, bir Müslüman olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana doğrudan doğruya çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Benim ibadetim, kurbanım, hayatım ve ölümüm, varlıkların Rabbi olan Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Böyle emir aldım. Ben Müslümanlardanım.” Sübhâneke veya diğer duayı okuduktan sonra, 3- Eûzübillâhimineşşeytânirracîm ( أعوذ بالله من الشيطان الرجيم) = Taşlanan şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım 4- Bismillâhirrahmânirrahîm” (بسم الله الرحمن الرحيم) = “İyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla” denilerek Fatiha Suresine geçilir. 5- Fatiha Suresi 1. الحمد لله رب العلمين Elhamdulillâhi rabbil’âlemîn. Her şeyi güzel yapmak Allah’a mahsustur. O, varlıkların sahibidir. 2. الرحمن الرحيم […]
MİRASTA HALEFLİK DEDE YETİMLİĞİ
Halefiyet, halife olmak, öncekinin yerine geçmektir. Yerine geçene halef, öncekine selef denir. Başkasının yerine, ya tabii yoldan ya da mücadele ile geçilir. Kümesteki yaşlı horoz ölürse genç olan onun yerine geçer. Ama genç olanı, yaşlının ölümünü beklemezse kıyasıya bir mücadele başlar. Biri diğerini, ya öldürür veya oradan uzaklaştırır. Tavuklar bu mücadelede yer almazlar. Benzer durum, diğer hayvanlarda da vardır. Dünya kurulduğu günden beri bu böyledir. Bir gün Rabbin meleklere: “Yeryüzünde bir halife oluşturmaktayım” demişti. Melekler, kadın erkek her insanın halifelik mücadelesine girecek şekilde yaratıldığını öğrenince şaşırmışlar ve Allah’a şöyle demişlerdi: “Orada karıştırıcılık yapacak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun? Ama neylersen, güzel eylersin; biz bu sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın” Allah Teâlâ’nın cevabı şu olmuştu: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” (Bakara 2/30) Meleklerin bilmediği; bilim ve medeniyette yarış şeklinde geçecek halifelik mücadelesiydi. Böylesi daha önce hiç olmamıştı. Allah, önce “Âdem’e isimlerin hepsini öğretmiş, sonra onları meleklere göstermiş ve “iddianız doğruysa bana şunların isimlerini bildirin” demişti. Melekler:“Biz sana boyun eğeriz. Bizde bir bilgi olmaz; sen ne öğretmişsen odur. Bilen sen, yerinde karar veren sensin” demişlerdi. Bunun üzerine Allah, “Âdem! Meleklere şunların isimlerini bildir” demişti. Âdem onlara o isimleri bildirince Allah: “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin bilinmezlerini bilirim. Neyi […]
ALLAH’IN KOYDUĞU SINIRLARIN AŞILMASI VE ORUÇ ÖRNEĞİ
Bu makalede Kur’an kavramlarından tasdik, nesh ve tahrif konularında sınırların nasıl aşıldığı üstünde durulacak örnek olarak da Ramazan orucu ilgili aşırılıklar anlatılacaktır. Konu, şu iki âyette özetlenen, Kur’an’ı Kur’an ile anlama yöntemiyle işlenecektir: “الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آَيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ. أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ” ELİF LÂM RÂ! Bu, doğru hükümler veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından âyetleri hem muhkem kılınmış hem[1] de ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. (De ki:) Ben de sizi onunla (o Kitap ile) uyaran ve size müjde veren bir kişiyim.” (Hud 11/1-2) Sınır, Arapçada had = الحد kelimesi ile ifade edilir. Had, iki şey arasında yer alan ve birinin diğerine karışmasına engel olan şeydir[2]. Allah; orucun içeriğini, zamanını, kimlerin kazaya bırakabileceğini ve oruç tutulan günlerin gecelerinde bu ümmet için helal kıldığı şeyleri, arka arkaya dört ayette açıklamış ve en son şunları söylemiştir: تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, bunlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini yanlışlardan korusunlar.” (Bakara 2/187) Allah, koyduğu sınırlara yaklaşmayı yasaklamış ama Müslümanlar hemen her konuda, aşmadık sınır bırakmamışlardır. Bu yazıda bunlardan birkaçı üzerinde durulacaktır. […]
KADINLARIN YOLCULUĞU
Yasak bildiren bazı hadisler sebebiyle Müslüman bir kadının sefer mesafesindeki bir yere (yani yaşadığı yerden ortalama 85-90 km ve daha uzağa) yanında kocası veya mahremi[1] bulunmadan yolculuk yapmasının caiz olmadığı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir. Hanefî ve Hanbelî mezhebine mensup âlimler hac yolculuğunun dahi bu yasak kapsamında olduğunu söylerken Şâfiî ve Mâlikî mezhebi mensupları söz konusu hadislerde hac ibadetinin yer almadığını, yasağın farz olmayan yolculuklar hakkında olduğunu, dolayısıyla kendisine hac farz olan bir kadının güvenilir kadınlardan oluşan bir kafile ile birlikte hac yolculuğuna çıkabileceğini ileri sürmüşlerdir.[2] Şehirlerarası ve uluslararası seyahat imkanlarının gelişmesi, yol ve yolcu güvenliğinin artması ve kadınların toplumsal hayatta eskiye nazaran çok daha fazla yer almaları sebebiyle güncel bir fıkıh problemi haline gelmiş olan bu konuyu ayetler ışığında ve “yolculuk”, “yol güvenliği”, “konuyla ilgili hadisler” alt başlıkları altında incelemeye çalışacağız. A- YOLCULUK Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de bazı amaçlarla yolculuk yapılması gerektiğini bildirmiştir. Bunlar sırasıyla şöyledir: 1- Kültür amaçlı yolculuk: فَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَشِيدٍ أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ “Biz nice kenti yanlış yaparlarken etkisiz hale getirdik. Onlara, devrilmiş direkleri üzerine çökmüş, […]
KUR’ÂN VE SÜNNET’TE FAİZ
Kur’ân’da faiz anlamına gelen kelime riba’dır. Riba (الربوا veya الربا) mastar olarak ‘artma’ ve ‘çoğalma’ isim olarak ‘artan’[1] yani faiz anlamındadır. Faiz, borçtan elde edilen gelirdir. Artma, borçtan dolayı olduğu için riba, bu artışa sebep olan işlem yani faizli işlem demek olur. Mekke’de inen bir âyette Allah Teâlâ şöyle buyurur: وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ “İnsanların malları içinde artsın diye faize verdiğiniz şey (borç) Allah’ın yanında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince işte kat kat artıranlar zekât verenlerdir.” (Rum, 30/39) İhtiyacından fazla malı olandan başkası borç veremez. Faizli borç ise “İnsanların malları içinde artsın diye…” verilir. Dolayısıyla belli bir varlığa sahip olmayan kişilere faizli borç verilmez. Faizli borç veren kişi, alacağını, faizi ile birlikte almayı kesinleştirmek için kefil ister ve teminat alır. Böylece, malını koruma sıkıntısından da kurtulmuş olur. Borçluyu faiz yükü altına sokan şey ise, daha çok kazanma arzusu veya borca olan ihtiyacıdır. Faiz, kira gelirine benzetilerek “paranın zaman değeri” diye tanımlanır. Kiralanan mal, tüketilmeden yararlanılan maldır. Ev kiralayan içinde oturur. Otomobil kiralayan ona biner. Süresi bitince onları sahibine verir. Tüketilmeden yararlanılamayan mal kiralanamaz. Meselâ paranın kendisi, hiçbir ihtiyacı karşılamaz. Büyük bir […]
FAİZCİLERİN DAVRANIŞ TARZI
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Faiz yiyenler, şeytanın takılıp aklını çeldiği[1] kimsenin davranışından farklı davranmazlar. Bu onların, “Alım satım, tıpkı faizli işlem gibidir” demeleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime, Rabbinden bir öğüt ulaşır da faize son verirse geçmişte olan kendinindir; onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, onlar o ateşin arkadaşıdırlar; orada ölümsüzdürler.” (Bakara, 2/275) Fahreddin Razî’nin konu ile ilgili bir tespiti şöyle özetlenebilir: “Faizi helâl görenlere göre faizli işlem her yönden alım satımla aynıdır. Öyleyse nasıl olur da biri helâl, diğeri haram olur. Peşin fiyatı 10 lira olan bir malı bir ay vadeli 11 liraya satmak helâl ise, 10 lirayı bir ay vadeli 11 liraya satmak da helâl olmalıdır. Bu iki işlem arasında mantıkî bir fark yoktur.”[2] Bu iki işlem arasında benzerlik vardır, ama farklar da vardır. Nitekim şarap ile üzüm şırası da birbirine benzer; ikisi de üzüm suyundandır. Ama aradaki farktan dolayı “şıra tıpkı şarap gibidir”, denemez. Yukarıdaki iki işlem de farklıdır. Bundan dolayı birine borç, diğerine satış denmiştir. Borç veren, verdiğinin dengini alır. Yani 10 lira vermişse 10 lira alır. Faiz, o denkliği bozan fazlalıktır. Peşin fiyatı 10 lira olan bir mal, bir ay vadeli 11 liraya satılırsa 11 liranın tamamı malın bedeli olur. O […]
Mâide Sûresi 6. Âyet Bağlamında Ayağa Mesh Meselesi(Tez)
AYAĞA MESH MESELESİ ÖNSÖZ İslam’da hükümlerinin temel kaynağı, Kur’ân-ı Kerîm ve onun fiilî uygulaması olan Nebi’nin sünnetidir. Ancak herhangi bir meselede ilgili âyet ve hadislerin belli bir usule göre değerlendirilmemesi, geçmişte olduğu gibi günümüzde de görüş ayrılıklarını kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu yüzden abdest alırken ayaklara uygulanacak muamele de ihtilaf edilen meselelerden biri olmuştur. Mâide sûresinin 6. âyetinden, Arap dili açısından ayakların mesh edilmesi anlaşılırken, hadislerdeki yıkama rivâyetleri bu ihtilâfın temel sebebini oluşturmuştur. Âyetteki ارجلercül (ayaklar) kelimesinin farklı kıraatleri ise meseleyi daha karmaşık hale getirmiştir. Rasûlullah’ın (s.a.v.) irtihalinden sonra ise, gerek yıkama gerekse meshe ilişkin rivâyetlerin nakledilmesi farklı değerlendirmelere neden olmuştur. Hâlbuki âyetin iniş zamanına ve uygulamaya bakılacak olsa, mesele kolayca anlaşılacaktır. Namaz kılınacağı zaman abdest almanın gerekliliğini ifade eden ilgili âyet Medine döneminde indirilmiştir. Ama namazın, Mekke döneminde farz kılındığı ve Allah’ın Elçisi’nin namazlarını abdest alarak kıldığı bilinmektedir.Aslında bu âyet ininceye kadar Allah’ın Elçisi’nin abdest alırken ayağını yıkadığı konusunda görüş ayrılığı yoktur. Ayakların meshi, bu âyetten sonra başlamıştır. Bu konuda, Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında önemli bir farklılık bulunmazken, Ehl-i Sünnet ile İmamiyye Şîa’sı arasında ciddi bir anlaşmazlık vardır. Bu çalışmanın temel hedefi, hiçbir mezhebin ve görüşün etkisinde kalmadan, ihtilafa neden olan hususların Kur’ân ve Sünnet ışığında ele alınıp değerlendirilmesidir. Yüksek […]
Durma Yap Yapma Dur!
Ramazan yaklaşırken… Ramazan ayında daha dinç, daha rahat bir şekilde oruç tutabilmek için bir ay önceden oruç alıştırmaları yapabilir, şaban ayında nafile oruçlar tutabilirsin. Aişe Validemizin “Resûlullâh’ın (ramazan dışında) şaban ayından daha fazla oruç tuttuğu bir ay görmedim” açıklamasını göz ardı etme, sen de bu nimetten nasiplen! Bunun için Resûlullâh’ın daima yaptığı gibi pazartesi ve perşembe günleri ile şaban ayının 13, 14 ve 15. günlerini değerlendirebilirsin. Bu nafile oruçların zararını değil; faydasını görürsün. Şaban ayının son günü geldiğinde “Arabistan’dan haber geldi, hilali görmemişler!” dedikodusuna kulak asıp herkesin oruca başladığı zaman sen oruçsuz olma! Nebîmizin hilal gözlemi (rasat) yapılması gerektiğine dair hadisleri aklını karıştırmasın. O, “Biz hesap-kitap bilmeyen bir toplumuz” demiş, gerekli alet-edevat ve uzman yoksunluğundan ötürü o dönem için tek çare olan rasat yolunu seçmiştir. Yoksa Allah ayların başlangıç ve bitişleri için hilal gözlemine değil, hesap yöntemine dikkatlerimizi çekmiştir. -Hâşâ- Allah başka bir şey, Resûlü başka bir şey söylememiş ki! Formül bellidir; imkan varsa hesap, yoksa rasat! Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte hesap yöntemi günümüzde doğru bir şekilde uygulanabilmektedir. O yüzden takvimlerde ramazanın biri olarak hangi gün yazıyorsa gönül rahatlığı ile o günü öyle kabul et ve herkesle birlikte oruca başla! Oruca başlama konusunda takvime güvenebilirsin derken takvimleri tamamen akladığımı […]
Nikâhın Doğal Bir Sonucu: Mehir
İslam hukukunda şartları ve rükünleri tam olarak yerine getirilerek icra edilen nikâh akdine sahih nikâh denir. Evlenme ehliyetine sahip olan ve aralarında dinen evlenme engeli bulunmayan bir kadınla bir erkeğin şahitler huzurunda yaptıkları nikâh sahih yani dinen ve hukuken geçerli bir nikâhtır. Böyle bir nikâh karı kocaya birtakım haklar ve sorumluluklar yükler. Bunlardan bir tanesi, erkeğin, hanımına mehir vermesidir. Nikâh akdinin bir sonucu olarak kocanın karısına vermek zorunda olduğu para veya mala mehir/mehr (المهر) adı verilir. Kur’an-ı Kerim’de mehir anlamında “ecr”in çoğulu olarak ücûr, farîza ve sadukât kelimeleri geçmektedir. Hadislerde daha çok mehir ve sadâk kelimeleri yer alırken bu, Türkçede genelde mihr şeklinde kullanılır.[1] Müslüman bir erkek, eşine mehir vermekle yükümlüdür. Bu, Allah tarafından erkeğe yüklenmiş bir borç/sorumluluk, kadına tanınmış bir haktır. Fakat mehir nikâhın şartı değil; doğal ve hukuki bir sonucudur. Bu yüzden mehir belirlenmeden kıyılan nikâhlar da geçerlidir.[2] Böyle bir evlilikle birlikte kadın otomatikman mehir (mehr-i misil) almaya hak kazanır. Mehir, kadının öz malıdır; onu istediği gibi harcayabilir. Onda kendi annesinin, babasının, kocasının, kayınpeder veya kayınvalidesinin hakkı yoktur. Erkek çeyiz hazırlaması için kadına ayrıca bir ödeme yapmamışsa kadın mehir olarak teslim aldığı para veya mal ile çeyiz hazırlamak zorunda değildir.[3] Allah Teâlâ erkeklere yönelik olarak şöyle buyurmuştur: “Kadınlara […]
TIBBÎ, ETİK VE DİNÎ AÇIDAN CERRAHÎ SÜNNET/HİTAN
Erkek çocukların sünnet edilmesi dünyada en çok yapılan cerrahi operasyondur. Son yıllarda bu konu tıbbî, etik ve dinî açıdan tartışılmaktadır. Bu yazı ile bu tartışmalar özetlenecek ve sonuç itibari ile bir kanaat serdedilecektir. 1. Tıbbî Boyut Cerrahi sünnetin tıbbî boyutunu bu konuda yayınladığım tıbbî makalenin özetini naklederek özetlemiş olalım: “Elektif erkek sünneti (EES) hakkında bazı medikolegal tartışmalar vardır. Amerikan Pediatri Akademisi’nin (AAP) 2012 yılındaki raporuna göre, yeni doğan erkek sünnetinin tıbbî faydaları risklerinden fazladır. AAP’nin bu raporu, EES hakkındaki tartışmalara yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu rapor, sünnetin etik ve yasal bir müdahale olmadığını söyleyen çevreler tarafından eleştirilmiştir. Ancak, mevcut literatür AAP’nin bu raporunu doğrulamaktadır. EES, üriner enfeksiyonlar, fimozis, balanit, kandidiyaz, yüksek riskli HPV enfeksiyonu, HIV, genital ülser, sifiliz, trikomonas vaginalis, mikoplazma genitalium, herpes simpleks virüs tip 2, şankroid, penil kanser, prostat kanseri ve serviks kanseri riskini anlamlı derecede azaltıyor iken, seksüel fonksiyonlar üzerinde de olumsuz bir etki yapmamaktadır. EES için önerilen yaş 0-1 yıldır. Çünkü infantil ES’de komplikasyonlar daha az, iyileşme daha hızlı ve maliyet daha avantajlıdır. Bu dönemdeki sünnetin ruh sağlığı açısından da bir riski bulunmamaktadır. İnfantil ES’nin komplikasyonları % 0,2-0,3 civarındadır ve bunların çoğu da genellikle minimal müdahalelerle önlenebilmektedir. Eğer 0-1 yaş arasında sünnet yapılmamış ise kastrasyon fobisi […]
Haydi Hep Birlikte Namaza!
Kur’an-ı Kerim’de cemaatle namazın önemine işaret eden bazı ayetler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra hadis kitaplarında yer alan sahih rivayetlerden anlaşıldığına göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de cemaatle namaz kılmaya büyük önem vermiştir. İlgili ayetler ve Resûlullâh’ın uygulamaları sebebiyle sahabe döneminde özürsüz yere cemaate katılmayanlara neredeyse münafık gözü ile bakıldığı rivayetlere yansımıştır. Mesela ashâb-ı kirâm’ın önde gelenlerinden Abdulah İbn Mes’ud’un bu konuda şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Allah’a yemin ederim ki ben, münafık olduğu (ayan beyan ortada olduğu için) bilinenler veya hastalardan başka hiçbirimizin cemaatle namaza katılmaktan geri kaldığını görmedim! Hatta hastalar bile iki adamın arasına girerek/onların omuzlarına tutunarak da olsa mutlaka namaza gelirlerdi…”[1] Ashab-ı kirâm’ın namazlarını cemaatle birlikte kılmaya olan bu düşkünlükleri hiç şüphesiz ki Nebîmizi örnek almalarından kaynaklanıyordu. Zira O, farz namazlarda cemaatten hiç geri kalmadığı gibi vefatına sebep olan hastalığa yakalandığında bile Ali b. Ebî Tâlib ve Abdullah İbn Abbas’ın kolları arasında ayakları yerlere sürünür bir vaziyette dahi cemaate iştirak etmiştir.[2] Onun beş vakit namazın farzlarını cemaatle kılmasına ve kıldırmasına sıcak, soğuk, yağmur, fırtına gibi tabiat olayları ile yolculuk veya savaş durumları gibi hiçbir zorluk ve sıkıntılı durum engel olamamıştır.[3] Aşağıda görüleceği gibi Nebîmizin cemaatle birlikte namaz kılmaya bu denli önem göstermesi konuyla ilgili ayetler sebebiyle olmalıdır. Asr-ı […]
Ölüme Hazırlık
“Ölümü ve hayatı yaratan odur. Bunlar, hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir…” (Mülk, 67/2) diye buyuran Allah, ölümün de tıpkı hayat gibi bir imtihan aracı olduğunu bizlere öğretmiştir. O, bir taraftan Nebîmize hitaben “Senden önceki hiç bir insanı ölümsüz yapmadık. Sanki sen ölürsen onlar sonsuza dek mi yaşayacaklar?” (Enbiyâ, 21/34) diye buyururken diğer taraftan “Her canlı ölümü tadacaktır!” (Âl-i İmrân, 3/185) düsturu ile ölümün herkes için geçerli ilahi bir kanun olduğunu ilan etmiştir. “Nerede olursanız olun, isterseniz sağlam kaleler içinde olun, ölüm sizi yakalayacak…” (Nisâ, 4/78) ve “De ki: Kendisinden kaçtığınız ölüm sizi yakalayacak. Sonra, gizliyi de açıkta olanı da bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız…” (Cuma, 62/8) ayetleri de ölümden kaçışın asla mümkün olmadığını gösteren ilahi ilkelerdendir. İnsanlar hayat kadar gerçek olan ölümden genelde; – ölümün gerçek niteliği hakkında bilgi sahibi olmamaktan, – ölümün zor ve acı veren bir olay olduğunu düşünmekten, – ölümle birlikte maddi (mal-mülk gibi) ve manevi değerlerini (aile gibi) yitirecek olmaktan, – bedenin çözülüp bozulmasıyla ruhun da aynı akıbete uğrayacağını zannetmekten, – ölüm sonrasında başına gelecek şeyleri tam olarak bilmemek veya kötü şeyler geleceğini tahmin etmekten dolayı korkarlar.[1] Ölüm karşısında duyulan korku ve endişenin en etkili ilacı olan ahiret inancına[2] sahip […]
İslam İktisadı
İslam Hukukunda Yeni Metod Arayışları ve Faiz Örneği
Günümüze kadar İslam aleminde Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî mezhepleri etkin olmuştur. Mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel, 241 h. 855 m. senesinde vefat etmiştir. 12 asırdan beri Müslümanların hukuki işleri, bu mezheplerden birine göre yürütülmüştür. Bu mezhepler bugün de etkinliğini korumaktadır. 20 asır, büyük ölçüde ictihad tartışmaları ile geçmiştir. Artık tartışmalar geride kalmış ve ictihad dönemi başlamıştır. Şimdi ictihadlar, eskisine göre farklı metodlarla yapılmakta ve bu metodlar zaman zaman tartışılmaktadır. Bunları, baskıcı ve evrensel diye iki başlık altında toplamak mümkündür. Herkes evrenselin peşinde gözükmekten hoşlanır. Doğru olanı, evrenselin peşin de gözükmek değil, onu özümsemek ve ona göre davranmaktır. Varılan noktayı ortaya koyabilmek için mezheblerin ictihadlarını yeni ictihadlarla karşılaştırmak gerekir. Faiz örneği üzerinden hareketle kısa bir gezinti yapılacak ve bize göre doğru ve evrensel olanı takdim edilecektir. I- FAİZLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER A- Ayetler “Faiz yiyenlerin duruşu, şeytanın kandırıp aklını çeldiği [1] kimselerin duruşundan farklı değildir. Bu onların, “Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir” demeleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Her kime, Rabbinden bir öğüt ulaşır da faize son verirse geçmişte olan kendinindir; artık onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, işte onlar cehennemliktir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Allah faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir. Allah, nankörlük edip […]
Ödemeyi Geciktiren Borçluya Maddi Ceza
I- BORCU GECİKTİRME SIKINTISINA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER A- Borcu Geciktirme Suçuna Denk Maddi Ceza B- Borcu Geciktirme Suçuna Denk Olmayan Maddi Ceza Teklifleri 1- Borcu geciktirmeyi menfaat gasbı sayıp tazmin ettirmek a- Karar yanlış bir gerekçeye dayandırılmıştır. b- Alacaklının zarara uğradığı iddiası c- Gecikme bedeli üzerinde önceden anlaşma yapılamaması d- Geçerli faiz oranının reddi 2- Mesâlih-i mürseleye dayanarak gecikme cezası vermek 3- Bazı hadislere dayanarak gecikme cezasına hükmetmek 4- Cezai şartla gecikme cezasını aynı yere koymak 5- Kaparoya bakarak gecikme cezasına hükmetmek 6- Gecikme cezasını alıp hayır yollarına harcamak C- Yeni Bir Akit Türü Önerisi II- BORCU GECİKTİRME SIKINTISINA ÇÖZÜM OLAMAYAN GÖRÜŞLER A- Borçluya Hapis Cezası B- Borçluya Maddi Cezayı Faiz Sayıp Başka Bir şey önermeme III- DEĞERELENDİRME VE SONUÇ FAİZSİZ SİSTEMDE ÖDEMEYİ GECİKTİREN BORÇLUYA UYGULANACAK MADDİ CEZA (ÖZET) Faizli sistemde borcunu geciktirene temerrüt faizi uygulanır. Faizsiz sistemde uygulanabilecek maddi ceza ile ilgili farklı görüşler vardır. Bunun için ya maddi suça maddi ceza düşüncesinden hareket edilir, ya da yeni bir akit türü önerilir. Bu makale, maddi suça denk, maddi ceza önermektedir. Önerinin esası şudur: Ödemeyi geciktiren borçlunun suçu, alacaklının malını bir süre haksız yere kullanmaktır. Suçuna denk maddi ceza ise borcu ile birlikte o miktarda bir parayı alacaklıya vermesi, alacaklının […]
İslam Fıkhı Açısından Borçlanmalarda Enflasyon Farkı
Günümüze kadar dolaşıma çıkmış paraları madenî ve kağıt para diye ikiye ayırabiliriz. Madenî para altın, gümüş ve diğer madenlerden basılır. İslamî kaynaklarda gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar, diğer madenlerden basılan paraya da fels denir (Çoğulu fülus’dur). Kağıt para, kağıttan üretilir ve üzerinde yazılı değerle dolaşıma çıkarılır. Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında çok fark vardır. Biri, içindeki altın veya gümüş sebebiyle dünyanın her yerinde değerli olduğu halde diğeri küçük bir kağıt parçasından başka bir şey değildir. O ancak, siyasi otoritenin kararı ve insanların kabulü ile bir değer kazanır. Bunun milli sınırlar dışında para sayılması, uluslararası ilişkilere, o parayı çıkaran devletin itibarına ve insanların bunu kabul etmelerine bağlıdır. Altın ve gümüş, değerli maden oldukları için dolaşımdan kalkan dinar veya dirhemin değeri fazla düşmezdi. Alacaklı taraf, o para ile ödeme yapılmasını dahi kabul edebilirdi. Osmanlı lirası 1920’lerden beri dolaşımda olmamasına rağmen değerini korumakta ve talepleri karşılamak için İstanbul Darphanesinde basılmaktadır. Çünkü o halâ, serveti biriktirmek veya ziynet amacıyla satın alınmaktadır. İlk zamanlar kağıt paranın karşılığı ilgili yerlerde altın veya gümüş olarak, kısmen veya tamamen bulunur yahut ileri bir tarihte karşılığının ödeneceği vaat edilirdi. Bu da paranın belli miktarın üstüne çıkmasına engel olurdu. Bugünkü […]
Kredi Kartının Taksitlendirilmesi
Kredi Kartının Taksitlendirilmesi Kredi kartı veren kuruluş, kart sahibinin belli yerlerden yapacağı, belli harcamaların bedelini ödemeyi kabul ederek ona kefil olur. Ayrıca borcun doğmasından ödenmesine kadar geçen işlemler bütününü takip edip sonuçlandırma konusunda hem kart sahibine, hem de alacaklıya hizmetler sunar ve karşılığında komisyon alır. Müşterinin payını da çoğu zaman, alacaklı öder. Ödemek istemeyenler, kart sahibinden komisyon alırlar. Ödemenin gecikmesi halinde uygulanacak ceza ile borcun vadeye yayılması önemlidir. Kredi kartları bu açıdan; normal kart, taksit kart ve özel kart olmak üzere üçe ayrılabilir. 1- Normal Kredi Kartı Banka, ödemeyi geciktiren kart sahibine faiz tahakkuk ettirir. Bu, ödenecek faize karşılık borcu geciktirme imkânı verirken, faizden kaçanların zamanında ödeme yapmasını da sağlar. Faizsiz finans kurumları ödemeyi geciktirenden faiz alamazlar. Ama faiz yerine uygulanan gecikme cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Bu problemi faize girmeden çözmek mümkün olduğu halde henüz uygulanmamaktadır. ÖDEMEYİ GECİKTİREN BORÇLUYA CEZA Bu konu ile ilgili on ayrı görüş vardır. Bunlar iki ana başlık altında incelenebilir. Biri, borcu geciktirme sıkıntısına çözüm arayan görüşleri, diğeri de alacaklıya faydası olmayan, sadece borçluyu cezalandırmaya yönelik görüşleri içine alır. I- SIKINTIYA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER Sıkıntıya çözüm arayan sekiz görüş vardır. Bunlardan biri, işlenen suça uygun cezayı öngörür, biri yeni bir akit türü önerir; diğerleri, […]
Dâru’l-Harp’Ta Faiz
Müslümanların egemen olduğu ülkelere dâru’l-İslam, yani İslam ülkesi, egemen olmadığı ülkelere de dâru’l-harp, yani düşman ülkesi adı verilir. Bunların içinde müslümanlarla saldırmazlık ve barış anlaşması yapmış olanlara dâru’l-harp yerine daha çok sulh, eman ve ahid ülkesi denir. Ebû Hanife ile İmam Muhammede göre gayrimüslimlerin ülkesinde (dâru’l-harp) bulunan bir Müslüman, o ülkenin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse orada müslüman olmuş ve henüz İslam ülkesine (dâru’l-İslam’a) göç etmemiş olsun. Ebû Yusuf ise bu görüşte değildir. Çünkü islam ülkesine girmesine müsade ettiğimiz bir gayrimüslim (المستأمن = müste’men) burada faizli işlem yapamayacağına göre bir müslüman da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz. Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde yasaktır. Çünkü faizi yasaklayan ayet ve hadislerde böyle bir yer ayırımı yoktur. Eğer yiyorlarsa, dâru’l-harp ahalisine ölmüş hayvan eti ve domuz satmada ve onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre bunlar da yapılabilir. 1 – DELİLLER a – Hadis Mekhûl’un rivayetine göre Allah’ın Elçisi, sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle demiştir: لا ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب “Dâru’l-harpta müslüman ile harbî arasında faiz olmaz.” Bu hadis hakkında çok söz söylenmiş ve bir çokları böyle bir hadisin varlığını kabul etmemiştir. Kemaleddin b. el-Hümâm şöyle diyor: […]
Borsa
Menkul kıymetlerin alınıp satıldığı yere menkul kıymetler borsası adı verilir. Menkul kıymetler kapsamına tahvil, hazine bonosu ve hisse senetleri girer. Tahvil ve hazine bonosu faizli borç senetleridir. Bunların alım satımı faizli işlem kapsamına girer. Hisse senetleri ise şirketlerin ortaklık senetleridir. Bunları alanlar, ilgili şirketin ortağı olurlar. Bunlar küçük ortak olacağından A.Ş.’nin büyük ortaklarının insafına terk edilmiş olurlar. S.P.K. (Sermaye Piyasası Kanunu) ve yönetmeliklerle bunların durumu iyileştirilmeye çalışılmıştır. Ancak A.Ş.’lerin yapısında temel değişiklikler yapılmadan, yönetimi üstlenen kişiler, yaptıkları haksız davranışlardan bizzat sorumlu tutulmadan, en küçük ortağın hakkını koruyacak değişiklikler yapılmadan bu haksızlıkların önüne geçmek mümkün olmaz. Bugüne kadar yapılan değişiklikler yeterli olmamıştır. A- Menkul Kıymetlerin Halka Arzı ve Satışı S.P.K.’nın 6. maddesine göre, “Menkul kıymetlerin halka arzında açıklanacak bilgiler izahnâmede yer alır. İzahnâmede hangi bilgilerin bulunacağı hisse senetleri ve tahvil ihraçları bakımından ayrı ayrı olmak üzere T.T.K.’nın ilgili maddelerindeki hususlar göz önünde tutularak kurul tarafından belirlenir. Halka arz izninin verilmesinden sonra izahnâme Ticaret Sicili’ne tescil ve ilan edilir. Halkın menkul kıymetleri satın almaya davet edilmesi izahnâme ve esas sözleşmeye, kurulun gerekli maddeleri eklediği bir sirküler ile yapılır. Yapılacak ilan ve açıklamalar, ne gerçeğe uymayan abartılı veya yanıltıcı bilgiler içerebilir ne de halka arz izninin resmî bir teminat olarak yorumlanmasına yol açacak […]
“Servet, İktidar ve Fakirlik Üzerine…”
Bu yazıda “servet ve iktidar” konusuna; Kuran’dan birtakım örneklerle, inananların nasıl yaklaşması gerektiğine ilişkin genellikle ihmal edilmiş bir bakış açısı, ortaya konmaya çalışılacaktır. Kur’an-ı Kerimde, kendisine verilen mal ve mülkün çokluğu nazara verilerek, bize bilgisi aktarılan iki önemli örnek mevcuttur. Bunlardan birincisi hazinelerinin anahtarlarını güçlü bir topluluğun taşımakta zorlandığı KARUN’dur. İkincisi ise bir daha kimseye nasip olmayacak bir ilim ve iktidarı rabbinden isteyen ve bu dua’sı kabul edilen Hz. SÜLEYMAN’dır. Allah (CC), erişilmez bir varlık ve iktidara sahip olarak hayatlarını sürdüren bu iki hayatın içinden aktardığı mesajla, servet ve iktidar’ın elimize geçmesi halinde nasıl davranmamız gerektiğini bizlere açıklamaktadır. Dipnotta da görüleceği üzere Kasas suresinin 76’dan 82’ye kadar ki ayetlerde Karun’un hayatı ve hayatının ana fikri son derece açık olarak ifade edilmiştir. Kendisi; “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” şeklinde uyarılmasına rağmen, O elinde bulunan güç ve servetle şımarıklığını arttırmıştır. Hümeze suresinde de tasvir edilen bu şımarıklık halinin bir tabiat olarak kendisinde temerküz ettiği Karun’un verdiği cevap ise “O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” şeklindedir. “İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, […]
Kur’ân’da Piyasa ve İnsan Hürriyeti
Yrd. Doç. Dr. Servet Bayındır ((İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.)) 15. 03. 2007 ÖZET Mal ve hizmetlerin el değiştirdiği ortama piyasa denir. Piyasa ile mülkiyet özgürlüğüne yaklaşım tarzı arasında doğrudan bir ilişki vardır. İlk çağlardan beri üretici, tüketici, tüccar ve yöneticilerin piyasalardaki işlemler ve dolayısıyla insanın özgürlüğüne müdahil olma noktasında istekli oldukları anlaşılmaktadır. Bunun bir sonucu olarak, tarihî süreçte çok sayıda iktisadî ve siyasî ekol ortaya çıkmıştır. Kur’an’ı Kerim ve onun açıklamasından ibaret olan Hz. Peygamber’in sünnetinde ekonomik refah ve toplumsal huzura erişilmesi noktasında bir takım genel ilkeler ortaya konulmuştur. Nahl suresi 112. ayet ile Nisâ suresi 29. ayette bu ilkelerden belirgin olarak bahsedilmektedir. Elinizdeki bu çalışmada, söz konusu iki ayetten hareketle Kur’an’ın piyasaya ve dolayısıyla piyasada işlem yapan insanın özgürlüğüne yaklaşımı hususundaki genel ilkelerin tespitine çalışılmıştır. http://www.suleymaniyevakfi.org/wp-content/uploads/2009/12/kuranda-piyasa-hurriyeti.pdf